Hukuk tanımlıyor, düzenliyor ama aynı hukuk kamusal hizmeti ve toplumsal yararı sermaye sınıfının yararına, eğitimden sağlığa, yerleşmeden yapılaşmaya, yönetimden denetime piyasaya bırakıyor.

Düzen içinde bir hukukumuz var ama nereye kadar…

Pozitif hukukun eksiksiz, yerinde, yolunda, etkin olması ya da eksik, belirsiz, öngörülemeyen, eşitsiz, adaletsiz düzenlemeleri içermesi farklı gerekçelerle tartışılabiliyor, farklı görüşlerin konusu olabiliyor. Tanımlar, buyruklar, görev ve sorumluluklar, yasaklar, yaptırımlar hukuk belgeleri içinde duruyor ama bunların kimlere nasıl uygulandığı veya uygulanmadığı, savsaklanması, boşa düşürülmesi, farklı uygulamalara ve ayrımcılığa yol açan pratiği o sözlerden daha önemli, daha yaşamsal.

Hukukumuzda afet; “Toplumun tamamı veya belli kesimleri için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, normal hayatı ve insan faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan doğal, teknolojik veya insan kaynaklı olaylar” olarak tanımlanıyor.

Afet olayın kendisi değil, doğurduğu sonuç.

Hukuktan “risk azaltma” ve “risk yönetimi” başlıklı iki tanım daha eklersek durum daha net ortaya çıkacak.

Risk azaltma: “Belirli bir kesim veya alanda geliştirilen afet senaryolarına göre, olası risklerin önlenmesi, kabul edilebilir ölçülere indirilmesi ya da paylaşımı amacıyla alınacak her türlü planlı müdahaleyi; “risk yönetimi”: “Ülke, bölge, kent ölçeğinde ve yerel ölçekte risk türleri ve düzeylerini tespit etme, azaltma ve paylaşma çalışmaları ile bu alandaki planlama esaslarını” tanımlıyor.

Doğal olayların fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, normal hayatı ve insan faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan bir sonuç doğurmasının, afete neden olmasının nedeni insan etkisi. Afet, yine insan etkisiyle, risk azaltma ve yönetimiyle önlenebiliyor, en azından kabul edilebilir ölçülere indirilebiliyor. Bunun için de her alanda, her türlü ekonomik, fiziksel ve sosyal planlama esaslarının belirlenmesi ve planlı müdahalenin eşgüdümlü olarak yapılması gerekiyor.
Hukuk, doğa kullanımında, yerleşmelerde zemin yapısı ve/veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riskini, “afet riski” olarak tanımlanıyor.

Doğa olayının afete dönüşmemesi olanaklı. Afet riskinin önlenmesi olanaklı. İnsan aklının, bilimin, teknolojinin bu alana yönelik ortak, bütünsel kullanımı olanaklı.

Bireyselliği aşan ortaklaşa ve zincirleme sorumlulukta ideolojinin, siyasetin, hukukun; yasama, yürütme ve yargıdan oluşan yetkili organların; merkez ve yerelden oluşan idarenin; bu bütünlük içinde görevli, yetkili ve sorumlu olanların; planlama, programlama, uygulama, eşgüdüm, öngörebilme, bilimsel/teknolojik gelişmelere uymanın; önlem almanın; her türlü karar, eylem, işlem ve denetimin amacına ulaşmasını sağlama süreçlerinde özel/kamu ayırmaksızın mecburiyet, yükümlülük söz konusu.

Buradaki siyasal, ekonomik, hukuksal, sosyal durumlar, görev ve yetkiler, eylem ve işlemler kamu yararı amacına yönelik, toplum yararına aykırı olamaz. Doğa ve insan arasındaki, insanlar arasındaki ilişki ve toplumsal gerçeklik, yükümlülüklerde hareketsizliği, eylemsizliği, suskunluğu, kayıtsızlığı, göz yummayı, olumsuzluğu, ayrımcılığı kabul etmez. En ufak sapma ve savsaklama dahi doğanın ve insanların yaşam hakkının katlini, afeti getirir.

Günlük yaşam bu düzen içinde sürüyor. Ancak, afeti adına siyaset denilen siyasetsizlikle, adına hukuk denilen hukuksuzlukla, adına sorumluluk denilen sorumsuzlukla önlemeye kalkışmanın, konuyu “yandaki bina yıkılmadı ama” basitliğine sıkıştırmanın sonucu insanlığın, bilimin ortak aklını sömürücülerin, rantçıların, kârdan başka düşüncesi olmayanların, işgalcilerin, çıkarcıların aklına teslim etmektir, düzene bağımlı olmaktır.

Sermaye sınıfının ve siyasetinin demokratik hukuk devletine çağrı yapması sorunu çözmeye değil aktarmaya yarıyor. Demokratik hukuk devletini parmak sayısının esiri yapanlar, bilimi de sermayenin hizmetine bırakıyor.

Doğal olaylar bilimsel olarak öngörülüyorsa, teknolojik ve insan kaynaklı eylemler, yükümlülükler, güvenlik ve koruma önlemleri, bilimsel/teknolojik gelişmelere uyma, hukuk ve yönetim oluşturma, planlama kimlerin aklında ve elinde, kimler için?

Doğal olaylar öngörülebildiği halde hukukta, planlamada, eşgüdümde, yerleşme ve yapılaşmada, denetimde yalnızca pozitif yükümlülükleri yerine getirmemek değil, ayrımcılıkla yerine getirmek veya eylemsiz kalmak da doğaya ve insanlığa karşı suç. 

Doğal olayların afete neden olmasının, bilimsel, teknolojik, siyasal, hukuksal ve yönetsel iş ve işlemlerdeki eşitsizliğinin, eylemsizliğin temelinde sınıfsallık var.

Hukuk tanımlıyor, düzenliyor ama aynı hukuk kamusal hizmeti ve toplumsal yararı sermaye sınıfının yararına, eğitimden sağlığa, yerleşmeden yapılaşmaya, yönetimden denetime piyasaya bırakıyor. Aynı hukuk liberal anlayışı, ihale düzeniyle sermayeye aktarmaları, doğa katliamlarını, barınma hakkının satış ya da kiralamaya teslimini, imar aflarını meşrulaştırıyor. Aynı hukuk insan yaşamının piyasaya ve dinciliğe tesliminin yolunu açıyor. Devlet ve hukuk sermayeye bağlı iken bu yapıdan kamu hizmeti ve yararı beklemek yanılsamadan başka bir şey değil.

Afet, ideolojisiyle, siyasetiyle, hukukuyla, yasama/yürütme/yargısıyla, merkezi ve yerel idaresiyle, eylemi ve eylemsizliğiyle, doğa ilişkisiyle ve toplumsal ilişkilerin eşgüdümüyle bütünsel ve çözümü de kamusal. Piyasayla, dinle, milliyetçilikle, ayrımcılıkla, sömürüyle çözüm olanaksız.

Yaşam hakkının, insanın maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirmenin, sağlıklı bir doğada insanca yaşamanın özü bireyle ve egemen sınıfla sınırlı değil, toplumsal. Toplumsallık “yurttaş” olmayla, bütünsel, eşitlikçi, adaletli, dayanışmacı, bağımsız, laik ve egemen yurttaşlıkla anlam kazanır. 

Ekonomi politiği sömürü olan düzenin yerine konulacak olan sınıfsız ve sömürüsüz toplum emekçilerin ortak aklının ürünü olacak.