Devlet, “sınıflar arasındaki uzlaşmazlığın bir ürünü” olarak sermaye sınıfının emekçi halka karşı mücadelesinin bir aracı.

Düzenin ilişkileri ve kuvvetler ayrılığı

Her gün, defalarca karşılaşılan çıkar ilişkileri kapitalist düzenin olağan durumu olmakla birlikte, bu ilişkiler kaçakçılığın, yolsuzluğun, devletin, onun içinde de yargının ve yargı mensuplarının taraf olmasıyla ortaya çıkınca öne çıkan haber oluyor.

Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Üyesi Hamit Kocabey’in çevresinde oluşanlar ve MHP genel başkanıyla yaptığı görüşme sonucu istifası, Gülen cemaatinden sonra yargıyı başka tarikat ve cemaatlerin ele geçirmesi bu haberlere eklendi.

Tepkiler sürüp gidiyor, başka bir haber gelene kadar. Medya, sosyal medya birini bırakıp diğerine sarılıyor gün boyu, bazen günler boyu.

TÜSİAD konuşunca da heyecanı yükselenler var. Yine hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı tuzağı; demokrasi ve din özgürlüğünden öteye geçmeyen laiklik tuzağı; siyasal iktidara, “sizden memnunuz, aman fazla dağılmayın, düzenimiz, istikrarımız bozulmasın” uyarısı; özetle, kendilerinin bir sınıf olmadığı yanılsamasıyla ve başka yanılsamalarla “sömürü düzenine devam edelim” çağrısı.

Özelleştirme gibi, emekçilerin haklarını gasp gibi, işlerine gelince kurumsuzlaştırma ve kuralsızlaştırma istiyorlar. Sonra da “kapitalizm bu değil” demeye getiriyorlar. Emekçiler sizin özünüzü kılcal damarlarınıza kadar bilir.

Laiklik yok edilirse dinin ve onun örgütlerinin etkisine girmeyen devletten, hukuktan ve yargıdan söz edilebilir mi? Devlet sınıfsal olunca onun içinde yargının sınıfsal olamayacağı inancı gerçekçi olabilir mi? Sermaye sınıfı egemenken gerçek demokrasiden söz edilebilir mi?

Güncel, yüzeysel heyecanlar sınıfsallığın unutturulmasından, unutulmasından; burjuva devletinin ve siyasetinin eksiksiz, zaafsız demokrasiyle yürütülebileceği yanılsamasından kaynaklanıyor. Anayasada benimsenen kuvvetler ayrılığı ilkesine ve ulus adına yargı yetkisi kullanan mahkemelerin bağımsız ve tarafsızlığı ilkesine koşulsuz inanılarak yargının sınıfsal olmayacağına/olamayacağına inanılıyor. Aynı inanç, yasama organı ve kamu yönetimi için de var. Oysa Anayasa da söylüyor “kuvvetler ayrımının belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği” olduğunu.

Açık ve net değil mi? Kapitalizmin ekonomi politiği neyse devletinin ekonomi politiği de o. Sınıflı toplumu sınıfsızmış gibi göstermeye kalkışmakla, sömürüden, sömürenden ve sömürülenlerden söz etmemekle, uyumlaştırma çabalarıyla gerçek yok edilemiyor.

Sorun burjuva devletinin üretim ilişkilerinin ve toplumsal ilişkilerin dışında ve üstünde olmasına dair inanca gelip takılıyor. Herkesin gönlünde farklı yansıması olan o inançtan sapmalar görüldükçe de, konu bireye/olaya/zamana/mekana göre bir ayrıştırmaya tabi tutularak, devleti temizde tutma gayretine düşülüyor.

Devlet, “sınıflar arasındaki uzlaşmazlığın bir ürünü” olarak sermaye sınıfının emekçi halka karşı mücadelesinin bir aracı. Hem devlet organlarının hem de “kuvvetler ayrılığı” denilen ilke ve denetim düzeneklerinin bu duruma uygun çalışması kaçınılmaz.

Kuvvetler ayrılığı, siyasal iktidara kuşkuyla bakmanın, bu kuşkuyu gidermek (aslında gerçek durumu perdelemek) için yetkili organları yasama-yürütme-yargı adı altında parçalara bölme ihtiyacının ürünü; kuşkunun nedenlerini, sınıflı toplumu ve sömürü düzenini olduğu gibi yansıtıyor. “Denge-denetim düzeneği” diyerek biçimsel görüntünün anayasal güvence altına alınması yetmiyor, pratik her seferinde gerçeği tokatlarla anımsatıyor.

Çarpık örneklerle, kötülüklerle bozulduğu sanılan bu biçimsellik aslında kapitalizmin özü. Anayasanın yazdığı, “kanun önünde eşitlik” de soyut ve biçimsel, sömürülenleri sömürenlerle uzlaştırmayı amaçlıyor.

Kuvvetler ayrılığı ilkesi sınıflı toplumlarda sermaye sınıfının egemenliğini ve emekçiler üzerindeki baskı ve denetimini sağlamanın etkili araçlarından. Bu egemenliğe ve denetime karşı emekçilerin örgütlenme, temsil, denetim, direnme ve mücadele haklarının budanmasında kuvvetler ayrılığı ilkesi en etkin araçlar arasında.

Üretim ilişkilerinin ve toplumsal ilişkilerin ürünü olduğu halde hukukuyla ve biçimsel kuvvetleriyle bu ilişkilerin üstündeymiş, bu ilişkilerden bağımsızmış gibi gözüken devlet, egemen sınıfın gereklerini yerine getirmek için organize. Bu devlete özgü kuvvetler ayrılığı ilkesi de burjuva demokrasisinin uzlaştırma politikalarını hukuka ve pratiğe dönüştüren alt araçlardan biri.

Evet, yargı anayasa ve kanuna göre karar verecek, en ufak etki altında kalmadan adalet dağıtacak, bunun için de mücadele edilecek ama hukukun adaletsizliği ne olacak? Hukukun ürünü olduğu toplumsal ilişkilerdeki, üretim ilişkilerindeki eşitsizlik ve adaletsizlik ne olacak? Burjuva yalanı üzerine kurulu bu yapının eleştirel düzeltmeleriyle daha ne kadar yaşamaya devam edilecek.

Özellikli anlam yüklenen yargının -kendisinin de içinde olduğu- devlete karşı yurttaşların hak savunuculuğunu üstlendiği kapitalist düzende emekçilerin hak ve özgürlüklerinden kırıntılarla söz ediliyor olması, adalet sağladığı söylenen az sayıdaki yargı kararının alkışlarla karşılanması sömürü düzenini anlatıyor. Yargının bağımsızlık ve tarafsızlık nitelendirmesiyle tanımlanması, bu sömürü düzenini güvence altına almayı amaçlıyor.

Kapitalizm yasama, yürütme ve yargının ayrılmasıyla, başkanlı rejimlerde dahi demokrasinin savunulmasıyla ekonomi politiğini, sömürücü amacını saklar. Sosyalizmde kuvvetler ayrılığının olmamasının nedeni bu durumun karşıtlığına, toplumun tüm kesimlerinin yönetime ve denetime katılacağı iktidar organlarının bütünlüğüne dayanır. Ayrı bir kuvvet olmayan yürütme, halkın meclislerinin içindedir; genel oy hakkı, meclisler, yönetim, denetim ve geri çağırma hakkı bütündür. Yargı da, sosyalist toplumun yurttaşlarının, zaten bu yurttaşlardan ve meclislerinden oluşan devlete karşı savunuculuğunu yapacak davalarla karşılaşmaz. Asıl olan sınıf ve sömürüsüz toplumun bütünlüğüdür.

Burada bir notu anımsatma ihtiyacı doğmuş gözüküyor: Başkanlı rejime geçişle birlikte kuvvetler ayrılığı ilkesinin zedelendiği, zayıfladığı savlarıyla sosyalizmde kuvvetler ayrılığı ilkesinin olmaması birbiriyle karıştırılmamalı. Öz ve yapı farklı, sistem farklı.

Ekonomik, sosyal, kültürel, düşünsel, siyasal eşitlik olmadan; hava, su, toprak, çevre, sağlık, eğitim, beslenme, barınma, çalışma, güvenlik, örgütlenme, hak ve özgürlükleri kullanmada bütünsel olarak eşitlik olmadan, hak eşitliği ve toplumsal mülkiyet olmadan, laiklik olmadan hukuk önünde eşitlik soyut kalır. Burjuva devletinin kuvvetler ayrılığı ve denetim düzenekleri de bu eşitsizliği ve adaletsizliği çözmez, çözmek için de çaba göstermez, sınıfsallığına ihanet etmez.

Sömürücü düzene dokunmadan AKP iktidarına karşı yapılan eleştirilerin yerleştirileceği sütun, içinde emekçilerin meta olarak tutulduğu kapitalist/emperyalist başlığı taşır.

Kapitalist düzenin ikiyüzlülüğü ve biçimselliği, kendi içinde vitrinsel, geçici iyileştirmelerle düzeltilemez; düzeltildiği sanılanlar her seferinde yine bozulur, her seferinde feda edilecek kişiler, kurumlar, örgütler bulunarak sahtelikler, kandırmalar, hukuksal ve yargısal oyunlar, demokrasi yanılsamaları sürüp gider. Sosyalist iktidar mücadelesi verilirken, kurulacak sosyalizmin kapitalizmin düzeninden, kurum ve kurallarından farklılığı hep akılda olmalıdır.