"Duvara bantlanmış bir muzu 120 bin dolar etiketli sanat eserine çeviren ve zamanla değerini milyonlara yükselten şey, insandan maymuna dönüşte sermayenin rolü olsa gerek."
Muhibbî mahlasıyla şiirler döktüren Kanunî, “cümlenin maksudu bir, amma rivayet muhtelif” der ve bunu sevgiliyi farklı tariflerle övmeyle örnekler ya, çıkarılması beklenen ortak “hisse” biraz belirsizse de, “kıssa”ları yani anlatılan hikâyeleri farklı bir maceradır bir mahkûmun ve böceğinin yaşadıkları… Anlatıcıya göre suçu değişen bir mahkûm, cinsi değişen bir böceği (genelde uğurböceği, ki böylesi ironik), aynı hücrede geçirdikleri uzun yıllar boyunca uğraşarak içeriği değişen bir hünere kavuşturur. Dans eden ya da şarkı söyleyen, keman çalan böceğini, hava delikli bir kibrit kutusuna koyarak cebinde dışarıya çıkaran mahkûm, yıllar boyu, böceğinin bu hüneriyle kazanacağı parayı ve şöhreti düşlemiştir. Özgürlüğe adım attığı günü, cebinde beş kuruş olmasa da, bir barda iki tek atarak kutlamaya karar verir. Nasıl olsa böcek gösterisini yapacak ve para derdi kalmayacaktır. İçkisini söylediğinde barmenin bu kılıksız müşteriye kuşkulu baktığı da gözünden kaçmamıştır. Dersini vermek ister. Sırıtarak cebinden kibrit kutusunu çıkarır, yavaşça açar ve böceği ilk profesyonel gösterisi için usulca, dikkatle tezgâha bırakır. Sanatçısını sunmak için, “barmen, şu böceği görüyor musun?” demesiyle kadehleri kurulayan barmenin, elindeki bezle ezdiği böceği tezgâhtan süpürmesi ve kibarca “pardon bayım” demesi bir olur. İşte animasyonunun son ve uzun durağan sahnesinde, mahkûmu, kadehe değmiş dudaklarında donmuş sırıtışla ve anlamsız gözlerle boş bar tezgâhındaki özsu lekesine kıpırtısız bakarken gördüğümüz hikâye bu kadardır. Bir “pardon bayım”la harcanmıştır yıllar, sabırlı emekler ve hayaller…
Maurizio Cattelan’ın ‘Duvara Bantlanmış Muz’ adlı çalışmasını 6,2 milyon dolara satın aldıktan sonra yiyen kripto paracı Justin Sun haber olunca, aklıma bu “kıssa” geldi. Düşünsene, ortaya bir eser çıkarmışsın emekle, zihin yormuşsun, herifin biri gelip onu yiyor!
Fark şuradaydı ki, Justin Sun, “duck tape” gri bandı sökerken, duvardan ayrılan muzu düşmeden tutarken, kabuğunu soyarken, küçük ısırıklarla mideye indirirken, “pardon bayım” dememişti. Cattelan da bütün bunları ağır gösterim izleyip, donakalmamıştı. Barmen kendi hatası sandığı şeyi özürle telafi ederken, Sun, kendisi için yapılmış şeyi gururla sahipleniyor, mahkûmun dünyası yıkılırken, sanatçı amacına ulaşıyordu.
Duvara bantlanmış bir muzu 120 bin dolar başlangıç etiketli sanat eserine çeviren ve zamanla değerini, aman, fiyatını milyonlara yükselten şey, bunun sanat değil kepazelik, eser değil çöp olduğu görüşleri dahil –hatta daha çok bu görüşler sayesinde– öfke çekmesi, dalga geçilmesi, üzerinde konuşulur olmasıydı. “Reklamın kötüsü olmaz”dı ve bu ikonikliği engellemezdi.
Eser üç versiyon halinde üretilip sergilendiğinde, önce bir servete satılmasıyla, sonra performans sanatçısı Datuna tarafından sergi duvarından sökülüp yenilmesiyle (“aç sanatçı” performansı, polisi katmıştı işe. “Aç” neydi ya?) gündemde kalmıştı. Üstelik, bütün dünyada benzer üretimlere, marka pazarına ilham olmuştu. Adıyaman’da camekâna bantlanan çiğköfteyle hiçbiri yarışamadı ama ustanın yoğururken harcadığı sanatsal emek de karşılığını bulamadı.
Tartışmalara, Can Yücel’in “sanat sevici”leri, sıradanın yüzeysel tepkisine derin anlamlar katarak dahil oldu elbet.
Cattelan’ın eserleri müthiş hiciv içeriyordu! Milano’daki borsa binasının önüne yerleştirdiği ortaparmak heykeli (L.O.V.E.), kanalizasyon sistemine bağl altın klozet (America) sanat galerisi müdürünü duvarda bantla çarmıha germesi (Mükemmel Bir Gün) gibi çalışmalarla kurumsal yapıları eleştiriyor, sistemle oynuyor, sermayeyle dalga geçiyordu. Her semt manavında üç kuruşa bulunan ve çürüyüp gidecek, kalıcılığı olmayan muza para döken burjuvazinin ahmaklığını, açlığın kol gezdiği dünyada zenginlerin sınırsız ve boşa saçılan servetini, gelir adaletsizliğini tartıştırıyor, sınıflararası uçurumu gösteriyordu.
Tabiî işin bu yönlerini, gerekli olsa, benden çok daha iyi değerlendirecekler var. Belki de doğrudur. Ama konunun “sanat dünyası” düzleminde olduğundan emin değilim. Değişecekti, plastik sanatlar tanımı, kullanılıyor mu hâlâ? Aa, bak muz plastik olaydı… Puf.
Duvara bantlı muz eserinin adı “Comedian” imiş. İroni tehlikeli şeydir. Gani Müjde’nin senaryosuyla, Ertem Eğilmez’in Yeşilçam melodramlarını hicvettiği ‘absürt komedi” filmi “Arabesk”in gördüğü büyük ilgi, bu hicivci yanı kaynaklı mıydı yoksa o filmlerin bütün atraksiyonlarını iceriyor olması nedeniyle miydi, epeyce tartışılmıştı. Yani, bu arabesk temalarla dalga geçen, ironik filmi düzden okuyup seven izleyiciler de olabilir miydi ki?
Ya da, bantlı muzla alay etmek için fotoğraf çektirip paylaşanlar üzerinden olduğu gibi, komik fragmanlarla bir kültür yeniden mi üretiliyor, sevimlileşiyor, dolaşıma giriyordu? Ne bileyim…
Kripto para platformu TRON'un kurucusu Justin Sun 6,2 milyon dolara aldığı “eseri” yemeye hazırlanırken, “Ben Justin Sun, Maurizio Cattelan'ın ikonik eseri ‘Comedian'ı 6,2 milyon dolara satın aldığımı paylaşmaktan heyecan duyuyorum. Bu sadece bir sanat eseri değil; sanat ve kripto para topluluğu dünyaları arasında köprü kuran kültürel bir fenomeni temsil ediyor. Bu eserin gelecekte daha fazla düşünce ve tartışmaya ilham vereceğine ve tarihin bir parçası olacağına inanıyorum,” demiş ve eklemiş: “Ayrıca önümüzdeki günlerde, bu eşsiz sanatsal deneyimin bir parçası olarak muzu bizzat yiyeceğim ve hem sanat tarihindeki hem de popüler kültürdeki yerini onurlandıracağım”. Müthiş ifadeler değil mi? “Geldim, gördüm, yendim” kadar tarihsel. Ben Justin Sun… Satın aldığımı paylaşmaktan… Bizzat yiyeceğim ve onurlandıracağım… Sanat ve para köprüsü… Müthiş, müthiş… Efendi hitabı tam… Ya da, ironik yaklaşımı güçlü, kendisini ti’ye alan bir burjuvadır, tanımıyorum, muzip bir suratı var elhak.
Sonra şapur şupur yemiş eseri, videoya çeke çeke. Sindirim sonrası onurlandırma ve sanat tarihindeki, popüler kültürdeki yerine koyma faslı henüz kamuoyuna yansımadı. Gayet ironik bir merakla bekleniyor.
İlk defa değil aslında bu onurlandırma, zaten sergilenirken de, muz ikide bir çürüdükçe, değiştiriliyormuş. Çöpe atılmıyor da tarihe kaydediliyorsa, eskileri de yeniyordur. Sanatçısı değil, eseri yaşlanıp ölüyor ve öldükçe yerini başkası alıyor. İroni mi lazımdı, eserin mideye inmesinden başka? Dorian Gray mi, yok artık…
Yalnız kötü haber şu ki, son yenilişi oldu bu muzun. Eskiden olduğu gibi, manavdan bir yenisi alınıp bantlanamayacak artık. Sun, bu fikri de satın almış ve böylece eseri ebediyen gömmüş. Şeye, tarihe…Burjuvazi de salak değil hoş, ne o öyle habire röprodüksiyon?
Muz, “ünlü eser”leştiğine hiç aldırmadan çürüyordu, çünkü organikti. O doğası gereği çürüdükçe, burjuvazi fiyat yükseltebiliyordu, çünkü insanlığı muz deyince ilk akla gelen canlıya dönüştüren, doğaya aykırı bir sistemin dünyasındaydık. Ölüm döşeğinde zombilik taslayan bir sistemin. Dokunduğu, temas eden ne varsa, “kendisini dalgaya alan”lar dahil, çürüten, sadece zor yoluyla yıkmaya cüret edenlerden, teğet bile geçmeyenlerden korkan bir sistemin.
Engels, yarım bıraktığı ama bununla önemini yitirmeyen (liberal küfürbazların hadsizliği hariç), “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü” makalesinde, yağma ekonomisinin bu geçişe güçlü bir biçimde katkıda bulunduğunu söyler. Yağma ekonomisi, yiyecek bitkilerin sayısının sürekli olarak çoğalmasına yol açmıştı ve bunun bedene kimyasal etkileri, bu süreçte emek kadar rol oynamıştı…
Duvara bantlı muzu, hem de buna öfkelenen insanlar üzerinden pazarlamayı, insanı, bir masum muzu bile kirleten binbir yöntemi, aynı makaledeki “bir fabrikatör ya da tüccar, ürettiği ya da satın aldığı metaı normal bir kârla satarsa, durumdan hoşnuttur ve metaın ve alıcısının sonradan ne olacağı onu ilgilendirmez” saptamasıyla birlikte işlesek, bu yazıya, “İnsandan Maymuna Dönüşte Sermayenin Rolü” gibi çook yaratıcı bir başlık konabilirdi.
Tüccar tamam, malıyla ilgilenmesin de, sanatçı, eserinin dışkıya dönüşüp yok olmasıyla ilgilenmez mi yahu?
Maymundan insana geçişin olumlusu yağma ekonomisi, tersine dönüşün de mimarı olacakmış, Engels uyarmış tee o zaman, “normal bir kâr” derken kullandığı ölçütten eser kalmasa da…
Engels’in, “atalardan kalma” yağmacılığının, “modern kapitalizmin insanı”nda dürtü ötesinde bir şey bırakmaması, Cattelan muhalifliğini Justin Sun onurlandırmasına vardırmış olsa gerek.
Böceği öldürülünce dünyası yıkılan mahkûmun suçu, hikâyeyi anlatana göre değişebiliyor. Ama besbelli ki, hayallerinin karartılmasıyla, çok geçmeden yeniden bir hücre arkadaşı arayacak. Peki eseri kripto paracı tarafından dışkıya dönüştürülecek sanatçının zafer kazanmışlık suçu “ironik sistem eleştirisi”yle affa uğrar mı?
Bu muz eserinin böceklenmeli versiyonunu yazmalı bir ara …