Şimdi bu koşullarda nereye yatırım yapmalı?

Altına mı, dövize mi? Emlağa mı yoksa?

Dünyanın hali ve nereye yatırım yapalım?

Geçen gün mahallede bir esnafla konuştum, bana dünyanın nereye gittiğini sordu. Ayaküstü ne kadar olursa o kadar anlatmaya çalıştım. Dinledi, dinledi, sonra “Nereye yatırım yapmamı önerirsiniz?” diye sordu.

Bu beklenmedik sorunun hiç de bizim esnaf arkadaşa özgü olmadığını biliyorum. İşlerin iyiye gitmediğini insanlar seziyorlar ve bireysel bir kurtuluşu kafalarında çeviriyorlar, birikmiş para, sulak bir yer, yurt dışı...

Yazının sonunda soruyu yanıtlayacağım, ama şimdiye kadar bu köşede yazılanları çok kısaca özetleyelim.

1989’da emperyalist sistem görülmedik bir zafer kazandı, 20. yüzyılda emekçi sınıfların cesareti ile kurulan sosyalizm bir karşı-devrime yenik düştü. Sovyetler Birliği’nde burjuva düşüncesinin uyanması ve topluma ait üretim araçlarına göz dikilmesi, Ekim Devrimi’nden sonra onun itkisiyle ortaya çıkan burjuva devrimlerinin doğal ihaneti ve köylü devrimlerinin kapitalizme rücu etmesiyle insanlık karanlık bir döneme girmiş oldu.

Karşı-devrim sosyalizmin bayrağı altında yaşayan halkları perişan ederken, kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı kazanımları neo-liberal saldırı ile bir bir ellerinden alındı. Saldırı hem sosyal güvenlik, sendikalaşma, nitelikli iş gibi haklara hem de insanların aklına yöneldi. Gericiliğin her biçimi topluma enjekte edilirken burjuva bencilliği emekçi sınıfların içinde bile hâkim düşünce haline geldi.

ABD patronajındaki emperyalist düzen sermayenin önünde hiçbir ulusal engel tanımayacak şekilde bir “küreselleşme” tarif etti.

Zafer çok büyüktü, “mükemmel bir emperyalizm” sonsuza kadar sürecek, büyük şirketler tarifsiz bir kazanım içinde olacak, işçi sınıfı çektiği acıları ve kayıpları anlayamayacak kadar sersemlemiş olarak kalacaktı. Emperyalist rekabet sınırlı olacak, ABD patronajı bu sonsuzluğa eşlik edecekti.

Ancak “mükemmel bir emperyalizmin” imkânsız olduğu kısa bir süre içinde anlaşıldı. Belirgin bir karşı-devrim yaşanmayan Çin Halk Cumhuriyeti arka arkaya gelen reformlarla kapitalizme geçiş yaptı, öyle hızlı bir sermaye birikimi yaşandı ki, Çin başlıca bir rakip unsur olarak belirdi. Yaratılan serbest bölgelerde yüz milyonlarca köylünün ucuz emek gücü olarak yığılması ve kuralsız çalıştırılmasına dünyanın her yerinden sermaye sınıfı akın etmişti. Dünyada üretimin merkezi batıdan doğuya kaydı, tedarik zincirleri son 30 yıl içinde yeniden tanımlandı.

ABD’de 2008’de kendini gösteren ve mali sektörün çöküşüyle giden kriz aslında kapitalizmin yapısal krizinin doğal sonucuydu. İşçi sınıfının bu olayı devrimci bir şekilde karşılayacak örgütlü gücü hazır olmadığı için kriz başka bir şeye evrildi ve adı kondu: Emperyalist hegemonya krizi.

Çin hızlıca bir hegemonya projesi olan Kuşak ve Yol’u ileri sürdü, Şangay İşbirliği Örgütü kuruldu, ABD hegemonyasına karşı çıkarlarını korumak isteyen ülkelerin sermaye sınıfları BRICS adı altında bir araya geldiler, kendi mali örgütlerini şekillendirdiler.

Karşı-devrimci Rusya’nın egemenleri Batıya bağımlılığa karşı toparlandı, kendi egemenlik alanlarını korumaya ve Soğuk Savaş deneyimiyle oluşan askeri yeteneklerini bir avantaj olarak kullanmaya başladı. Çin’in henüz Batı emperyalizmi karşısında yeterli olmayan askeri gücüne karşı bir koruyucu kalkan görevi üstlendi.

2011’de ABD stratejik olarak Çin’de birikmiş olan sermayeyi değersizleştirmeyi göze aldığını dünyaya ilan etti.
Emperyalist hegemonya krizi 2015’te Rusya’nın Suriye’de Batı emperyalizminin komplosuna karşı müdahale etmesiyle bir emperyalist paylaşım savaşına döndü.

Batı emperyalizminin Ukrayna kışkırtması, Rusya’nın Ukrayna topraklarında yaptığı operasyon ve ilhak girişimiyle paylaşım savaşı niteliği kazandı. Ukrayna savaşı NATO ve Batı emperyalizminin Rusya’ya karşı Ukrayna halkının kullandığı bir vekalet savaşı halinde sürüyor halen.

ABD’nin Ukrayna savaşından birçok kazanımı oldu. Başta doğalgaz piyasası olmak üzere Avrupa piyasasını ele geçirdi, farklı yönlere bakan ulusal sermaye sınıflarını Almanya öncelikli olmak üzere savaşa ikna etti ve bir zafer garantisi sundu.

Ama Ukrayna savaşının en önemli kazanımı batı ve doğu cephelerinin ikisinde birden savaşma özürlü Rusya’nın Batı cephesine gömülmesi ve bir Pasifik savaşında Çin’i desteklemekte zorlanacak olmasıydı.

ABD müttefik ilişkilerini bir Pasifik savaşına hazırlamaya başladı. Avusturalya ve Japonya askeri harcamalarını görülmedik şekilde artırdılar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra pasifist olarak kalan Japonya tepeden tırnağa silahlanmaya başladı.

Dünya 2023’e ne zaman patlayacağı belli olmayan bir Pasifik cephesinin hazırlığı ile girdi. Dünya emekçi halklarına karşı açılmış akılsız ve acımasız savaşın bir felakete yol açacağını bilmeyen yok. Ama emperyalist rekabet insanlığı bu felakete olanca aptalığı ile sürüklüyor.

Buna karşılık enerji ve gıda güvenliği krizi, yaşam pahalılığı bütün dünyada emekçi halkları sıkıştırdı. Yaşananlar üzerine düşünmeye itti, ayaklanma eğilimlerini yeniden canlandırdı.

Emekçi halkın öncüsü işçi sınıfı tarihte bir kez daha ayağa kalkmaya başladı. ABD’de, İngiltere’de, Avrupa’da, illaki Türkiye’de direnişe geçti. İşçi sınıfını tutan düzen sendikacılığı aşılmaya başlandı. Otuz yıldır örgütsüz olarak çalışan işçiler örgütlenmenin yaratıcı yollarını keşfettiler. Burjuva bencilliğinin dar sınırları aşılmaya başlandı. Öncü işçiler sadece ekonomik mücadeleye değil, siyasi mücadeleye de yöneldiler. Düzenin sınıfı içeride tutacak ideolojik/iktisadi olanaklarının sınırlandığı görüldü. Sermaye Türkiye’de olduğu gibi inandırıcı düzen içi alternatifler üretmekten uzak düştü.

Bütün bunlar yaklaşan felakete rağmen yeni bir dünya yaratmanın olanaklarını sundu insanlığa.

Şimdi bu koşullarda nereye yatırım yapmalı?

Altına mı, dövize mi? Emlağa mı yoksa?

Ülke değiştirmeye?

Oysa böyle bir dünyada bireysel kurtuluş yok.

Yatırım yapılacak tek şey emekçi sınıfların örgütlülüğüdür.

Örgütlü olan hem kendisinin kurtuluşu hem insanlığın geleceği için tek gerçekçi olan eylemi yapmış olacak.

Bu davet bizim.