Yakında emekçilerin eylemlerini, protestolarını, tepkilerini durdurmak için polisin yanına dinsel arabulucu da eklenir. Din işleri subaylığıyla birlikte din işleri polisliği de gelişir.

Devlet, hukuk ve din ortaklığı

TÜSİAD Genel Kurulunda Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, “Ortalığın toz duman olduğu yetki ve sorumluluklarının sınırlarının bulanıklaştığı durumlarda karar nasıl alınır? Nereye gittiğimiz konusunda kafamızda bir cevap yoksa plan nasıl yapılır? Kurumsal yapıların öngörüldüğü gibi çalışacağı varsayımı olmadan ne olacağı nasıl bilinir? İlan edilmiş kurallar yarın değişebilirse yarına ilişkin kararlar nasıl alınır? Kurumsal yapılarda öngörülebilirlik olmadan plan yapılamaz" diyerek yakınmış. 

Sermaye, liberalizmin hukuk anlayışını ve hukuksal güvenliğe, öngörülebilirliğe verdiği önemi vurgulamayı sever. Bunun ve yakınmanın ne anlama geldiği hiç uzağa gitmeden, öyle uzun uzadıya analiz etmeye gerek duymadan aynı kişinin devlete aldırdığı önlemlerle (!) ortaya çıktı.

Bilindiği gibi Marketler zinciri Migros’un Kocaeli Şekerpınar’daki deposunda çalışırken ücretsiz izne çıkarılan ve Kod 29 ile işten atılan işçiler bir süredir eylem yapıyor. DGS-Sen üyesi işçilerin eylemi Anadolu Grubu’nun patronu Tuncay Özilhan’ın İstanbul Beykoz’daki villasının önüne taşındı. Hemen sermayenin “güvenlik” talebi yerine getirildi ve eylem yapan DGD-Sen üyesi işçilere polisin müdahalesiyle 17 işçi gözaltına alındı. İşçiler serbest bırakılırken Tuncay Özilhan’ın villasının önünde eylemlerine devam edeceklerini açıkladılar. Bu sefer önlem, Özilhan’ın villasının bulunduğu Çubuklu Mahallesinde 15 gün geçerli olacak şekilde gösteri, yürüyüş ve basın açıklaması yapılmasının yasaklanması haberiyle daha kurnazca geldi.

Güvenlik, eşitlik, hak ve özgürlük sevdasının sermaye yönünden anlamı bu kadar açık: İşçiyi istediği esneklik ve ücretle güvencesiz ortamlarda çalıştıracak, istediği zaman da kapının önüne koyacak. Kesintisiz üretim için, sermayeye dönüştüreceği artı-değer için, kazanacakları için güvenlik olacak. İstikrarı için öngörülebilirlik olacak. Parlamento, hukuk, yargı, bütünüyle devlet, siyaset ve din kendisine hizmet edecek. Emekçi, başına ne gelirse gelsin sessiz kalacak, şükredecek. 

Bir de laikleri varmış aralarında. Kargalar epeyce kahkaha atıyor. 

Din devletin, hukukun, siyasetin, ekonominin içine girmiş, onlar laikmiş… Ne gam? 

Din bayrağının 17. yüzyıldaki dalgalanmasından elli yıl geçmeden burjuvazinin klasik dünya görüşünü, hukuksal dünya görüşünü oluşturacak yepyeni bir dünya görüşü sahneye çıktığını; hukuksal dünya görüşüyle birlikte teolojik dünya görüşünün dünyalık duruma getirildiğini; dogmanın, tanrısal hukukun yerini insansal hukukun, kilisenin yerini devletin aldığını; eskiden kilise tarafından bir yaptırıma bağlandığı için kilise ve doğma tarafından yaratılmış sanılan ekonomik ve sosyal ilişkilerin, burjuvaziyle birlikte hukuka dayanan ve devlet tarafından yaratılan ilişkiler olarak düşünüldüğünü söyler Engels “Hukukçular Sosyalizmi”nde. Ve “hukuk kurallarının, maddi, ekonomik gerçekliklerden değil de devletin biçimsel yasalarından” çıktığı savını kör saplantı olarak tanımlar.

Yalnızca hukuk değil, siyaset ve din de ekonomik yaşam koşullarıyla, üretim araçları sahipliğiyle, üretim güçleri ve ilişkileriyle oluşup yaşatılıyor. 

Tarikat ve cemaatlerin hukuk dinlemeden palazlanarak ekonomide ve devlette söz sahibi olmaları; dinin müfredatıyla, zorunlu din dersleriyle, imam hatipleriyle eğitime dalması; siyasetin milliyetçilik yanında dinle de tanımlanıp örgütlenmesi; dinsel kadroların simgeleriyle birlikte devlete yerleşmesi; yargının, laiklik tanımında ve Ayasofya kararında olduğu gibi dinsel gerekçelere dayanması; İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin gelenek ve göreneklerin yanında dinsel davranışa dayandırılması; laikliğin dinsel özgürlüğe ama bir dinin bir mezhebinin özgürlüğüne indirgenmesi; dinin ve din insanlarının doğal, toplumsal ve siyasal olaylarda arabuluculuğa, sabır ve şükretmeye yönelik telkinlere girişmesi ve bunlar gibi bireyin ve toplumun damarlarına şırınga edilen birçok durum… 

Yakında emekçilerin eylemlerini, protestolarını, tepkilerini durdurmak için polisin yanına dinsel arabulucu da eklenir. Din işleri subaylığıyla birlikte din işleri polisliği de gelişir. Bağımsız ve tarafsız denilen yargı kadroları dinsen simgelerle donanmışken yargılama heyetleri içine din işleri kadısı da eklenir. 

Başka dine inananları başka mezhepten olanlar, inanmayanlar, laikliği bireysel ve toplumsal yaşamda ilke olarak benimseyip bu konuda ödün vermeyenler, dinsel davranışlar içine hapsedilen kadınlar ve çocuklar bu devlet yapısı içinde ne olacak? Din özgürlüğü bu düğümü nasıl çözecek?    

Artık Aydınlanmaya geçiş döneminde ve Yeni Osmanlı döneminde görülen, yerine göre dinsel davranış kurallarının, yerine göre dünyasal hukukun uygulandığı çifte hukuktan “karma hukuka” geçildi. Hukukla yapamadıklarını karma hukukla yapmayı kanıksatacaklar.

Dinsel özgürlüğün düşünce özgürlüğü üzerine bastığı bu yapı laik olduğunu söyleyenlerce de kabul görüyor. Emekçilerin hak ve özgürlükleri üzerine çöken dinsel baskı, kanıksatma ve rıza sömürücülere ters değil, yardımcı ve destekçi. Akademiyi ve bilimi de dinle bulamaç yapıp sermayenin aklına ve çıkarına bağlayınca gel keyfim gel.
Tümcelerinden AKP karşıtlığı arayıp TÜSİAD’den medet umanlar, sermayenin ya da iktidarın iç çelişkisine bel bağlayanlar, aynı düzenin kadro değişimleriyle oyalananlar daha çoook bekler.  

Devlet, hukuk ve din ortaklığı, Anayasanın laiklik ve birçok hükmünde olduğu gibi hukuk kurallarını değiştirmeye ya da yürürlükten kaldırmaya gerek kalmadan esnek yorumlama yöntemini getirdi. Sermaye sınıfının ve siyasi iktidarın isteği ve ihtiyacı olan kararlar rahatça veriliyor ve uygulanıyor. Bu ortaklık düzen içi siyasetin de işine geliyor.

Karşılarında laikliği sınıfsal mücadelelerinin vazgeçilmesi olarak savunan işçi sınıfı var.