Savcı Doğan Öz, günümüzün genç hukuk öğrencilerinin ve hukukçularının sınıfsız ve sömürüsüz dünya mücadelesindeki dik duruşlarına değerli birikimler bıraktı.

Doğan Öz: Önce insan, sonra hukukçu, sonra savcı

İnsan, hukukçu, savcı… Hiçbiri yalnızca biyolojik varlık, kâğıtta metin okuyucusu, iddia makamında statü olarak okunamaz; hiçbiri birbirinden ve toplumsal ilişkilerden soyutlanamaz. Ama bir ilişki zinciri kurmak gerekecektir ki insan olmadan hukukçu, hukukçu olmadan savcı olunamaz. Günümüz bu sıralamanın tersinden bile uzak örneklerle dolu.

24 Mart 1978’de, 44 yaşında planlı bir vahşetle katledilen Doğan Öz’ün mesleğinde, kimliğinde, kişiliğinde, insanlığında bu bütünlük ve kenetlenme vardı. O karanlık gün, bir savcının değil yaşam bütünlüğü içindeki insanlığın katli günlerinden biriydi.

70’lerin karanlığında çoğu kişi, “sıra bir savcıya geldiyse eğer” korkusuna kapıldı. Uzaktan yakından tanıyan, izleyen ve de insan olarak içinde yaşadığı toplumun gerçeğini bilen geniş bir kitle katliamın gerçek nedeni ve amacının sömürücülerin faşizmden aldığı gücü ilerici, aydınlanmacı, yurtsever, laik, eşitlikçi, adaletçi, özgürlükçü ve devrimci insanların üzerinde kullandığını, Doğan Öz’ün de bu faşist kurşunların hedefi olduğunu biliyordu.

Hak aramayı hak mücadelelerinden, hak aranacak yargıyı hukuktan, hukuku da piyasanın ve gericiliğin denetim aracı olmaktan kurtaracak bir hak mücadeleleri aracı yapmaktan ayrı düşünmeyen toplum ile Doğan Öz ayrı değildi; insanlığı isteyen toplum ile Doğan Öz ayrı değildi; ayırmaya kalkıştılar. Sorun kanlı ellerin adalete uzanmasından daha öte, daha derindeydi.

İnsan… Dinsellik ve milliyetçilikle, çocuk ve kadın sıfatlarıyla, yurtsuzlaştırma ve nüfussuzlaştırmayla, özel mülkiyet ve sözleşme özgürlüğüyle, düşündürmeme ve kültürsüzleştirmeyle; aslında kul, köle, işçi, emekçi olarak eşitsizlikle, yoksullukla, işsizlikle, adaletsizlikle, baskı ve savaşlarla, hak gasplarıyla, sömürülmeyle, sınıfsallıkla insanlığı elinden alınan, meta yapılan varlık.

İnsan… Yukarıdakilerin hepsine, elindeki tüm araçlarla ve sınıfsal akılla karşı çıkan, insanın insanı sömürmesini reddeden, sınıfların ve sömürünün dünyanın en ücra köşesinde bile ortadan kaldırılması için, insanca bir düzenin kurulması için savaşım veren varlık. Doğan Öz buradaydı, burada yaşadı, yaşamını burayla bütünleştirdi ve insanlık tarihindeki devrimciler gibi burada katledildi.

O, adı üstünde “iddia makamı” idi ama insanından, insanlığından, toplumsal gerçeklerden, bilim ve aydınlanmadan hiç kopmadı. Devlet adına ve yararına davalar açarken devletin içinde bulunduğu düzeni iyi analiz etti. Kamu haklarını ve hukuku yerine getirmek ereğiyle yargıç katında sanıkları kovuştururken özünde sömürücülerin söz ve karar sahipliği olan düzeni çok iyi analiz etti.

O, ne savdırmacı oldu ne de sömürücülerin aracısı. Gözlerimi kapar görevimi yaparım türünden sahte hukukçuluğa hiç yanaşmadı. Korkmadı, ödün vermedi.

O, teknik anlatımla “siyasi partilerde siyasi faaliyet yasağı olan üst düzey kamu görevlisiydi” ama insanın insanı sömürmemesi adına ideolojik ve siyasal mücadeleden kopmadı; olayları basit ve toplumsal ilişkilerden kopuk olarak dosyalamak yerine hep düzen içindeki bağlarıyla birlikte değerlendirdi. Toplumsal gerçeği görürken, somut durumun somut analizini yaptı, mücadelesini sınıfsallığa yerleştirdi.

1972 yılında, ölüm cezasının kaldırılması hakkında bir bildiriye imza koyduğu için hakkında soruşturma açıldığında yaptığı savunmasında ‘suçlu’ kavramının, kişiyi suça iten toplumsal ve ekonomik etmenleri yok etmeden kabul edilemeyeceğini söyleyen, “suçlu insan yoktur; suça itilen insan vardır” diyen bir hukukçudan söz ediyoruz.

Devlet Güvenlik Mahkemelerine, kontrgerillaya, Batının istihbarat örgütlerine, Komünizmle Mücadele Derneğine, idam cezasına ve yolsuzluklara karşı mücadele eden bir insan hukukçudan; suikastı yapan bilindiği ve yargılandığı halde cezalandırılmayan bir katliamdan; özetle düzen tarafından cezalandırılmaya kalkışılan bir savcıdan söz ediyoruz.

Haziran Direnişi iddianame ve davalarında, siyasi davalarda, bütünsel olarak hukuk ve yargı alanında görüyoruz; hukuk ve hukukçu sömürünün aynadaki görüntüsü olarak kaldıkça insanlıktan da adaletten de uzaklaşır.

Doğan Öz, öncesi ve sonrasıyla döneminin birçok değerli kamu görevlisi gibi eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesinde halkla iç içe olurken günümüzün genç hukuk öğrencilerinin ve hukukçularının sınıfsız ve sömürüsüz dünya mücadelesindeki dik duruşlarına değerli birikimler bıraktı. “Önce hukukçu sonra insan” olmayı değil, “önce insan sonra hukukçu” olmayı, tıpkı avukat Halit Çelenk gibi, yargıç Ali Faik Cihan gibi yaşamıyla ve mesleğiyle, devrimci ahlak ve disipliniyle anlattı.

Kapitalizm ve emperyalizm, insanlığın tarihsel birikimini ve kazanımlarını yok ederken insan yaşamını da yok etmekten kaçınmıyor. Doğan Öz bu yok etmenin hedeflerinden biri oldu. Aramızdan aldılar ama O’nun paranın, dinselliğin ve ırkçılığın tutsağı olunmadan, sömürülmeden insan olunabileceğini gösteren mücadeleci yaşamının bugünlere aktarılmasını engelleyemediler; geleceğe aktarılmasını da engelleyemeyecekler.