İktisat da, toplumu inceleyen bütün bilimler gibi, sınıflardan, onların özlemlerinden, isteklerinden, bakış açılarından, acılarından, sevinçlerinden bağımsız değildir.

Ekonomik çeşitlemeler

Düzen muhalefetinin de haklı olarak yineleyip durduğu unvanlarından biriyle “partili cumhurbaşkanı”, nasıl demeli, ekonomist olduğunu söylemekten epey hoşlanıyor. O kadarla kalmıyor, ekonominin kitabını yazdığını da ekliyor. Malum, delikanlı jargonunda, herhangi bir şeyin kitabını yazmak, o şeyi çok iyi bilmek anlamına gelir. Bunun farkında olmayanlar, hani nerde kitabın, diyerek cahil cahil sorular soruyorlar. Lakin, yine delikanlılığın şanındandır, cahilce sorulara cevap verilmez. 

Bununla birlikte, burada bir tehlike olduğunu belirtmek zorundayız. Tehlike, bu çok özenilen “ekonomist” sıfatının başka bir sıfatla karıştırılmasıyla ilgili. Birini, hem okumuş hem dinlemişimdir, öbürü ise yaşadıklarım arasındadır.

İlkinin epeyce yaygın olarak bilindiğini sanıyorum. Herhangi bir kaynağa başvurmadan, belleğimde kaldığı kadarıyla aktaracağım. Kübalı devrimciler iktidarı almışlar, devrimci hükümeti kurmak üzere toplantılar yapıyorlar. Onların toplantılarının ve konuşmalarının  tevatür uzunlukta olduğu bilinir; o sıralarda verilen aralardan biri uzayıp gitmiş, konu da önemli aslında, hükümet üyeleri belirleniyor, seslenmişler, yoldaşlar aranızda ekonomist var mı, diye. Bizim Che, hararetle tartıştığı konuyu bölmeden elini kaldırmış, “ben varım” demiş. Meğer, ekonomi bakanını belirlemeye çalışıyorlarmış, Che ise “ekonomist var mı” sorusunu, belli ki epey gürültülü bir ortam, “komünist var mı” olarak anlamış. Böylece ekonomi bakanı olarak belirlenmiş. 

Che’nin bir hekim olduğunu biliyoruz. Hekimden gayet güzel ekonomi bakanı olur aslında, yeter ki iyi yetişmiş bir komünist olsun. Ayrıca, bizdeki yaygın deyişe kulak verilirse, tıbbiyeden her şey çıkar, hekimden gayri. Bunun bir aşağılama olduğu düşünülmemelidir; çünkü, bizim tarihimizde tıbbiye genellikle devrimci ocağı olmuştur, dersek çok da abartmış sayılmayız. Bence öyledir. Hâlâ öyle midir? Onu bilemem.

Bu ekonomist sıfatına özenmenin kendi yaşadığım sakıncasına gelince…

Bundan elli yıl kadar önce. Mektebi bitirmişiz. Devletçe belgelenmiş mesleğimiz, ekonomist. Bir an önce de askerlik kararı aldırıp yasanın izin verdiği gerekçelerle  erteletme peşindeyiz.  Askerlik şubesine başvurmuşuz. Doldurduğumuz formda eksik mi bırakmışız nedir, memur adımı söyleyerek seslendiydi: “Kardeşim, senin mesleğin nedir?” Artık, hangi akla hizmettir, bilinmez, daha fiyakalı olduğundandır belki, “ekonomist” diye yanıtlamıştım bankonun öte yanından. Memur hiddetle karşılık vermişti, bugün gibi hatırlıyorum, “Ne komünisti oğlum, sen benimle dalga mı geçiyorsun?”

Diyeceğim, partili cumhurbaşkanımız çok özeniyor ama, bu ekonomistlik pek de tekin bir meslek sayılmaz.

Buradan devam etmek niyetindeyim de, daha önce, birkaç güncel değinme iyi olur sanıyorum.

Erdoğan, 17 Kasım günü partisinin meclis grubunda yaptığı ve tarihe geçmeyi hak edenler arasında yer almaya aday konuşmasının bir yerinde şöyle demişti, kaleme kâğıda sarılıp not ettiğim için tırnak içinde yazabiliyorum: “Ben görevde kaldıkça faizle mücadelem sürecek.” Yine aynı konuşmada olmalı, bir de şunu söylemişti, bu kez not etmediğim için tırnak içinde yazamıyorum: Nas ortada iken sana bana söz düşer mi? Nas dediği kutsal kitapta söylenendi. Daha anlaşılır biçimde aktarılırsa, değiştirilemez bir dogma vardı, kimsenin bunun dışına çıkması söz konusu olamazdı.

Bunların hangi niyetlerle söylendiği, ne zaman ve hangi esnekliklere uğratılabileceği bir yana, kapitalist sınıf açısından bir “beka endişesi” yaratacağı düşünülebilir. Çok uzun sürmüş AKP iktidarı bu sınıfa olağanüstü kârlı ve zahmetsiz bir dönem yaşatmış olsa bile, sınıfın siyasal bilinç sahibi denebilecek bölmesinin böyle bir kaygıya kapılmış olması mümkündür.

Bir iki nedenle: Birincisi, zaten pek zengin sayılamayacak ekonomik politika araçlarından biri olan faiz devre dışı bırakılmaktadır. İkincisi, sınıf açısından her türlü “yararlı” kullanımına hiç itiraz edilmeyen din ve dogmaları “zararlı” biçimde devreye alınmaktadır. Üstelik, üçüncüsü olarak sıralanabilir, birkaç gün sonra, hem yepyeni hem de çok yerli ve milli bir modelin geliştirilip uygulamaya sokulduğu söylenmiştir; yerli ve milli olduğu henüz söylenmemiştir de günler geçtikçe söylenmesi beklenir. Bu üçüncüsünün, kapitalist sınıf için, hiç değilse onun hem kendisinin hem damgasını vurduğu düzenin kalıcılığına titizlenen kesimi için vazgeçilmez kabul edilen öngörülebilirliği, yok ettiği denemese bile, büyük ölçüde sıkıntıya soktuğu ortadadır.

Peki, muhalif iktisatçıların, hiç değilse onların bir bölümünün, Erdoğan ile yakın adamlarının hiç nasiplenmediklerini öne sürdükleri, şaşmaz yanılmaz bir bilim var mıdır? 

Sorunun kökenine inerek doyurucu yanıtlar bulmaya çalışmak, bir köşe yazısının içerik ve boyut olarak sınırlarını aşar. Ancak, temeldeki bir noktaya bu sınırlar içinde işaret etmek mümkün görünüyor.

Ekonomik politikaları eleştiren, bunu yaparken, emekçi sınıfların yoksullaştırılmasını da öne çıkarmayı ihmal etmeyen iktisatçıların bir bölümünün kuşkusuz farkında oldukları sorun şudur: İktisat da, toplumu inceleyen bütün bilimler gibi, onu oluşturan sınıflardan, onların özlemlerinden, isteklerinden, bakış açılarından, acılarından, sevinçlerinden bağımsız değildir. Bu sınıfsallıklar incelemenin en başında ya da belli bir yerinde devreye girer, incelemeyi etkiler, kimi zaman önemsiz etkilemelerin ötesine geçerek düpedüz belirleyici bir niteliğe bürünür. Bu dediğimizin, incelemelerin sonuçlarından, bulgularından hangilerinin, nasıl kullanılacağının belirlenmesi ile sınırlı tutulacak olursa, bütün bilimler için geçerli olduğunu ileri sürmek mümkündür. 

Öteki bilimleri bırakıp iktisada dönerek sürdürmeye çalışalım.

Bilimin adının sol yazınımıza ekonomi politik biçiminde yerleşmiş olmasını, ilk ya da en yaygın olarak okunmuş çevirilerinin Fransızcadan yapılışına bağlamak, umarım çok kolaycı bir yaklaşım sayılmaz. Oysa, siyasal iktisat denmesi belki de daha yerinde olurdu. 

Ekonomi politik teriminin ilk kullanılışı 17. yüzyılın ilk çeyreğinde ve bir Fransızın kitabının başlığında gerçekleşmiştir. Alana ilişkin önemli eserlerinse sonraki üç yüzyılda ortaya çıktığını söylemek yanlış olmaz.

Siyasal iktisat burjuvazinin 17. yüzyılda feodallerle mücadelesi sırasında, başka bir deyişle, onun iktidar mücadelesinin bilimi olarak doğuyor ve aynı sınıf, ticaret ya da genel anlamda değişim (mübadele) yerine üretimi ön plana getirip üretimle özdeşleşerek zaferini kesinleştiriyor. Ancak, mezar kazıcısı olacak sınıf da ortaya çıkmış ve kendi siyasal iktisadını oluşturmaya başlamıştır. Daha sonra gelen burjuvazinin iktidarını koruma dönemlerinde ise kapitalizm güzellemesi ve haklılaştırması öne çıkarken bilimin adındaki “siyasal” sözcüğü rahatsız edici olmaya başlıyor. Sınıflarla, sömürüyle, sınıf mücadelesiyle ilgilenmek neden bu bilimin işi olsun, deniliyor. O rahatsız edici sözcüğün üstü çiziliyor ve genel olarak toplumun davranışları ile sorunları yerine yalıtılmış bireylerin davranışlarını inceleyen yeni bir iktisat bilimi yaratılıyor. Adındaki sıkıntıdan kurtulan yeni bilimin amacı her ekonomik rejim için geçerli sayılacak mekanizmaları ortaya çıkarmak olarak belirleniyor ve toplumsal hayatı etkileyen ilişkilerle kurumlar inceleme konularının dışına atılıyor. 

On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru başlayan bu süreç yirminci yüzyılda tamamlanıyor. Tamamlanmasında, ekonomi yöneticilerine yol göstermek için yazarken, aynı zamanda, “Ben, bana adalet ve sağduyu olarak görünen olgulardan etkilenebilirim; ama, sınıf savaşı beni eğitim görmüş burjuvazinin saflarında bulacaktır.” itirafında bulunmaktan çekinmeyen bazı parlak isimler de rol alıyorlar.1

Aklımdan çıkmayan bir tür özdeyiştir, doksanların ortasında ülkemizin üstelik de iktisatçı olan ilk ve tek kadın başbakanı hükümet ederken, “gönüllü sürgününden” yazan bizden bir  siyasal iktisatçıya aittir, onunla bitireyim:

“(…) elimdeki Farsça sözlük ‘ahmak’ üzerinde kuşku olmaması için bir de Sarrac’dan bir küçük şiir koymuş: ‘Ahmak kırk sene bilgiler kazansa da anlayışlı kimselerden daha olgun nasıl olur’, bu Sarrac’ın şiirinin düzyazıya dökülmüş biçimidir. Bu, bir ahmak, doktora yapsa da, profesör olsa da yine ahmaktır anlamına geliyor; Sarrac değinmiyor ama ben çok değindim, eğer doktora ve profesörlük iktisatta ise doğuştan ve aileden gelen ahmaklık daha da artıyor.”2

Çok ağır ve haksız bir genelleme olarak görülüp karşı çıkılısa, yazının sonuna geldik, bir atasözünü hatırlatmakla yetinebiliriz: Yarası olan gocunur.  

  • 1. Keynes’in bu itirafı “Am I a liberal?” (Ben bir liberal miyim?) başlıklı ve 1925 tarihli sonradan ün kazanmış yazısında yer alıyor.
  • 2. Yalçın Küçük, Yürüyüş. İstanbul: Akış Yayıncılık, Haziran 1996, s. 95.