Eğitim bakanı gitti yeni bakan geldi; YÖK başkanı gitti yenisi geldi.

Eğitimde ‘gelen ağam, giden paşam’ mı?

Eğitim bakanı gitti yeni bakan geldi; YÖK başkanı gitti yenisi geldi.

Bu gelip gidenler için bazıları ‘gelen ağam, giden paşam’ diye düşünse de, çocuklarımız ve bu toplum için-bizim için- ne gelen ‘ağamız’dır, ne de giden ‘paşamız.’ Çocukların doğayı, kendilerini ve toplumu gerçekçi bir şekilde algılayıp özgürleşmelerine yardımcı olmayan kişilerden ‘ağa’ da olamaz ‘paşa’ da.

Önce ‘paşa’ mı diye, giden bakana bakalım.

“Gel” deyince Talim ve Terbiye Kurulu (TTK) başkanı olan, “Git” deyince TTK başkanlığından istifa eden; “Gel” deyince bakanlığı kabul eden, “Git” deyince bakanlıktan affını isteyen kişi, herhalde “Gel/git” diyenlerin paşasıdır ama bizim değil.

TTK başkanı olarak Avrupa Birliği’nin dayattığı ilköğretim müfredatını, AB’yi memnun edecek biçimde girişimci ve iktidarı memnun edecek şekilde gerici öğrenci yetiştirmek üzere değiştirirken de, birlerinin paşası olmuştur. Ama bizim değil.

Özel okullara sahip bir eğitim profesörünün, tüm gücü kendisinde toplamış tek adamın milli eğitim bakanı olmayı kabul etmesi, eğitsel konularda bile o tek adamla aynı şekilde düşündüğünü açıklaması, göreve geldiğinde şükranlarını ilettiği tek adama, görevden ayrılırken de şükranlarını iletmesi, birilerinin gözünde onu ‘paşa’ yapabilir ama bizim gözümüzde değil.

Giden bakanın yaptığı konuşmalarla icraatlarının uyuşmaması, çoğumuza “karakolda doğru söyler mahkemede şaşar” nakaratını anımsatmıştır. Giden bakan kulağa hoş gelen konuşmalarına karşın, ne gerici 2017 müfredatında düzeltmeler yapmıştır ne de Liseye Geçiş Sisteminde (LGS). LGS’de ilköğretim mezunu çocuklarımızın ancak yüzde 13-15 kadarının, sınavla “Nitelikli okul” dediği okullara alınması uygulamasını devam ettirmiştir. Sınavı kazanamayanların varsılsa özel okullara, yoksulsa ya imam hatibe ya da açık liseye gitmek zorunda kalmasına aldırmamıştır. Pandemi sürecinde milyonlarca öğrencinin EBA’ya ulaşamaması ve milyonlarca öğrencinin de yalnız telefonla EBA’ya ulaşabilmiş olmasına bir çözüm getirememiştir. LGS ve Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) sonuçları, defalarca ilk ve ortaöğretimin başarısızlığını ortaya koymuşsa da, sistemi iyileştirecek bir adım atmamıştır. Öğrenciler en çok fen ve Anadolu liselerinde okumak isterken o imam hatiplerin sayısını daha çok artırmıştır. Müfredatın gericiliğiyle yetinmemiş, Danıştay iptal etmiş olsa da gerici kuruluşlarla protokoller imzalamaya devam etmiştir. Tabii ki bu uygulamalardan memnun olanlara, Hürriyetten Ahmet Hakan’ın dediği gibi “… nezaketiyle, hep güzel ve olumlu konuşmasıyla, eşsiz anlatımıyla, eğitime insani yaklaşımıyla, inanılmaz bilgisiyle” olumlu bir iz bıraktıysa (T24, 7 Ağustos 2021), giden bakan “paşa”dır, ama bizim için değil.

Bu arada, istifa etmeyle ilgili bazı söylemlere de değinmek gerekiyor.

Örneğin Saray'ın son dönemde artan müdahaleleri nedeniyle bakanın istifa ettiği söyleniyor! Oysa bu gerekçe pek akla yatmıyor. Çünkü:

  • Giden bakan, uzmanlığı gereği, 2003-2006 yıllarında TTK başkanı olarak bu iktidarın huyunu suyunu öğrenmiştir. Durumu bile bile 2018 Temmuz’unda bakanlığı kabul etmiştir.
  • Bakan olduktan kısa bir süre sonra 12 Ağustos 2018’de, “Beyfendi’nin gerçekten çok güçlü bir iradesi var. Ayrıca sıradan bir Cumhurbaşkanı ve amirle yürüyecek bir proje değil Milli Eğitim Projesi. Böyle bir irade ve kudret bilimle birleşirse bir noktaya gelmek söz konusu olabilir diye içsel bir durum yaşadım. Zaten onun için kabul ettim” demiştir.
  • 24 Ekim 2018’de AKP’nin hedefleriyle birebir örtüşen “2023 Eğitim Vizyonu”nu açıklamıştır.  Bu vizyon açıklamasında da, “Türkiye’nin eğitim meselesi, dünyayla rekabet edecek bir eğitim kurma meselesi bir bakanın üstünden kalkabileceği bir mesele değil. Çok daha büyük bir liderlik gerekiyor. Bu Cumhurbaşkanı’mızın liderliği” vurgusunu yapmıştır.
  • Ayrıca bakan, kendisinden önce göreve getirilen bakanların, şaşaa ile bakanlığa gelip kandırıcı söylemlere eğitim sisteminin piyasalaşıp gericileşmesine katkıda bulundukları halde, işleri bitince bir kenara atıldıklarını bile bile bu görevi kabul etmiştir.

Bu kişi, Saray’ın müdahalesinden dert yanabilir mi?

Bir söylentiye göre de bakan, bakan yardımcıları ile Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu’nun (CEÖPK) görüşlerinden rahatsız olmuştur. Oysa bu durum da kendisinin razı olduğu bir durumdur. Birim yöneticileri yardımcılarını kendi seçerken, bakana, yardımcılarını Saray atamıştır. Görevi bakanlığın eğitim-öğretim politikalarını üretmek olan TTK varken, saray CEÖPK’yi oluşturmuştur. Hatta bu kurula bakanın görevden aldığı bir genel müdür de üye yapılmıştır. Tüm bu gelişmeler olurken bile bakan Saray’ın iradesine uymuş ve ses çıkarmamıştır. Üstelik atanan bakan yardımcıları da, CEÖPK üyeleri de, bakan gibi genelde piyasacı ve gerici anlayış sahibi kişilerdir. Bakanın görüş ayrılığı nedeniyle istifa etmesi de akla yatmamaktadır.

Bu arada, bakan olarak iktidarın piyasacılığının ve gericiliğinin taşeronluğunu yaptığı anlaşıldıkça sahibi olduğu özel okullar kan (öğrenci) kaybetmeye başlamıştır. Bakanın kardeşinin okullara  milyonlarca liralık mal sattığı ortaya çıkmıştır. Bu gerçekler ışığında bakan ya okullarını kurtarmak için istifa etmiştir ya da kardeşinin etik olmayan milyonluk satışları nedeniyle iktidarın daha fazla  yıpranmaması için istifa ettirilmiştir.

İşin özünde ‘gelen ağam giden paşam’ anlayışı sürdükçe devlet işlerinin düzelmesi olasılığı yoktur.

[email protected]