Tarih yalnızca devrim ve karşı devrimlerle köklü bir şekilde değişiyor. Tanık olduğumuz her değişikliğin bir 'devrim' olarak adlandırılması da çoğu kişinin bu gerçeği bildiğini gösteriyor.

Devrimsiz çağın devrimlerinde devrimi aramak

Bugün insanlarda değişim arzusu yok denebilir mi? Tersine, çok sayıda işaret insanlığın değişim arzusunun şiddetlendiğini gösteriyor. Pek çok ülkede farklı zaman aralıklarında sokakları dolduran ve direnen milyonlar, sokağa çıkmasa da bu arzusunu farklı şekilde ifade eden insanlar var. Halihazırdaki yaşamlarından mutsuz, geleceğe dair derin kaygılar taşıyan insanlar…

Hatta değişim isteği öylesine şiddetli ki, hayatın rotasında gerçekleşen en ufak bir değişim bile köklü, büyük, tarihsel bir adım olarak yorumlanıyor. Çünkü insanlar o adımın hayatı değiştirmesini istiyor, o adımın gerçekten köklü, büyük ve tarihsel olmasını umuyorlar.

Mesela koronavirüsten dolayı işyerlerinde ve sosyal yaşamda bazı değişiklikler mi yaşanıyor, bunların hepsi öylesine büyütülüyor ki, dünyanın bambaşka bir yere dönüştüğü konuşuluyor.

Örneğin, insanlık teknolojik bir değişime mi tanıklık ediyor, yapay zeka ve otomasyon hayatın bir parçası haline mi geliyor, yeni, yepyeni bir yaşamın kapımızda olduğu iddia ediliyor.

Neredeyse teknolojik her adım, sosyal veya siyasal her olay hiç durmadan tarihi değiştiriyor. Oysa tüm bu yaşananlara soğukkanlı bir şekilde, biraz daha uzaktan ve daha geniş bir zaman aralığında bakıldığında tarihin o kadar da hızlı akmadığı, hayatın iddia edildiği denli köklü bir şekilde değişmediği görülüyor.

Bir değişim yaşanıyor elbette. Zaman akıyor ve tarih ilerliyor. Ama değişimin temposu ve niteliği, tarihin değişmeyen kuralını hatırlatıyor. Tarih yalnızca devrim ve karşı devrimlerle köklü bir şekilde değişiyor.

Tanık olduğumuz her değişikliğin bir “devrim” olarak adlandırılması da çoğu kişinin bu gerçeği bildiğini gösteriyor. İnsanlık hiç durmadan ya “devrim” niteliğinde değişimler yaşıyor ya da hayatın bazı alanlarında aralıksız “devrim” oluyor. Çünkü bunların bir devrime yakışır şekilde büyük ve köklü olduğuna inanmamız isteniyor.

Devrimsiz bir çağda bu kadar “devrim” yaşamamız bir rastlantı değil.

Çünkü bu düzenin insanlara sunacak pek az şeyi var. Bu yüzyılda da içinde yaşadığımız toplumsal sistemin yoksulluk sorununu çözemeyeceği kesinleşti. Kapitalizmin düzenli sağlık ihtiyaçlarını gideremediği gibi ani gelişen bir salgın sırasında toplumun tüm kesimlerini koruyamayacağı da görüldü. Bu düzenin milyarlarca insanın eşit ve nitelikli barınma ve eğitim taleplerini karşılayamayacağı anlaşıldı. Irkçılık ve dinci gericilik kaynaklı sorunların hiçbir şekilde azalmadığı, savaş tehlikesinin hep kapıda olduğu acı bir şekilde ispatlandı. Sistemin yalnızca küçük ve zengin bir azınlığı mutlu ettiği ve mutlu etmeye devam edeceği reddedilemez bir şekilde ortaya çıktı.

Bütün bunlar ortadayken bu düzenin efendileri insanlara hayatlarınızda aslında hiçbir şey değişmiyor diyebilir mi?

İnsanlığın değişim isteğinin bu kadar şiddetli olduğu böyle bir zamanda bu isteğe bir karşılık üretmek işte bu nedenle mutlak bir zorunluluk. Yaşanan değişimleri büyütmek, küçük adımlardan büyük atılımlar çıkarmak, sorunları köklü bir şekilde çözecek bir devrim fikrinin yayılmasını önlemek için şart.

Bu koşullarda insanlardaki değişim isteğini söndürmek mümkün değil ama bu isteği karşılık bulacağı esas kanaldan, devrimci bir yoldan uzak tutmak mümkün. Yöntem de belli; siyasi ve düşünsel alanda devrime karşı mücadele ederken, düzen içindeki küçük adımlardan, yaşanan değişikliklerden “devrim”ler yaratmak… Devrim olduğu iddia edilen çok sayıda değişiklikle, devrim gibi pazarlanan ama devrim olmayan dönüşümlerle, devrimi boğmak…

Her şey devrim o yüzden. Salgındaki zorunlu sektörel değişiklikler bir devrim, evden çalışmak bir devrim, internetten bilgiye ulaşmak bir devrim, insanlığın kültürel birikiminin dijital dünyaya taşınması bir devrim, yapay zeka uygulamaları ve sanayide gelişmiş otomasyon bir devrim…

Geçtiğimiz günlerde ABD’de özel bir şirketin insanlığın on yıllardır defalarca yaptığı bir işi tekrarlayıp yörüngeye insanlı bir uzay uçuşu düzenlemesi bile bir devrim…

Bu “devrim”ler, gerçek bir devrimin tam tersine, düzenin asla yıkılmayacağı fikrinden besleniyorlar. Devrim fikrine karşı her cephede yoğun bir savaş verildiği, bu fikrin tamamen ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bir ortamda yeşeriyor ve insanlara sahte umut taşıyorlar.

Ne kadar büyük görünürlerse görünsünler ya da büyük göstermek için ne denli çaba harcanırsa harcansın, bu halleriyle insanlığın gerçek sorunlarını çözmekten uzak adımlar bunlar. Ne yoksulluğu çözebilecekler, ne insanlığın sağlık, barınma ve eğitimle ilgili problemlerini… Ne gerici ideolojileri ortadan kaldıracak, ne de savaş tehlikesini azaltacaklar… Eşitsizliği yok edemedikleri gibi, insanlığı daha özgür de yapmayacaklar. Ama tüm bunları başarabilecek bir devrim fikrinin yokluğunda, o fikir yeşermesin ve yine de insanlar bir şeylerin değiştiğine inansın diye devrim olarak pazarlanacaklar.

Evet, bu ve benzer gelişmelerin hepsinin değil ama bazılarının insanlığa bir fayda sağlama potansiyeli taşıdığı ortada. Ama devrim diye pazarlanan bu değişimlerden insanlığın gerçek anlamda faydalanması için dahi bir devrime ihtiyacımız var.

Üstelik bugün yaşanan değişimi, insanlığın içinden geçtiği süreci anlayamıyor oluşumuzun da nedeni devrim fikrinin yokluğu. Çünkü bugünü, hayatı ve tarihi anlamak için de bir referans olarak devrim fikrine muhtacız. Tarihin ilerleyişini kavramanın ve insanı bu ilerleyişin içinde bir yere oturtmanın başka yolu yok. Hayatın her alanında yaşanan değişimi değerlendirmek, bu değişimleri insanlığın tarihsel ilerleyişinde olumlu ya da olumsuz bir yere oturtmak için de devrim tek kriterimiz.

Neyin iyi, neyin doğru, neyin güzel olduğuna karar vermek yalnızca devrime bakarak mümkün. Çünkü insanın insanı sömürmesine son verecek devrimin, insanlığın eşit ve özgür bir toplum kurmak yolunda atacağı büyük adımın iyi olduğunu, doğru olduğunu, güzel olduğunu biliyoruz.