Önümüzde sadece bir seçim yok, insanlığın geleceği söz konusu. Oylar ve toplumsal enerjimiz bu geleceği kuracak olanlara.

Dünya ve Türkiye’nin nereye gittiğini bilmek

Seçim süreci tedirginliklerle yürüyor, siyasi düello şiddetleniyor, akıllar bir oraya bir buraya gidiyor. Argümanlar her gün yüz binleri bir yerden başka bir yere sürüklüyor. Ayrıntılar, vaatler, polemikler havada mermi gibi uçuşuyor, akılları vuruyor.

Böyle anlarda biraz yükselmek ve tarihsel sürecin neresinde olduğumuza kuşbakışı bakmak çok yararlı olur.

Ayrıca bu köşede yazdıklarımızı toparlamak için de bir fırsat sunar.

İzleyenler biliyorlar, bu köşenin temel tezi içinde bulunduğumuz ve 23 yılını çoktan geride bıraktığımız 21. yüzyılda dünyanın bir sosyalist devrim dalgası ile karşılaşacağıdır.

Bu tez umudun kaynağıdır, her gün başka bir yere sürüklenmenin panzehiridir.

Nereden biliyoruz?

Dayanaklarımız var bu tez için:

a) Devrimler denizin kıyılara vurması gibi dalga dalga gelir

Başka bir deyiş ile dalgalar kıyıya vurduktan sonra geri çekilir ama sonra tekrar gelir.

Devrimler sınıf mücadelelerine bağlıdır, devrimci sınıfın galibiyetini onaylar ama sınıf mücadelesi durmaz, gerici sınıflar bir yere kadar tekrar güç toplarlar.

Örneğin bir burjuva devrimi olan Büyük Fransız Devrimi’nden sonra, önce Napolyon İmparatorluğunu ilan etmiş, 1815’te ise hanedan geri gelmiştir. 

Ekim 1917’den sonra geçen yüzyılda patlayan sosyalist devrim dalgası da nerdeyse dünyanın üçte birine yayıldıktan sonra geri çekildi. İşçi sınıfı burjuvaziye göre ideolojik ve örgütsel olarak güçsüz düşmüştü.

Şimdi 30 yılı aşan ve tamamen sermayenin tahakkümü altında geçen bir gericilik döneminin içindeyiz. Bu kadar uzun sürmüş bir gericilik ve çürüme döneminden sonra emekçi sınıfların sırtında yükselecek bir devrim dalgası beklemekte haksız mıyız?

b) Toplumsal yapıda işçi sınıfının etkileyici büyüklüğü ve potansiyel gücü

Yüz yıl önce sosyalist devrim patlak verdiğinde henüz işçi sınıfı oldukça cılızdı. Kuzey Avrupa ülkelerinde ve ABD’de bile nüfus içindeki yüzdesi %50’yi belki ancak buluyordu. Dünyanın tümüne bakınca bir tarım toplumuyla karşılaşıyorduk, tüm dünya nüfusunun %90’ından fazlası köye ait sınıflara dâhildi.

Temel gelirinin ücrete dayandığı her kişiyi pratik olarak işçi sınıfı üyesi olarak aldığımızda bugün dünyada devleşmiş bir işçi sınıfı ile karşılaşıyoruz. Ücretli iş bekleyen işsizleri, emeklileri ve ücretli bir ailenin fertlerini de kapsayan işçi sınıfı toplumun en büyük bölmesini oluşturuyor. Sorun önemli bir kısmının örgütsüz olması ve davranışlarının egemen ideolojiler tarafından yönlendirilebiliyor olmasından kaynaklanıyor.

c) Özel mülkiyetin niteliğindeki dramatik değişiklik

Yukarıdaki maddeyle ilişkili kır/kent ve özel mülk sahibi/işçi sınıfı oranları değiştikçe aslında mülkiyetin niteliğinde de bir dönüşüm olur. Geçen yüzyılın başında hâkim olan mülkiyet biçimi toprağa dayanıyorken bugün modern fabrikalar, limanlar, havayolları, hastaneler, bilim merkezleri, hizmet zincirleri vb. ile çok farklılaşmış durumda. Üretim araçlarından azade mülksüz bir sınıfa karşı bunları elinde tutan çok minik ama asalak bir sermaye sınıfı toplumsal yapının esasını oluşturuyor.

Bu adaletsiz ve sömürüye dayanan sistem bir çeşit kölelik üretiyor. 

Ayrıca tüm modern üretim birimlerinin üretimin devamlılığı açısından birbirine bağlı olması toplumsallaştırmanın nesnelliğini taşıyor.

Bu durum aynı zamanda neden dünyanın ve Türkiye’nin yönetilemediğini de açıklıyor.

Örneğin, Türkiye’nin temel sorunu güçlü başkanlık sistemi değildir, esas sorun yürütmenin sermaye hareketleri karşısında hep güçsüz olmasıdır. Ancak faizle oynuyorlar, yoksa yürütme nereye nasıl yatırım yapılacağı gibi konularda plan yapmaktan tamamen aciz gözüküyor. Hemen yarınını kurtarmaktan başka düşüncesi olmayan bencil şirketler arasında parçalanmış ve yönetilemez hale gelmiş bir Türkiye ile karşı karşıyayız.

Bu köşede çok bahsettiğimiz ABD hegemonyasındaki çözülüş de bununla ilgili aslında. Çin’deki başta olmak üzere Asya’daki ucuz emek gücüne öyle bir üşüştü ki Batılı tekeller, hiçbir yönetici önünü göremez hale geldi. Şimdi karşılarına çıkan ve imha etmeye çalıştıkları Çin’deki sermaye birikimini bu ufuksuzlukları yaratmış oldu.

d) Savaş emperyalizmin arızi bir durumu değil doğal halidir 

Şu anda Ukrayna’da sürmekte olan vekâlet savaşının emperyalist paylaşım savaşının ilk aşamalarından olduğunun farkındayız.

Uzun bir süredir çaplı bir savaşın çıkmaması kapitalizm ile değil geçen yüzyılda sosyalizmin kazandığı mevzilerle ilgilidir. Bu akılsızlık, bu pervasızlık, bu kan içicilik sermaye sınıfının niteliğidir.

Bu akılsızlığı ve emekçi düşmanlığını aşmanın biricik yolu sosyalist devrim dalgasının bir yerden başlaması olarak gözükmektedir.

e) Sermayeden bağımsız işçi sınıfı siyaseti bugün çok daha yaygın 

Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde işçi sınıfı partileri ancak Avrupa ve ABD gibi sayılı kapitalist ülkelerde bulunuyordu ve hemen hepsi sermaye tarafından düzen içine çekilmişler, devrime olan ilgileri sınırlanmıştı. İstisnası olan Bolşevikler yaratıcı ve bağımsız siyasi hatları ile bütün dünyadaki emekçi sınıflara Ekim’i hediye ettiler.

Bugün de ister isminde “Komünist” ister “İşçi” olsun çok sayıda sermayeye bağımlı hale gelmiş parti bulunuyor dünyada.

Ama önceki maddelerle ilişkili olarak devrimini arayan ve işçi sınıfına ait bağımsız programının peşindeki siyasi partilerin sayısı yüzyıl önce ile karşılaştırılamayacak kadar çok.

Gece gündüz demeden çalışan ve emekçi sınıfları örgütleyen bu siyasetler bugün dünyanın tek umudu olarak kendini gösteriyor.

Bunlardan birinin Türkiye’de olması bu coğrafyanın büyük bir şansı olarak gözüküyor.

f) Ya barbarlık ya sosyalizm!

Bu köşede zaman zaman ele aldığımız bir konu da sosyalist devrim dalgası yerine bu asalak ve ufuksuz bencillerin dünyayı büyük bir yıkıma götürme olasılığıydı.

Barbarlık lafını sevmiyoruz, çünkü antik Yunan ve Romalıların kendilerinden olmayan her halk için kullandığı bir kavramdı.

Eğer sosyalizm dalgası bu yüzyıla damgasını vuramazsa yıkımın sonucu dünyanın tekrar feodal geriliğe dönmesi olacak. Sanayin ve ticaretin seyreldiği, toprak sahiplerine kulluk yapılan bir kölelik rejimi.

Oysa insanlığı sosyalizmin bayrağı altında olağanüstü heyecanlı bir atılım bekliyor.

Eşitliğin ve aydınlanmanın sağlanması, insanlığın geçen yüzyıl başlayan uzay yolculuğunda yepyeni olanakların elde edilmesi, yeni enerji biçimlerinin keşfi, iklim krizinin aşılması, yapay zekânın insana yabancılaşmadan kullanılması vb.

Önümüzde sadece bir seçim yok, insanlığın geleceği söz konusu.

Oylar ve toplumsal enerjimiz bu geleceği kuracak olanlara.

Emekçileri beş yılda bir sömürücülerden birine oy veren pasif varlıklar olarak görenlere değil onları tarihin yapıcısı olarak örgütleyenlere.