Almanya altmış, yetmiş yıldır dizmiş El Kapılarını, göçmenlerin emeğiyle, ekonomik mucizelerini, atılımlarını gerçekleştiriyor.
30 Ekim 2021, yani yarın, Almanya ile Türkiye arasındaki işgücü anlaşmasının imzalanmasının 60'ıncı yıldönümü. Bu ayın başında, Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Almanya Türk Toplumu tarafından düzenlenen bir törende, günün anlam ve önemi konuşmasında: "Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine... Nazım Hikmet'in bu sözleri o dönemi anlatıyor” demiş.
Sonra da : “1960'lar ve 70'lerde Almanya'ya gelen birçok insanın hissettiklerini ifade ediyor. Köksüzleşme duygusu... Özgürlüğe, eşitliğe, dayanışmaya duyulan özlemi açığa çıkaran duygular. Bu özlemler giderildi mi?” diye sormuş. Ardından,“...Türkiye kökenli kadınların, erkeklerin ve çocukların onuru da dokunulmazdır. Ancak bu onura çok sık şekilde dokunuluyor ve saldırılıyor. Bu ülkede buna izin veremeyiz ve vermeyeceğiz...” demiş.
Son olarak da 1961’de Almanya'ya işgücü göçüyle gelenlerle Almanya'yı birlikte kurduklarını söyleyerek, "Ülkemizi zenginleştirdiler; ekonomik olarak ama en çok da insani yönden. Çalışkanlıkları, tutkuları ve insanlıkları ülkemizi bugünkü durumuna getirdi. Bu nedenle onlara sonsuz müteşekkirim" diye eklemiş.
Steinmeier’in Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlileri altmış yıl sonra böylesine muhabbetle alınlarından öpmesi bir bakıma anlaşılır bir durum. Nitekim, her ikisi de Türkiye’li göçmen torunu olan Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in geliştirdikleri Covid-19 aşısı ve daha ötesi şirketleri BioNTech’i Alman devi Pfizer ile birleştirmeleri sayesinde sağladıkları karşısında minnet duymasa garip olurdu.
Öte yandan, Sayın Steinmeier kusura bakmasın ama, ülkesindeki Türkiyelilerin onurlarından bahsedip, Nazım’dan alıntılar yaparak gerekçelendirdiği bu teşekkür biraz tuhaf kaçmış.
Tuhaf, çünkü Nazım, Steinmeier’in alıntı yaptığı dizenin hemen öncesinde der ki:
”...Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim...”
Alman Cumhurbaşkanı bu dizeleri alıntılasaydı, bu duyguları da anlar, “bu davet cevap buldu mu?” diye sorar mıydı? Sanmam.
1961 yılında Türkiye ile Almanya arasında imzalanan işgücü anlaşması, İkinci Savaştan yenik, yıkık çıkmış ve bir yarısını zaferi kazanan insanlığa kaptırmış bir ülke olan Federal Almanya’nın kendini düze çıkarma çabalarına denk geliyor.
Almanya, ülkeyi bir sanayi atılımıyla yeniden kurabilmek için kendi işgücü yetmeyince bu açığı, sözünü geçirebildiği ülkelerin yetişmiş emekçileri ile kapatmayı amaçlıyor ve 1955’te İtalya, 1960’da Yunanistan ve İspanya ile anlaşmalar yaparak buralardan ülkeye işçi getirmeye başlıyor. Türkiye ile imzalanan anlaşma işte bu silsilenin bir parçası.
30 Ekim 1961’de imzalanan anlaşmadan sonra bir ay içerisinde ilk işçi kafilesi trenle İstanbul’dan uğurlanıyor. Anlaşmaya göre Türkiye’den gönderilen bu işçiler önce “misafir işçi” statüsünde karşılanıyor. Yani belirli bir dönem Almanya’da kalıp ihtiyaç görülen yerlerde çalıştıktan sonra ülkelerine dönmeleri planlanıyor. 1973 yılı ile birlikte anlaşmanın içeriği güncelleniyor ve aileleri birleştirme gerekçesiyle Türkiyeli emekçilerin Almanya’ya göçmen olarak yerleşme süreçleri belirginleşiyor.
Bu dönemleri aktarırken kullanılan bir Max Frisch alıntısı var, “Biz işçi getirdik, gelenler insan çıktı”. Çok rahatsız edici bir söz, o kadar ki ben yazarken içim daralıyor, dönüp okuyasım gelmiyor. Türkçeleştirmeden kaynaklı bir durum olduğunun farkındayım, belki “işgücü getirdik, emekçi halk olduklarını anladık” falan dense biraz kurtarır ama aslında Türkçe’ye çevrilmiş halindeki rahatsız ediciliğin yaşananı daha gerçekçi yansıttığını düşünüyorum.
Bir ev parası kazanıp geri dönmek planı ile Türkiye’den Almanya’ya giden emekçiler altmış yıl içerisinde, önce “misafir”, hemen ardından “yabancı”, sanırım şimdilerde de “göçmen kökenli insanlar” olmuşlar. 2021 itibariyle, Almanya’da Frankfurt, Berlin, Köln, Hamburg, Düsseldorf ve Münih şehirlerine dağılmış biçimde yaklaşık üç milyon Türkiyeli yaşıyor. Sanırım artık dördüncü nesile ulaşılmıştır.
Almanya, bundan altmış yıl önce kullandığı işgücü takviyesi yöntemini bugün de Avrupa Birliği düzenlemeleri aracılığıyla yapıyor. Bir AB direktifiyle düzenlenen modele göre AB üyesi ülkeler kendi aralarında birbirlerine işçi “postalıyorlar”.
Benzetme yapmıyorum, bahsettiğim düzenleme İngilizce posted workers olarak geçiyor, yani hem postalamak hem de görevlendirmek olarak kullanılabilecek bir terim. Gerçekte olan daha çok birinci anlamında, yani uygulamada AB’nin görece ikincil plandaki ülkelerinde patronlar, işçilerini güçlü ülkelere postalıyor.
Demem o ki, Almanya altmış, yetmiş yıldır dizmiş El Kapılarını, göçmenlerin emeğiyle, ekonomik mucizelerini, atılımlarını gerçekleştiriyor.
Ruhi Su’nun dost sesiyle güçlü sözüyle kapatalım:
...Yıkılır sıram sıram el kapıları
El kapıları da kölelik kapıları
Kurtulur yiğit, kurtulur yiğit...