Bırakın demokratik olamayan partileri, günümüzün yandaş medyasıyla, rektörleriyle, YÖK’üyle, Danıştay’ıyla ve Yargıtay’ıyla demokratik anlayışın yeşermesi bile zor görülüyor. 

Demokratik olamamak

Demokratik olmanın koşullarından biri eşitlik ise diğeri düşünce ve kanaatlerini açıklama özgürlüğü oluyor. 

Eşitlik denince, ırkların ve inançların eşitliği yanında toplumsal cinsiyet eşitliği akla geliyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışından vazgeçilmesi-demokratik anlayıştan biraz daha uzaklaşılması anlamına geliyor. Tabii ki bu yorum, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmadan önce AKP’nin demokratik anlayışta olduğu anlamına gelmiyor. Sözleşmeden çıkılması, AKP’nin demokratik anlayıştan daha da uzaklaşacağının işareti oluyor. Sözleşmeden çıkılması sonrasındaki gelişmeler de bunu kanıtlıyor. Her fırsatta “Halkın dediği olur” diyen iktidar, toplumun yüzde 70 kadarı, İstanbul’da açılacak kanal ile Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlara karşı olsa da, “Dediğim dedik diyor.”

Meclis başkanının, meclisin iradesine sahip çıkacağına tek kişinin kararına sahip çıkması ve de hatta “Cumhurbaşkanı isterse Montrö’yü ve başka antlaşmaları da feshedilebilir” demesi, demokratik anlayışlara tamamen boş verdiklerini ve vereceklerini gösteriyor. Demokratik anlayışlara boş vermek, aynı zamanda demokratik hakları içiren yasal mevzuata da boş vermek anlamına geliyor. Bu durum ülkenin yaşadığı en talihsiz dönemde yaşanıyor. İktidar demokratik anlayıştan uzaklaşırken, diğer partilerin demokrasiye sahip çıkması bekleniyor. Ancak 104 emekli amiralin açıklaması üzerine, güvenilen dağlara kar yağdığı görülüyor. 

Amiraller özetle,

  • “Türkiye’nin bekasında önemli bir yer tutan Montrö Sözleşmesinin tartışma konusu yapılmasına/masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz.
  • TSK ve özellikle Deniz Kuvvetlerimiz son yıllarda; çok bilinçli bir FETÖ saldırısı yaşamış ve çok değerli kadrolarını bu hain kumpaslara kurban vermiştir. Bu kumpaslardan çıkarılacak en önemli ders; TSK’nin, anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerini titizlikle sürdürmesi zaruretidir. 
  • Bu gerekçelerle, TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi bu değerlerin dışına çıkmış, Atatürk'ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz. Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir.
  • Türk Milletinin bağrından çıkan şanlı bir geçmişe sahip, Ana ve Mavi Vatan’ın koruyucusu Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personelinin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yetiştirilmesi elzemdir”

diyor.

Bu ifadelerde bir darbe iması bulunmuyor. Bilindiği gibi Anayasa’nın 26’ıncı maddesine göre, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de” kapsamaktadır.” Türk Ceza Kanunu’nun 301/3 maddesi de, “Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” demektedir. 

Bu yasal mevzuata göre amiraller yasal haklarını kullanmış, düşüncelerini, kaygılarını ve beklentilerini toplumla paylaşmış oluyor.

Bırakın iktidarı, düşünce ve ifade özgürlüğüne sahip çıkması beklenen muhalif partilerin bazıları, hokkabazlığa soyunup şapkadan güvercin çıkarmak yerine, bu bildiriden ‘demokrasiye müdahale’ çıkarıp iktidarın bu konuyu sömürmesine ve ekonomik krizle pandemi krizinin üstünü örtmeye çalışmasına çanak tutuyor. 2016 başında “Barış Bildirisi” açıklandığında imzacılara linç kampanyası başlatanların, amirallere de linç girişiminde bulundukları görülüyor. Amirallerin açıklamasından darbe teşebbüsü anlamı çıkaranların, Anayasa Mahkemesi’nin, amirallerin bildirisine göre iktidarı daha çok rahatsız eden barış bildirisini bile ifade özgürlüğü olarak yorumladığı kararını okumadıklarını, okusalar da anlamadıklarını ya da benimsemediklerini (demokratik olamadıklarını) düşünmek yanlış olmuyor. 

Demokratik anlayışı sınırlı olanların hızlarını alamayıp amirallere “Siyasal konularla siyasal partiler ilgilenir, size ne oluyor” diyerek, topluma “Düşünmeyin, açıklama yapmayın, sesinizi çıkarmayın” mesajını vermeye kalkışmaları da insanı şaşırtmıyor. Ancak durumun vahameti amiralleri linç etmeye kalkmakla sınırlı kalmıyor. Ekonomik çöküş, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, meclis iradesinin yok sayılması, Montrö anlaşmasından çıkılması konusunun dillere dolanması, adaletin tarafsızlığını yitirmesi gibi tüm toplumu rahatsız eden konularda sesini çıkarmayan YÖK ve rektörler, amirallerin açıklamasına karşı çıkan AKP’nin peşine takılmaktan çekinmiyor. 

YÖK ve rektörlerin amiralleri darbeci gibi göstermesi, amiraller akademisyen olmadıkları için, kendilerinin ne denli yandaş olduklarını ve saygınlıklarını yitirdiklerini göstermelerinin dışında pek bir şey ifade etmiyor. Ancak Danıştay ve Yargıtay’ın bu konuda açıklama yapmaları, yandaş olduklarını göstermeleri dışında çok şey ifade ediyor: Bildirinin açıklanması üzerine bir haksızlık daha yapılıp imzacı amirallerin lojman hakları ve koruma verilmesi uygulaması anında iptal ediliyor. Danıştay’ın açıklama yapması, amiraller bu karara itiraz edecek olsa, Danıştay’ın bu itirazı kafadan ret edeceği anlamına geliyor. Amirallere haksız yere ceza verilecek olsa ve bu cezaları temyiz etmeye kalksalar bunun bir işe yaramayacağı, Yargıtay’ın yaptığı açıklamayla onları çoktan mahkum etmesinden belli oluyor. 

Demokratik anlayışı, herhangi bir bildiri/açıklama her açıdan eleştiriye açık olsa da, düşünce ve açıklama özgürlüğüne saygı duymayla gelişiyor. 

Bırakın demokratik olamayan partileri, günümüzün yandaş medyasıyla, rektörleriyle, YÖK’üyle, Danıştay’ıyla ve Yargıtay’ıyla demokratik anlayışın yeşermesi bile zor görülüyor. 

[email protected]