'Bilim insanlarının öğütlerini işitmemizi istemeyen güçler, dinsel inançların etki ve gücüne sığındı. Üstelik giderek abartıyorlar. İşi deprem bölgesinde selalar vermeye değin götürdüler.'

Deprem!...

Ne zaman bir deprem olsa, ülkeyi yöneten kadrolar, deprem kuşağında olduğumuzu hatırlatır. Bu gerçek, depremleri tanrısal bir iradenin kararı saymamız ve sonuçlarına katlanmaktan başka çaremiz olmadığını kabullenmemizi sağlamak amacıyla dile getiriliyor.

Bu depremde de öyle oldu. Bilim insanlarının öğütlerini işitmemizi istemeyen güçler, dinsel inançların etki ve gücüne sığındı. Üstelik giderek abartıyorlar. İşi deprem bölgesinde selalar vermeye değin götürdüler. Enkaz altında çaresiz kalmışsınız; yardım eli uzanmıyor ve cami hoparlörlerinden yükselen; bir daha böyle felaketler göstermesin diye Tanrıya yakarma sesleri işitiyorsunuz. Ölmeden namazınızın kılındığını düşünmez misiniz?

Deprem bölgesinde yaşamanın kuralları vardır. Yerleşme düzeni; nüfus yoğunluğu; yapılaşma kalitesi; sanayi kuruluşlarının, maden ocaklarının özellikleri ve nitelikleri dikkate alınmak zorundadır. Bunlar yapılmamışsa afetlerin artacağını ve risklerin çoğalacağını herkes bilir.

Bilim insanları yıllardır, fay kırıkları üzerine devasa binalar; kurutulmuş göl havzaları üzerine havaalanları ve yollar yapıldığına; ormanların, altın arayıcılarının insafına terk edildiğine vurgu yapıyor, felaketlerin kaçınılmazlığına dikkat çekmeye çalışıyor. Deprem kuşağında olduğumuz bilinciyle davranılmadığını adeta haykırıyorlar. Dinleyen olmuyor. Sermaye, daha çok kazanmak için doğaya aykırı bütün yaptıklarının bedelini bize ödetiyor. Ya sellerde, göçüklerde, yollarda trafik kazalarında can veriyoruz ya da havasından, suyundan, toprağından zehirleniyoruz.

Depreme bir karış uzakta Mersin Akkuyu’da nükleer santral yapıyorlar. Uluslararası andlaşmalar, satın alma güvenceleri hepsi hazır. Milyarlarca dolar harcandı. Kazanç günleri yaklaştı. Vaz geçmeyi düşünemezler: Nitekim yapımcı şirket Rosatom, önceki gün (6.2.2023) santralın depremden zarar görmediğini övünerek açıkladı.

Felaketlerin suçunu bize yıkmasalar bari. Tanrı’nın, ahlaka uygun olmayan davranışlarımızdan ötürü bizleri cezalandırmak için yaptığını söylüyorlar. Ortada bir ahlak sorunu olduğundan kuşku yok ama bu durum kapitalizmin kâr etme güdüsünden kaynaklanıyor. Kapitalizm kâr ile beslenir ve kâr yolunda yapılanların ahlak kurallarına uygun olup olmamasının hiç önemi yoktur.

Sermaye düzeninde, kamu kurum ve kuruluşlarının verdikleri bilgilere ihtiyatla yaklaşılmalıdır. İşlerine gelmeyen gerçekler ya gizlenir ya da çarpıtılır. Bir dostumun uyarısıyla Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD), 2020 yılında Kahramanmaraş’ı “il afet risk azaltma planı projesinde pilot şehir” seçtiğini öğrendim. Tören fotoğraflarını ve yapılan konuşmaları görmesem inanmazdım.

Kapitalizmin, doğa; çevre; kültür; tarih; sanat gibi değerlere yaklaşımı da kuşkuludur. Kazanç getirip getirmeyeceğine bakılır. Buna “sürdürülebilirlik” diyorlar. İşin kurgusu öz olarak şöyledir: kâr olarak dönmeyecek yatırımı yapanlar batar.

Olağanüstü bir felaket içindeyiz. Böyle günler için kurulan Kızılay’ın adını duymuyoruz nedense. İnsanların soğukta aç, susuz ve sokaklarda kaldığını gösteren video kayıtları, söyleşiler, haberler görüyoruz. Kızılay, kocaman bir holdinge dönüştürüldü biliyorsunuz. Adının geçmemesinde şaşıracak bir yan yok. Piyasa kurallarının gerektirdiği bir anlayışla yönetilen kurumdan “hayır işi” beklenemiyor demek ki.

Yazımı şu sözlerle bitireyim: Afetler bu güne değin 1959 yılında çıkarılan 7259 sayılı; “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun” ile öngörülen ve kurallara uyularak yönetilmiştir. Yasanın kuralları günün koşullarına uygun olmasını sağlayacak bir anlayışla değiştirilerek güncellenmiştir. Deprem, sel gibi felaketlerde hep bu yasa uygulanmıştır. İstanbul depreminde bile Olağanüstü Hal İlan edilmemiş; afet bölgesi statüsüyle yetinilmiştir. Yasa, afetlerin yönetilmesinde yetersiz değildir.

Bütün bu gerçeklere karşın, depremden etkilenen 10 ilde olağanüstü hal (OHAL) ilan edilmesinin altında başka amaçlar olduğu sezilmektedir. Seçime yaklaşık üç ay kaldı ve OHAL’in yasal çerçevesi İktidarlara olağanüstü genişlikte manevra alanı tanıyor. Bu fırsattan yararlanmayı umuyor olabilirler.