Türkiye, yaşanan çoklu kriz hali nedeniyle toplumsal öfkenin giderek büyüdüğü, düzenin giderek kırılganlaştığı ve AKP’nin hegemonya kurmakta zorlandığı bir noktaya gelmiş durumda.

Ecevit’ten Kılıçdaroğlu’na, kontrgerilladan SADAT’a

Türkiye 5 Haziran 1977 seçimlerine giderken siyasal şiddet de günbegün artıyor, toplumsal muhalefetin ve solun yükselişinden rahatsızlık duyan karanlık güçler, ülkeyi kanlı ve kaotik bir süreçle sandığa götürmek istiyordu. 

Sürecin şiddet yüklü olacağına dair ilk işaret Ecevit’in Niksar gezisinde geldi. Adalet Partililerle MHP’liler Ecevit’e ve CHP’lilere önce taş ve sopalarla sonra da silahlarla saldırdılar ve CHP’li iki genç sıkılan kurşunlarla ağır bir şekilde yaralandı. Saldırılar ertesi günlerde de devam etti ve 27 Nisan’da Gümüşhane Şiran’da gerçekleşen saldırıda 3’ü tabanca kurşunuyla olmak üzere 10 CHP’li yaralandı, konvoydaki 30’a yakın araç da tahrip edildi. CHP konvoyu 28 Nisan’da da Erzincan’da saldırıya uğrayacak, MHP binasından açılan ateşle 10 kişi yaralanacaktı. 

Sürecin ve Türkiye tarihinin en kanlı provokasyonu ise 1 Mayıs günü gerçekleşti ve 1 Mayıs kutlamaları için Taksim Meydanı’nı dolduran yüz binlerce kişinin üzerine çevre binalardan ateş açıldı. O esnada polis, panzerleri halkın üzerine sürüyor ve yaşanan paniği daha da büyütüyordu. Resmi verilere göre 34 kişinin yaşamını yitirdiği katliamın Türkiye siyasetindeki etkisi 77 seçimlerini de aşacak ve günümüze kadar uzanacaktı. 

Seçimlere çok az bir süre kala, 29 Mayıs 1977’de, bu sefer İzmir Çiğli’de Ecevit’e yönelik bir suikast girişiminde bulunuldu. Hemen öncesinde, 21 Mayıs Malatya mitinginde, tam da Ecevit konuşurken miting meydanının karşısındaki bankaya bombalı bir saldırı düzenlenmiş, 22 Mayıs Kars mitingine yönelik silahlı saldırıda ise CHP Gençlik Kolları Başkanı Zeki Alçın ve CHP’li Ardeşen Belediye Başkanı Kamil Alçın yaralanmıştı. Çiğli’deyse bu sefer bir polis memuru, resmi olarak devlet envanterinde bulunmayan bir tüfekle Ecevit’e ateş açtı ama suikast girişimi başarılı olamadı. Aynı gün İstanbul’da Yeşilköy Havalimanı’na ve Sirkeci Garı’na bırakılan bombalar on beşer dakika arayla patlayacak ve 5 kişi yaşamını yitirecek, 51 kişi de yaralanacaktı.  

Ecevit’in seçim öncesi yapacağı son miting olan İstanbul mitinginden hemen önce, Başbakan Demirel yolladığı bir mektupla Ecevit’e miting esnasında bir suikastla karşı karşıya kalacağını bildirdi. Demirel mektubunda şöyle diyordu: 

CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in 3 Haziran 1977 günü İstanbul Taksim Meydanındaki CHP Mitingi sırasında, Sheraton Oteli’nin üst katlarındaki odalardan birinden uzun namlulu ve dürbünlü bir silâh ile ateş edileceği, bu teşebbüsün 29 Mayıs 1977 günü İzmir-Çiğli Havaalanında cereyan eden olayla birlikte, 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanında vukua gelen olaydan cesaret alan, iç barışı büyük ölçüde sarsabilecek kanlı tertiplere karar veren ve ayrıca 5 Haziran 1977 tarihinde yapılacak olan seçimlerden bir fayda ummayan, seçimlerin yapılmasını arzulamayan veya seçimlere gölge düşürmek isteyen illegal komünist-terörist örgütlerin yanı sıra memleketimizi iç meselelerle uğraştırmak isteyen yabancı kuruluşların ve uluslararası tedhiş teşekküllerinin muhtemel suikast ve sabotaj eylemleri ile özellikle vazifelendirilmiş kimseler tarafından yapılmak istendiği alınan haberler meyanındadır. Keyfiyetten bilgi edinilmesini ve konunun üzerinde önemle durularak gerekli tedbirlerin alınmasını ve gereğinin itasını rica ederim.

Ecevit, mitingden bir gün önce radyoda yaptığı seçim konuşmasında bu mektuptan söz edecek ve 3 Haziran günü saat 14.00’da eşi Rahşan Ecevit’le birlikte Taksim Meydanı’nda olacağını açıklayacak, vatandaşlara ise herhangi bir çağrıda bulunmayacaktı. Ancak ertesi gün Taksim hıncahınç dolacak ve 5 Haziran seçimlerinden CHP birinci parti olarak çıkacaktı. 

Ecevit, sonradan üzerini örtmeye çalışsa da Türkiye’de “kontrgerilla” tabirini ilk kullanan siyasetçiydi ve bu tabir “gayri nizami harp” kavramıyla doğrudan bağlantılıydı. Kontrgerilla, NATO bünyesindeki “derin” yapılanma olan Gladio’nun NATO üyesi ülkelerde komünizmle mücadele adına yürüttüğü yasadışı operasyon faaliyetlerinin kod adıydı ve 1960’ların ikinci yarısından itibaren sola karşı başlatılan bu faaliyetler, 77 seçimleri konjonktüründe yoğunlaşarak hem sosyalist solu hem de Ecevit CHP’sini kanlı bir şekilde hedef almıştı.  

Türkiye bugün bir kez daha seçim konjonktüründe ve faaliyetleri arasında “gayri nizami harp” de yani kontrgerilla faaliyetleri de bulunan SADAT’a Kılıçdaroğlu’nun sürpriz ziyaretiyle birlikte, “tarih bir kez daha tekerrür mü edecek acaba” sorusu yeniden herkesin aklında. 

Kanımca SADAT,  büyütülen heyulanın aksine, Türkiye kontrgerillasının çekirdeğini oluşturacak ölçüde güçte ve önemde bir yapılanma değil; çünkü o çekirdek halen devletin güvenlik aygıtının içerisinde bir yerlerde. SADAT ise ancak o çekirdeğin kendisine biçtiği rol ve çizdiği sınırlar içerisinde hareket edebilecek durumda. Fakat buradaki asıl dikkat edilmesi gereken şey, SADAT şahsında Türkiye’nin nasıl bir seçime götürüleceğinin ifşa edilmesi ki zaten Kılıçdaroğlu’nun ziyaretini önemli kılan da bu. Yani mesele tek başına SADAT değil, SADAT’ın da dâhil olduğu o karanlık yapılanmanın seçim sonuçlarını tayin etmek adına neler yapabileceği. İşte tam da bu nedenle bu meselenin üzerine çok daha kararlı bir şekilde gidilmesi gerekiyor. 

Bu köşeyi takip edenler, uzunca bir süredir ve ısrarlı bir şekilde, önümüzdeki seçimlerin “serbest” seçimlerden başka her şeye benzeyeceğini yazdığımı bilirler. Yirmi yıldır ülkeyi yöneten ve devletleşmiş/rejim inşa eden bir partinin, hele hele içeride ve dışarıdaki faaliyetleri ortadayken, sözcüğün bilindik anlamıyla “serbest” seçimlere gitmeyeceği de “barışçıl” bir geçişi kabul etmeyeceği de bu köşede yayınlanan yazıların birçoğunda dile getirildi. Bunun için de 7 Haziran-1 Kasım arasında yaşananlar, mühürsüz oylarla gasp edilen referandum ve en ufak bir hukuki dayanak olmaksızın iptal edilen İstanbul seçimleri hep hatırlatıldı, seçim güvenliği adına verilecek mücadelenin seçim gününden çok önce başlatılması gerektiği hep söylendi. 

Bugün gelinen noktada, SADAT ziyaretinin “aman oyuna gelmeyelim” ve “AKP’nin ekmeğine yağ sürmeyelim” sözlerinde somutlaşan evde oturup sandığı beklemeye dayalı stratejinin sonu olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey var: Türkiye, yaşanan çoklu kriz hali nedeniyle toplumsal öfkenin giderek büyüdüğü, düzenin giderek kırılganlaştığı ve AKP’nin hegemonya kurmakta zorlandığı bir noktaya gelmiş durumda. Bu ise ülkeyi her türlü manipülasyon ve operasyona açık hale getiriyor. Operasyon ve manipülasyon ise her zaman bir güç meselesidir ve gücü, özellikle de devletin güvenlik aygıtını kim elinde tutuyorsa onun tarafından icra edilir.

Ancak bu, toplumun her operasyon ve manipülasyona kolay kolay teslim olacağı, yenileceği anlamına gelmez. Gücün karşısına güçle çıkılacaksa, bu ancak toplumun, halkın kendi öz gücüne, kendi haklılığına güvenmesiyle olur. “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” sözü, bir slogan olmanın ötesinde, hakikatin ta kendisine işaret eder bu nedenle. Evet, her türlü toplumsal ve siyasal fay hattının kırılacak derecede gerileceği bir sürece girmiş bulunuyoruz, şiddet kapının eşiğinde hazır bekliyor, karanlık odaklar topluma karşı çok kirli bir savaş yürütmenin planlarını yapıyorlar ama durum böyle diye baştan yenilgiyi kabullenmemiz gerekmiyor.  

İşçilerin, memurların, köylülerin, kadınların, gençlerin dâhil olduğu, kürsülere, grup konuşmalarına sıkışmayan, “ekmeği nasıl bölüşeceğiz” sorusunu merkeze koyan, halkın demokratik ve anayasal haklarını kullandığı, ortak akla dayalı, provokasyona gelmeyen ama ürkek ve korkak da olmayan, cesaretini haklılığından alan bir mücadele ile topluma karşı kurulan bütün planlar bozulabilir, bütün tuzaklar aşılabilir. 

Eğer sahiden oyuna gelinmek istenmiyorsa, eğer gerçekten iktidarın ekmeğine yağ sürülmek istenmiyorsa ve eğer gerçekten bütün o planlar bozulup bir zafer kazanmak isteniyorsa, toplumun siyaset sahnesindeki yerini alması, halkın sesini duyuracak daha fazla kanalın yaratılması, o sesin daha gür çıkması için yapılması gerekenlerin öncelikli siyasal görev olarak kabul edilmesi gerekir. Çünkü halkın kendi kaderine sahip çıkacağını gösterme iradesi kadar güçlü bir silah henüz icat edilmemiştir.