Siz diliniz ve gösterdiğiniz tavır kadarsınız. Sahi ne söylüyor, nasıl davranıyorsunuz? Sorununuz bu kadar yalın, basit ve anlaşılırdır.

Dil ve tavır

Özellikle “dramatik sanatlar” dediğimiz sahne ve görüntü sanatları alanını ilgilendiren, bilimsel bir kavramdır “dil-tavır”. Kişileştirmenin üstesinden gelmenin ya da karakter oluşturmanın temel kurallarından biridir. Sanatta kural yoktur kuşkusuz, bir sanat emekçisine öyle yapacaksın, böyle yapacaksın demek, yönlendirmeye, hizalamaya, biçimlemeye kalkışmak kimin haddine? Lakin bunun da bir olmazsa olmazı vardır: bütün kuralları ancak bütün kuralları bilerek reddedebilirsiniz. O işin üstünden, yalnızca “ben yaptım oldu” diyerek gelemezsiniz. Bir sanat emekçisine kural öğretmeye, dayatmaya, nihayet “Ya öyle, ya hiç!” deyip isteğinizi yapmazsa katletmeye kalkarsanız, onun adına da “Faşizm” denir. İster ırkçı, ister dinci, ister hangi kılıkla olursa olsun, hangi yasayla, değerle, bilmem hangi ambalajla ortaya çıksın, sanatta da faşizm faşizmdir. 

“Dil ve Tavır” kişinin karakter özellikleri ile dilinin ve tavırlarının (tutumunun, davranışının, yönelişlerinin vb) mantıklı, tutarlı, algılanabilir bir bütünlük göstermesidir. Oyunda, senaryoda, librettoda ne yaparsanız yapın, kişileriniz “dil-tavır” bütünlüğü göstermiyorsa, başarısızlık kaçınılmazdır. Evet, bu durum öykü, roman, anlatı vd. türler için de aynen geçerlidir. Dahası en şahane ürünler, bu bağlamı başaramamış, “dil-tavır bütünlüğü” anlamında çelişkiler yaşayan karakterleri konu edinir. Bunun için bile, birbiriyle çelişecek “dil” ve “tavır” yönelişlerini çok iyi belirlemek, gerekçelendirmek zorundasınız. Yazı giderek “dersimiz: yazarlık, konumuz: kişileştirme”ye dönüşüyor, toparlayalım.

Sanat, mademki hayatın estetik ve düşünsel açıdan irdelenmesi ve hayata sunulmasıdır, “dil-tavır” ilişkisi, aynen sanat gibi hayat için de geçerlidir. Tutarlık ya da tutarsızlık sanatın “konu, tema, çatışma” tercihidir. Hayatın ise tutarsızlıklara tahammülü yoktur. Sanat bunları unutulmaz kılar. Hayat ise tutarsızlıkların bedelini, halklara ve coğrafyalara ödetip tarihe not eder. Sanatta acılar ve yıkımlar, hayat adına dillendirilir. O acı ve yıkımlar tarihe kaydedilirken, sanat aynı zamanda bir insanlık belleği olarak, yaşananları geleceğe taşır. “Bir daha asla!” çığlıkları atarak, uyarır, dikkat çeker, çıkarımlarda bulunmaya çağırır. Sanat tarihi, bunun sayısız ve muhteşem yapıtlarıyla doludur, nasiplenmekse hayat zincirine eklenenlerin başarısı ya da eklenmeyi başaramayanların yıkımı olarak insanlık tarihine yazılır. 

Sanat, bugün hayatın ürkütücü tedarikçiliğinde, heybesini “Neo Ortaçağ”ın karakterleri ya da karaktersizleri, saçmalıkları ya da kıyımları, aymazlıkları ya da tutarsızlıkları, suskunlukları ya da suç ortaklıkları, cahillikleri ya da pervasızlıkları ile tıka basa doldurmakta. Buralardan ne tragedyalar ve komedyalar çıkarmakta ya da çıkaracak, hangi akımlarla, türlerle büyük yolculuğunu sürdürüyor ya da sürdürecek, onu da sanat ve insanlık tarihi yazacak.

Biz bundan sonrasına, hayat ve tarih açısından bakalım.

“Dil ve Tavır”, hayat ve onun içinde devinenleri de kapsayan, herkesin kalibresini belirleyen esaslı bir kerterizdir. Şeriatçı ve faşist, kendince taktiği, takiyesi, hiçbir ölçüte sığmaz yüzsüzlüğü ya da çok yüzlülüğü ile gemisini yüzdürüp, yeni bir limana çıkarmak için elinden geleni ardına koymamaktadır. Bu yeni limanın adı, dinci ve faşizan bir sistemin teslim almaya çalıştığı Türkiye’dir. Bu açıdan son derecede tutarlıdır. Geldiği tarih, literatürünü belirleyen kaynaklar, varlığını oluşturmak ve sürdürmek için baştan beri tutturduğu üslup, taktik ve dil, ancak ve ancak okuduğunu anlamayan, dahası karşı olduğunu tanımaktan aciz, daha acısı bilgisini tarihlendiremeyen-konumlandıramayan uyuzlar hariç, gayet sarihtir. Bin yalana sığınsa da, tüm yalanları kendi doğrusunu işaret eder: “Amacıma ulaşmak için her yol mubahtır!” Faşizm, ister ırktan, ister dinden, ister kör milliyetçilikten ya da hepsinden birden beslensin, kendini gayet güzel tarif eder. “Tutarlık” bu bapta bir tanımlama gereği olup, özellikle “Biz ne ara bu hale geldik?” meali saçmalıklarla ortalıkta dolaşan şaşkalozlar için kullanılmaktadır. Asıl tutarsızlık, bu tiplerin saçmalıklarında ya da “dil-tavır” savrulmalarındadır. Dünün mandacılarından bugünün “yetmez ama evet”çilerine uzanan tiplerin doluştuğu tarih podyumu, her açıdan bir ibret sahnesidir. 

Bu sahne sanatsal “haz” açısından hayli doyurucu olsa da, bir coğrafyaya biçilmeye çalışılan gelecek açısından hayli hazindir ve çok iyi görülmeli, mücadele yol ve yöntemi belirlenirken gözden kaçırılmamalıdır. 

Herkes istediği kisveyi giyebilir normalliğinden, gerici ideolojilerin üniformasından başka bir anlamı olmayan kisvelere rozet takmayı, bu normalliğin gereği olarak görmek ve medet ummaya yuvarlanmak, “dil-tavır” çelişkisinin en tipik örneğidir. Demokrasi algısını-tutumunu, araçsallaştırdığını bas bas bağıranlara, demokratlık iddiasıyla yol açmanın, bu ülkeyi teslim etmenin sonuçları ortadadır. Gerekçelerini ve bu sürece yol açanların ne hale geldiklerini tartışmanın bir anlamı da yoktur. Buna, her açıdan kendini tarif etmiş bir ideolojinin sözcük ya da kavramlarını kullanarak, oralardan oy devşireceğini düşünen tuhaflık da eklenebilir. Fraksiyon çatışmasından dolayı, egemen iktidarın ötesine düşmüş tiplerle bir mücadele cephesi oluşturacağını iddia edenleri de unutmamak gerekir. Ki bu bağlamda gösterilen performansın kalitesi ve hayattaki karşılığı da ortadadır. “Kekemelik” bireysel olarak halledilmesi mümkün ama toplumsal olarak açtığı yaralar kolay kapanmaz bir yaradır.

Öte yandan, ırk-köken-dil dışında, meramını ve aidiyet zemini olarak tanımladıkları coğrafyadaki gerici-feodal-dinci yapılanmalara ve emperyalist güdülemelere karşı tepkisini işitemediklerimizin, söz konusu ettiğimiz şeriatçı-faşizan gidişata dair “duruş ve söylem kekemeliği” de bir başka “dil-tavır sorunu” olarak durmaktadır. Danışma Kurulu adını verdikleri “Akil Heyet”e aldıkları, bunu bir kere daha ve hüzünle kanıtlamaktadır. Sol ve demokratik mücadeledeki yerini böyle konumlandırmak, hiç olmazsa samimiyetini ya da “Olup bitenden ders çıkarılmıştır” iyi niyetini koruyanlarda, vahim ve onulmaz bir düş kırıklığı daha yaratmıştır.

Zamanlar, sayfalar, anlatılacaklar çok. Hepsine döneriz, irdeleriz, gelecek eleştirilere yanıt verir, katkılardan yararlanırız. Bu yazıyı bir vurgulamayla bitirelim.

Siz diliniz ve gösterdiğiniz tavır kadarsınız. 

Sahi ne söylüyor, nasıl davranıyorsunuz? Sorununuz bu kadar yalın, basit ve anlaşılırdır. Çözümünü ise söyleyen söylemiştir: Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!