Türkiye’nin öncelikli meselesi bugün bu bilim-dışı, halktan ziyade ekonomik ve siyasi çıkarını düşünen yoz ve yobaz bir iktidar türünden kurtulmak olarak beliriyor.

Depremlerin gölgesinde: Asıl afet iktidarın kendisidir

Dün akşam gene Hatay Samandağ ve Defne yerleşkeleri 6,4 ve 5,8’lik iki büyük depremle sarsıldı. Yorulmuş zemin ve hasarlı yapılar üzerine geldiği için can ve mal kayıplarına yol açacak görünüyor. Bir başka neden de sanki artık deprem olmayacakmış gibi davranmaya erkenden başlanmış olması. Sadece kişiler bakımından değil, deprem yaralarını sarmaya çalışan resmî kurumlar ve özellikle de iktidarın siyaset esnafı bakımından. 

Canını kurtaran aileler ağır hasarlı binalarından asansör vinçlerle eşya kurtarma derdine düşmüş durumdalar. Hemen her ilde ve ilçede bunun uygulamalarına tanık olunuyor. Asansör vinçlerin kiralama bedelleri de enflasyon artışlarını katlamış durumda; bölgede fırsatçılık kol geziyor. Bu tehlikeli uğraşa sınır getirebilecek kamu kurumları da görevlerini yapmıyor, halkla karşı karşıya gelmemek için (çünkü depremin yıkıcı sonuçlarından sorumlu olmak bir yana, depreme zamanında müdahale edememek gibi ağır kusurları da sırtlarında taşıdıklarından- belki de yapamıyor. Ama bu bölgede düzenin sağlanması bu anlayışlarla mümkün olamaz.

Depremin altında kalan ise esas olarak AKP-Tayyip iktidarı oldu. Bunu telafi edebilmek için iki şeye sarılıyorlar: 

Birincisi, gerçekleri tersine döndürecek bir dezenformasyon/yalan makinası gibi çalışmaya ihtiyaç duyuyorlar. Her şeyi tahrif ediyorlar: Siyasi İslamcı hareket olarak zamanında 1999 depreminin siyasi istismarını hiçbir ahlaki kaygı taşımadan yapmışlardı; şimdiki depremde siyasi iktidarın sorumluluğu 1999 ile kıyaslanamayacak ölçüde yüklü iken, hala sıkılmadan aynı çarpıtmalara baş vurabiliyorlar. Üstelik 1999 Doğu Marmara depreminin deneyiminden yararlanmanın farz olduğu ama hiçbir şey yapılmadığı 21 yıllık iktidar sorumluluğundan sonra bile!

İşi sadece Allah’a havale etmenin bu defa durumu kurtarmayacağını erkenden anlamış olduklarından (çünkü TOKİ konutlarının, İnşaat Mühendisleri Odası’nın il binasının ve çalma-çırpması olmayan ve doğru zemin etüdü yapılmış binaların ayakta kalmasını yüce güçler üzerinden açıklamak zor ve milletin bu tür aldatmacalara karnı artık epey tok), başka gerekçeleri devreye sokmaya yöneldiler: Bu büyük depremler zincirini “asrın afeti” olarak niteleyerek bu defa üzerinde hakimiyet kurulamayan doğal güçleri yedeklemeye giriştiler. Ama burada dahi kuralına uygun inşa edilen yapıların çökmemesi söylemlerini zayıflatmakta. 

Yaşananlar gerçekten yüzyılda hatta yüzlerce yılda bir görülen büyüklükte ve şiddette sarsıcı depremler olabilir. Ama buna rağmen, bunca jeoloji ve mühendislik birikimini ve bunca deprem deneyimini arkasına alıp depremler konusunda bunca aciz olabilmek özel bir hüner gerektirir. Bu hüner de bilime inanmamaktır; teknik kadroları bile liyakatsiz personelle ve imamlarla doldurmaktır; afetlerle mücadele birimini, AFAD’ı, merkezi, hantal bir yapıda tasarlamak, üstelik yerel yönetimlerle işbirliğini bile engellemektir; para ve oy uğruna çıkarılan imar aflarıyla doğaya meydan okumaktır; tarım alanlarını, ovaları, meraları imara açarak çifte suç işlemektir; inşaat yüklenicilerinin vasfını sıkı bir biçimde düzenlememektir; TMMOB ve ilgili teknik odalarını işbirliği yapılacak kamusal nitelikli kuruluşlar olarak değil farklı siyasi görüşteki hasımlar olarak görmektir; deprem mevzuatını günün koşullarına göre düzenlememektir; deprem sonrasının örgütlenme-koordinasyon-müdahale senaryolarını oluşturmamak ve bunlar üzerinde tatbikat yapmamaktır, vs.

Bütün bu “hünerlere” sahip bir iktidarsanız, afetin yıkıcı sonuçlarının nedenini başka yerde aramaya hacet yoktur: Asrın afeti iktidarınızdan başkası değildir. AKP iktidarı, 100 yıllık Cumhuriyet döneminin son beşte birine damga vurmuş en büyük siyasi felakettir. Bu felaketin sonuçları sadece depremlerde değil her yerde karşımıza çıkmaktadır: Dincileştirilen eğitimde, piyasalaştırılan sağlıkta, dışa bağımlı kılınan tarımda, erken sanayisizleşmede, dışa bağımlılıkta, dizginlenemeyen enflasyonda, büyüyen gelir dağılımı uçurumunda, hızla artan yoksullukta, pervasızca sürdürülen yolsuzluklarda, yasakçı bir rejimin inşasında, devlet yönetimini tarikatlarla paylaşmakta, hatta bunlardan iktidar ortağı birine Türkiye tarihinin en kanlı darbesini yaptıracak imkanları sağlamakta, vs.

Tabii şunu da eksik bırakmayalım: Bu iktidarın böylesine pervasızlaşması sermayenin desteği olmaksızın gerçekleşemezdi. Hatta, Türkiye’nin laik/cumhuriyetçi güçlerinin ve kurumlarının tepesine FETÖ ortaklığı ile darbe üstüne darbe indirilirken, uluslararası sermayeyi de içeren dış çevreler de AKP rejimini büyük iştahla desteklemekteydi. Liberallerin garnitür niteliğindeki desteğini ise anmak bile gereksiz.

***

İktidarın ikinci telafi düzeneği, son depremler öncesindeki ve sırasındaki bağışlanamaz kusurlarını/sorumluluklarını görünmez kılmak (veya etkilerini hafifletmek) üzere deprem sonrasında hızla telafi edici uygulamalara girişmek şekline bürünüyor. Böylece, koro halinde, enkaz kaldırma çalışmalarını ve yeni konut yapım sürecini olağanüstü hızlandırmaya yönelmiş durumdalar. O kadar ki AFAD başkanının artık enkazda canlı kalmadığını söylediği 11.günden sonra birçok can kurtarılabildi! Yani gözleri kara. 

İlk akıllarına gelen TOKİ’ye 1 milyon konut ısmarlama palavrasını (TOKİ 20 yılda 600 bin konut yapabilmişken) kimse yutmayacağı için, daha “yapılabilir” gözüken bir projeye sarılmak ihtiyacındalar. Son olarak 30 bin konut iddiası ortaya atıldı. 30 bin daire yaklaşık 1500-2000 apartman binası yapmak anlamına geliyor. İktidarın performansına bakıldığında kolay değil. Ama önemli olan seçimlere kadar hızla temellerin atılması, binlerce konutun hiç olmazsa su basman seviyesine çıkılması. Bir yıl sonra bitirilmesi vaadedilse bile esas olan seçimden önce -önceki örneklerde görüldüğü gibi- konut anahtarlarının sallanması ve böylece iktidarın devamına umut bağlanması! Tutar mı? İnandırıcılığını yitirmiş bir iktidar açısından zor. Üstelik depremlerin ve artçıların sürdüğü bir ortamda diğer bölgelere göçlerin bunca hız kazandığı koşullarda daha da zor.

Türkiye’nin öncelikli meselesi bugün bu bilim-dışı, halktan ziyade ekonomik ve siyasi çıkarını düşünen yoz ve yobaz bir iktidar türünden kurtulmak olarak beliriyor. 

Kamuculuğu ve laikliği benimsemiş, planlı ve devletçi bir ekonomiyi öngören, toplumcu ve eşitlikçi politikalar üreten, dışa bağımlıktan kurtulmayı ve gerçekten egemen bir ülke olmayı hedefleyen bir siyasi iktidara olan gereksinimimiz bugün hava ve su kadar yaşamsaldır.