Rusya sermayesi Putin’in ağzından hem bir anayurt savunması söylemi geliştiriyor, hem de konvansiyonel olmayan yöntemleri sıkışırlarsa kullanabileceklerini ima ediyor.

Dünya savaşa sürüklenirken Türkiye nereye yönelecek?

Nazi Almanya’sının Kızıl Ordu karşısında yenilgisinde 2 Şubat 1943’te Stalingrad’ta uğradığı bozgunun kritik bir öneme sahip olduğu söylenir, rüzgârın döndüğü andır. Nazi ordusundan 300 bin asker generalleri ile birlikte teslim alınır.

Putin Stalingrad zaferinin 80. yıldönümünde Stalingrad’taki (ismi sonradan Volgograd olarak değiştirildi) Sovyet anıtını ziyaret etti ve “bir kez daha Alman tankları tarafından tehdit ediliyoruz” dedi.

2 Şubat 2023’te zaferin 80. yıl dönümünde Putin Stalingrad Zaferi Anıtı’na çelenk koyuyor.

Şunu düzeltmek zorundayız, 80 yıl önce Stalingrad’ta vuruşan işçiler ve köylüler sosyalist anayurdu korumak için yaşamlarını ortaya koymuşlardı. Sosyalizmi içeriden yıkanların, bugün Rusya’yı sermaye adına milliyetçi bir ideolojiyle yönetenlerin o anıta girmeye bile hakkı yok.

Öte yandan Stalingrad anıştırması Rus sermayesinin sıkışıklığını ortaya koyuyor. Geçenlerde Almanya’daki ABD üssünde varılan tank anlaşması kulağa hiç hoş gelmiyor. Dünyada üretilen en gelişkin tanklardan olan ABD’nin M1 Abrams ve Almanya’nın Leopar 2 tanklarından belli sayılarda Ukrayna’ya sevk edilecek olması çok önemli görülmeyebilir, zaten ellerindeki birçok gelişkin silahı vekâlet savaşında kullanılmak üzere Ukrayna’ya veriyorlardı.

Ancak Almanya ürettiği bu tankları dünyanın birçok ordusuna ihraç etmiş ve kullanımını Almanya’nın iznine bağlamış. Dolayısı ile söz konusu anlaşmadan sonra başta Polonya olmak üzere Batı emperyalizmi hegemonyasındaki birçok ülke Ukrayna’ya tank sevk edebilir. Bir de Polonya gibi ülkelerin Ukrayna toprakları da dâhil olmak üzere ilhak hırsları olduğu düşünülürse savaşın Avrupa’da kontrolünün çok güçleşeceğini ve yayılma olasılığının aratacağını tahmin edebiliriz.

Bu tehdidi gören Rusya sermayesi Putin’in ağzından hem İkinci Dünya Savaşı’ndakine benzer bir anayurt savunması söylemi geliştiriyor, hem de konvansiyonel olmayan yöntemleri sıkışırlarsa kullanabileceklerini ima ediyor.

Bir yıl önce başlayan savaşın çok daha vahim hale geldiğini görüyoruz.

Pasifik cephesinde de savaş hazırlıkları bütün hızıyla sürüyor. Burada Çin’in askeri olarak kuşatılmasını tamamlayan çok önemli bir gelişme geçenlerde yaşandı. Çin’in bütün uyarılarına ve Filipin halkının protestolarına rağmen ABD Savunma Bakanı Austin’in Filipinleri ziyaretinde Filipin adalarındaki dört bölgenin ABD askeri üssü olarak yapılandırılmasına dair bir anlaşma imzalandı.

Aşağıdaki haritada Filipinler’in Çin denizindeki kritik konumu görülüyor. Kuzeyde açılacak yeni askeri üsler Tayvan’a çok yakınken, güneydekiler, Çin’in Spartly adalarında inşa ettiği üslere çok yakınlar.

ABD ve Filipinler arasında imzalanan anlaşmaya göre ABD’nin muhtemel yeni askeri üsleri haritanın sağında görülüyor. Bunlardan Cagayan ve Isabela Tayvan’a çok yakınken, Palawan Çin’in Güney Çin Denizi’nde inşa ettiği üsleri görüyor.

Hemen aynı zamanlarda NATO sekreteri Stoltenberg Japonya’daydı ve Japonya ve NATO arasında kuvvetli ilişkilerin kurulmasını telkin etti.

Bakıldığı zaman Çin; Japonya, Güney Kore, Filipinler ve Avustralya’daki ABD (artık NATO denecek hale geldi) askeri yığınağı tarafından kuşatılmış ve Çin’in müttefiki Rusya batı cephesinde meşgul ve yıpranmış haliyle Çin’in yardımına koşamayacak durumda.

Hazırlıklar sürüyor ama bir Pasifik savaşına bir adım daha yaklaşmış durumdayız.

Bu kısa güncellemeden sonra bu koşullarda Türkiye’nin durumuna bakabiliriz.

AKP’nin veya Cumhur Cephesinin F-16’lar için kuyrukta beklemesine, Rusya’nın kuşatılmasında ciddi bir rolü olacak Finlandiya’nın NATO’ya dâhil olmasına onay vermesine bakıldığında Türkiye’nin savaşa sürüklenmesini önleyemeyeceği anlaşılıyor. Pazarlıklar bir noktada kesilecek.

Millet Cephesi’nin açıkladığı programda ise NATO ve AB’ye mutlak bir bağlılık ifade ediliyor. F-35 programına tekrar dâhil olma isteği deşifre edici bir yanlılık taşıyor.

Bu köşede daha önce eğer dünyada güçlü bir sosyalist devletin etkisi yoksa sermaye sınıfı ülkesini ve emekçi halkı bir emperyalist paylaşım savaşına katılmaktan koruyamaz diye yazmıştık.

Şimdi tam da yaşadığımız süreç buraya uyuyor.

Başka bir şey gerekiyor Türkiye’ye, başka bir program, başka bir inanç, başka bir örgütlülük…