İktidarlardakilerin iş görme biçimi, eğer işler iktidarı koruma noktasına gelip dayanırsa, Cumhuriyetin simgelerini sizden fazla sahipleniyormuş gibi davranma kodlarını kolayca sahiplenmeyi de içerir.

Düşman tanımlıysa, savaşmak daha kolaydır

30 Ağustos Zafer Bayramı'nın 99. Yıldönümünü andığımız bu günlerde başlığımıza uygun düşen örneği de oradan vererek başlamalıyız. Şöyle de başlatabiliriz: Dış düşmana karşı savaşmak, içerdeki daha belirsiz iç düşmana karşı savaşmaktan daha kolaydır. Bunun nedeni, eğer varsa, içerdeki "düşman" konusunda kafaların karışık olması ve herkesin (veya her grubun veya sınıfın) kendine göre bir tanımının olmasıdır.

Dış düşman da her zaman kolayca tanımlanamaz. Eğer düşman(lar) işgalci bir güçse görece daha kolaydır. Orada bile fark olur: İstanbul'u işgal eden İngilizler'e tepki, İzmir'i işgal eden Yunan ordusuna gösterilen tepkiden daha azdır. Çünkü birincisi I. Dünya Savaşı'nın kazananı olan ve daha üstte görülen hegemon emperyalist güçtür; ikincisi Osmanlı'nın eski bağımlı halklarından birinin emperyalizme sırtını dayamış ordusudur; üstelik intikamcı ve (İngiltere'nin onayıyla) yayılmacı bir işgal siyaseti gütmesi beklenir (nitekim öyle de olacaktır).

Dış düşman doğrudan işgalci bir güç değilse, onun "düşmanlığını" anlamak ve anlatabilmek daha fazla soyutlama/analitik düşünce gerektirecektir, ki kolay değildir. Hele, kastettiğiniz somut ülke/ülkeler değil de emperyalizm gibi kapitalist sistem tanımı ve öncelikle ekonomik kategoriler üzerine oturan (askeri görünürlüğü kaçınılmaz olmayan) bir kavramsa, işiniz biraz daha zor olacaktır. Bugünkü dünyada emperyalizmin hükmünü bu kadar rahatça sürdürmesinin başka nedeni de yoktur zaten. Üstelik sırtındaki kamburların (Vietnam, Şili, Irak, Suriye, Afganistan...) çokluğuna rağmen. 

Düşmanın tanımlı olması da yetmez, doğru tanımlanmış olması gerekir. Peki kime göre doğru? Eğer Marksist bir analizden hareket ediyorsanız, burada kişiler/gruplar ve onlar üzerinden yansıyan öznellikler değil, sınıflar analizi üzerinden yansıyan nesnellikler söz konusu olacaktır ve "doğru" kavramının göreliliği daha kolay aşılabilecektir. Buradan bakıldığında ve basite indirgendiğinde, toplumların en geniş  kesimlerini oluşturan (mal veya hizmet üreten) emekçi sınıfların ortak düşmanları -en genel soyutlama düzeyinde- iç ve dış sermaye sınıfları olacaktır. Emekçilerin ortak çıkarı, sömürüye dayalı kapitalist sistemin aşılmasıdır. Aslında bu artık tüm insanlığın da çıkarınadır, çünkü kapitalist sistem altındaki doyurulamaz zenginleşme ve kâr hırsının aşılamaması halinde, insanlığın sonunu getirecek iklim, çevre felaketleri ve toplumsal kaosun kapıları sonuna kadar açılacaktır. 

Bu yalın gerçekliğin görünmez kılınması için sermaye adına sayısız girişimler yapılır. Örneğin iklim krizinin bir efsaneden ibaret olduğuna dair karşı-görüşlerin yayılması için akıl almaz paralar harcanır; sahte araştırmalar yaptırılır; medya tekelleri yalan makinası gibi çalıştırılır. Veya iklim/çevre krizine karşı, neoliberal anlayışa uygun olarak "çevreyi kirleten parayı öder!" çerçevesinde parasal yaptırımlar getirilerek sözde mücadele edildiği izlenimi verilir. 

Ama hepsinden daha önemlisi, sahte düşmanlar icat edilerek toplumların ve özellikle emekçi kitlelerin önüne atılmasıdır. Yabancı düşmanlığı bunun her zaman iş görür araçlarının başında gelir. İlla sığınmacı kitlelere dayanılması da gerekmez, ki zaten tarihsel olarak bu şimdiye kadar özel bir durumdu. Irkçılığı yahudi düşmanlığı üzerinden köpürtebileceğiniz gibi, ülkenin kadim halkları (örneğin Türkiye'de Kürtler) üzerinden de oynamak isteyebilirsiniz. Dahası, Avrupa'da olduğu gibi, sermayenin ucuz işgücü taleplerinden hareket ederek ülkeye tüm legal koşulları sağlanarak davet ettiğiniz yabancı işçiler üzerinden de günü geldiğinde bir yabancı işçi düşmanlığını kışkırtmak işinize gelebilir. 

İlk kıvılcımı sermaye kesimlerinin çakması da gerekmez. Toplumdaki eğilimler, işsizliğe, sosyal hakların budanmasına ve ücretlerin baskılanmasına karşı sola açılma yönünde uç verirse, bunu denetim altına alıp mecrasını değiştirmenin en etkili yolu olarak yabancı işçi ve göçmenleri en çok sömüren sermayenin bir "yabancı düşmanlığı" kartını elinin altında kullanıma hazır tutması olacaktır. Sermaye, bu ikiyüzlülüğünün hesabını kimseye vermek zorunda değilmiş gibi de hareket eder. Sosyalist partilerin güçlenmesi ile yabancı/göçmen düşmanı faşist partilerin güçlenmesi arasındaki tercih, sermaye açısından net bir biçimde ikincisinden yana olacaktır. Yüzyıldır oynanan bu oyunu bozmak, işçi sınıfına ve onun öncü siyasal örgütlerine düşmektedir.

***

Tekrar Başkomutanlık/Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin 99. Yıldönümüne döner ve örneğimizi oradan sürdürürsek, Türkiye'de bugün aydınlanma ve Cumhuriyet düşmanı bir iktidar yapılanmasına karşı mücadelenin, dün işgalci Yunan ordusuna karşı verilen mücadeleye kıyasla daha büyük belirsizlikler taşıdığını görürüz. Her ne kadar bugün iktidardakiler "keşke Yunan kazansaydı" diyen Cumhuriyet devrimlerinin düşmanlarına hayranlıklarını gizlemiyor olsalar da; resmi bayramları kutlamamak veya sönük geçiştirmek için ellerinden geleni yapıyorlarsa da; Atatürk'ün adını anmamak, hatta onun yer aldığı tarihi resimleri bile kolajla çarpıtmaya girişmek gibi akılalmaz işlere girişiyorlarsa da; asıl kötülüklerini eğitimi, kamu yönetimini ve toplumu dincileştirmek ve ülke bağımsızlığını haraç-mezat pazarlamak üzerinden icra etmektedirler. 

Dolayısıyla, iktidarın Atatürk düşmanlığını ve benzeri düşmanlıklarını elbette sürekli teşhir etmek gerekir. Ama oraya takılıp kalırsanız, iktidar yetkilerinin takiyyeleriyle başedemezsiniz. İktidarlardakilerin iş görme biçimi, eğer işler iktidarı koruma noktasına gelip dayanırsa, Cumhuriyetin simgelerini sizden fazla sahipleniyormuş gibi davranma kodlarını kolayca sahiplenmeyi de içerir. O zaman bütün silahlarınız elinizden alınmış olmaz mı? O halde, toplumun biraz daha içerikli bir muhalefet biçimini talep etme hakkı yersiz midir? İktidarın Cumhuriyet düşmanlığı kadar derin olan bir başka niteliği azgın bir emek düşmanlığıdır. Bu durumda, hiç olmazsa anamuhalefetin tabanının kendi parti yönetimlerine emeğin taleplerini eksene alan ve emperyalizmin mali sömürüsünden kopuşu içeren bir mücadele tarzını dayatması zamanı gelmemiş midir?