Enflasyonun yukarı gitmesine izin vererek reel ücretlerde fazlaca bir artış olmamasını ve hatta yılın ikinci yarısında negatife geçmesini sağlamak birinci telafi düzeneğidir.

Ekonomide sigortalar attı

Yılın son iki ayı ekonomi açısından büyük çalkantılara konu oldu ve olmakta. Döviz kurlarının şirazesinden çıkması, enflasyonun patlaması, faizlerin yalpalaması (TCMB politika faizleri indirilirken piyasa faizlerinin ve Hazine’nin borçlanma faizlerinin onu izlememesi) gibi ekonomik göstergeler, bütün dengelerin bozulması ve yeniden kurulması anlamına geliyor.

En başta, Meclis’te Genel Kurul görüşmelerine yeni geçilen 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nin henüz kabul edilmeden kadük olmasına tanık olmaktayız. 2021 yılı dengelerinin şaşması bir yana, 2022 yılı için öngörülen yüzde 9,8’lik TÜFE oranının veya 1 dolar=9,27 yıllık kur ortalamasının tutmasının imkân ve ihtimali kalmadı. Bu tahminlere göre çatılan 2022 yılı bütçesinin ve programının da anlamı kalmadı. Öyle ki, değerli meslektaşımız Aziz Konukman’ın da vurguladığı gibi henüz bütçe kabul edilmeden Ek Bütçe gereksinimi ve tartışmaları ortaya çıkmaya başladı. (Konukman’ın 6 Aralık tarihli Evrensel’e demeci).

Kuşkusuz mesele yalnızca kur ve enflasyon öngörülerinin çökmüş olmasıyla sınırlı değil. Taşıyıcı duvarların zarar görmesinin binaya çok yönlü etkilerde bulunması gibi, birbirinin içine geçmiş çok sayıda ekonomik ve toplumsal ilişkinin de bundan payını alması işin doğası gereği. Örneğin artık zamanında yapılacak seçimler açısından bile içine girilmiş bulunulan seçim konjonktüründe asgari ücretin bırakalım 2022 enflasyon hedefini, cari yüzde 21,3’lük enflasyonu esas alarak belirlenmesinin bile olasılık dışı kaldığını görüyoruz. Duyumlara göre yeni asgari ücretin netinin 4 bin TL civarında oluşacağı anlaşılıyor ki eğer gerçekleşirse, bu yüzde 42’lik bir artışı ifade eder. Bu artışın ne kadarının devlet kesesinden (vergi, sigorta pirimi indirimleri) yapılacağı şu anki konumuz değil. Asgari ücretin ortalama ücreti belirlediği ve dolayısıyla tüm ücret kategorilerine çok yönlü etkilerinin olduğu bir ekonomiden söz ettiğimiz de unutulmamalı. (Değerli meslektaşımız Aziz Çelik 4 Aralık tarihli Birgün’de bu konuda etraflıca yazdı).

Nitekim son olarak Çalışma Bakanlığı üzerinden gelen haberler, memur maaşlarında da ek protokolle ek artışların yapılacağı ve 2021 enflasyon farkıyla birlikte 2022’de toplam yüzde 17-18 dolaylarında kalması beklenen artışın toplamda yüzde 30-35 bandına yükseltileceği anlaşılmakta. Bunun memurlarla da sınırlı kalmayacağı, memur, işçi, esnaf ve çiftçi emeklilerinin de kapsanmak zorunda kalınacağı kolayca öngörülebilir. Ama o zaman kamu işçileri için bağıtlanan TİS’in de gözden geçirilmesi gündeme gelmeyecek midir? Ya özel sektör işverenleriyle yapılan sözleşmeler? Görüldüğü gibi bu iş çorap söküğü gibi ilerleyebilecektir. Sosyal kesimlerin enflasyonist sürece karşı kendilerine koruma arayışları daha yüksek enflasyon beklentilerine (bu arada ücret artışları da bahane edilerek ÜFE’nin TÜFE’ye yansıtılmasının kolaylaşmasına) yol açacak ve fiyatlar genel seviyesinin öngörülenin çok ötesinde oluşmasına yol açabilecektir. Bu bambaşka bir ekonomik tablo demektir.

Memurlara yapılacak ilave artışlarla sınırlı kalsak bile, Bütçede harcama arttırıcı önerilerin ancak Komisyon aşamasında yapılabileceğine, şimdiki Genel Kurul aşamasında bunun yapılamayacağına dikkati çekmemiz gerekir. Öte yandan Ocak’tan itibaren personele ek ödemelerin yapılabilmesi de daha önce bunun kanuni dayanaklarında değişiklik yapılmasını gerektirir. Dolayısıyla ortada sadece bir ek bütçe sorunu değil yeni bir yasal düzenleme sorunu da olacaktır.

***

Ücretlerin/maaşların hep birlikte yukarı doğru yükselmesinin yol açacağı bütçe açıkları ve bunun telafisi için yapılacak yeni vergi artışları ve borçlanma arayışları yanında, bütçe faiz ve personel giderleri başta olmak üzere çok sayıda bütçe giderinin de yeniden yapılanması gereği doğacaktır. Özetle yepyeni bütçe ve kamu dengeleri oluşacaktır. Ücret yüklerinin topluca yukarı doğru gitmesi ekonominin bütünü açısından da yeni dengeler demektir ve bunun sermaye açısından kabul edilebilir olmasını sağlamak açısından sermaye iktidarının elinde sadece iki araç bulunacaktır: Enflasyonun yukarı gitmesine izin vererek reel ücretlerde fazlaca bir artış olmamasını ve hatta yılın ikinci yarısında negatife geçmesini sağlamak birinci telafi düzeneğidir. İkincisi ise, kurların yukarı TL’nin aşağıya gitmesi üzerinden ücretlerin dolar cinsinden değerinin çok düşük düzeylerde kalmasının sağlanması olacak, böylece ihracat yönlü teşvikler de çalıştırılmış olacaktır. (Bu konularda 5 Aralık tarihli Birgün Pazar’daki yazımıza gönderiyoruz).

Ancak bu cehennem döngüsünün denetim altında tutulması her zaman çok sıkıntılıdır ve RTE iktidarının şimdiye kadarki yönetim becerisi bu konuda ayrıca umut vermemektedir. Öte yandan, ücretli kategoriler dışında da önemli toplumsal kesimler vardır ve bunlar açısından belirsizlikler ve olumsuzluklar artacaktır. Genelde ise toplumda, ilk refah artışı etkisinden hemen sonra şimdikinden çok daha bunaltıcı bir yoksullaştırma kapısının ardına kadar açılması sorunuyla karşılaşılacaktır. Özetle bu tablo, seçime giden bir iktidar açısından akıl kârı olmayan can havliyle yapılmış bir tercihler demeti olacaktır. Oluşmuş bütün dengelerin temelinden sarsıldığı ve kitlelerin uyum düzeneklerinin çalışması için yeterince zamanın bulunmadığı böyle bir senaryo, daha çok bir “Türk ruleti” halini (diyelim ki dört dolu kurşunla oynanan revolver ruletini) akla getirmektedir.

İktidarın bu çok riskli oyununa Kuran’ı ve MGK’yı arkasına alarak girmesinin hikmeti belki artık daha iyi anlaşılıyordur. Böyle bir olası ekonomik altüst oluşun toplumsal çalkantılara yol açmaması beklenemez çünkü.