'Doğrudur, demokrasilerde çare tükenmez. Ama tükenmeyen, emekçi halkın dertlerine bulunan çareler değil, onun tepesine çöreklenmiş iktidarların ömrünü uzatmaya yarayacak çarelerdir.'

'Demokrasilerde çare tükenmez'

Tırnak içine almamak olmazdı doğrusu. Akademik kurallara uyma kaygısı taşıdığımızdan değil. Cümlenin kendisi, pek sıradan görünmekle birlikte, ülkemizin siyaset yaşamında uzun süre yer almış bir kişiyi akla getirir hemen. Onun tarafından kim bilir kaç kez yinelendiği için de, hele böyle tırnak içinde yazılınca, hatırlanması yaşı yetenler açısından iyice kolaylaşır.

Buna karşılık, sahibini de çeşitli mimik ve jestlerle birlikte bu cümleyi söyleyişini de hatırlamak, yaşları otuza yaklaşmamış olan yurttaşlarımız için çok güç olabilir. Bu yüzden adını belirtmekte yarar var. Bizdeki demokrasinin en çok gelip giden politikacısı olarak bilinen Süleyman Demirel’dir bu sözün sahibi. Sahibi demekle ilk sahibi demiş olmuyorum, ilk sahibinin kim olduğunu bilmek kolay mı, en çok söyleyeni, bu anlamda, ün kazandıranı demek istiyorum.

Ancak, bu sözün Demirel’in öne çıkarmak istediğini varsayabileceğimiz olumlu anlamının dışında, tersinden bakılarak anlaşılmasının çok daha öğretici olacağı kanısındayım.

Şöyle başlayabiliriz: Burada aranıp bulunmasından söz edilen, demokrasinin içindeki iki sözcükten biri olan “demos”un, halkın diyebiliriz, sorunlarını ortadan kaldırmak için değil, onları gizlemek, örtbas etmek, anlaşılabilirliğini güçleştirmek, olmadı, yerine başka sorunları koymak amacıyla bulunabilecek çarelerdir; başka sözcüklerle anlatılırsa, araçlar, yollar, yöntemlerdir.

Aslında, yeri geldiğinde kullanmak için olsun Demirel’in böyle bir anlamı hiç aklında bulundurmadığı ileri sürülemez. Ama onun aklından neler geçirmiş olabileceğini tahmin uğraşını bir yana bırakıp devam edelim.

Varsayalım ki, aranan gerçekten çaredir. O zaman da bunun neyin çaresi olduğunu sormak gerekecektir. Demokrasi sözcüğünün anayurdu olan antik Yunan’da demos denilince her zaman ve her yerde aynı halk anlaşılmamıştır. Bununla birlikte, bir tür ortalama alınırsa, halkın bütün haklara sahip kesimini, bir bakıma asıl halkı, özgür, erkek yurttaşların oluşturduğu söylenebilir. Bu durumda, dışarıdan gelmiş ve yurttaş olmayan kişilerle kadınlar ve köleler, erkek yurttaşların sahip olduğu siyasi haklardan yoksun olmuşlardır. Bir başka anlatımla, demokrasinin yürürlükte olduğu topraklarda yaşayan insanların ancak yüzde 10’u ile 20’si arasındaki çok küçük bir bölümünün “demokratik” haklara sahip oldukları tahmin edilmektedir.

Bugünün demokrasilerinde de kâğıt üzerinde verilmiş olanların ötesindeki gerçek “demokratik” haklara sahip olmakla birlikte onları kullanma imkânı ve isteği bulunan kesimlerin oranı, binlerce yıl öncekine göre pek de fazla artmış görünmüyor. Böyle bir saptamanın gerçekleri yansıtmaktan uzak olduğunu sanmıyorum.

Öte yandan, bulabileceği çarelerin tükenmeyecek kadar çokluğundan söz edilen demokrasinin içindeki “iktidar”ın korunup sürdürülmesinin yol ve yöntemleri, gerçekten de “tükenmez” dedirtecek kadar çok ve çeşitlidir; öyle olmuştur ve bu özellik gittikçe belirginleşerek varlığını sürdürmektedir. Farklı coğrafyalardaki demokrasiler, bu arada bizim ülkemizdeki, bunun örnekleriyle doludur. Bu çokluk ve çeşitlilik öylesine çarpıcı bir düzeydedir ki, bunlara bakan bir kimsenin, çarelerin sadece bir bölümünün bulunup uygulanmış olduğunu, henüz bulunmamış, dolayısıyla uygulanmamışlarınsa onlardan daha az olmadığını düşünmesi mümkündür.

Az önce farklı coğrafyalardaki demokrasilerden söz ettik. Zaten üzerinde durduğumuz o ünlü cümlede demokrasi tekil değil çoğul olarak yer alıyordu. Demek, birçok demokrasi biçimi ya da tipi olabiliyor! Neden olmasın! Bilginlerimiz anlatıp duruyor, hepimizi aydınlatıyorlar.

Bir ayraç açarak belirtmeden geçemiyorum, bilginlerimiz demekle bir sıkıntıdan kurtulmuş oldum. Bilim adamı mı demeliyim, bilim kadını mı, bilim insanı mı? Şimdi adlarını belirtmeden andığım “bilginlerimiz” içinde erkekler ile kadınlar aşağı yukarı eşit sayıda görünüyorlar. Malum, kişileri meslekleri, işleri, uğraş alanları ile anlatırken, örneğin “bilim adamı” demek, aşağı yukarı bir tabuya dönüştü. Bir başarıdır, teslim edilmelidir, erkek egemenliğinin bir göstergesi sayılabilecek adlandırmalara ciddi ve sonuç almış bir itiraz var. En büyük kapitalistlerin özel örgütü bile adını değiştirdi; artık iş adamları değil, iş insanları diyorlar. Oysa, yalnız bizim dilimizde değil başka birçok dilde de adam sözcüğü sadece cinsiyeti çağrıştırmaz, cinsiyetten bağımsız olarak insanı ve insanlığı anlatmak için de kullanılır. Bu söylediklerimde yanılıyor olabilirim; yanılmak dediğim, her türlü eleştiriye karşı kendimi korunaksız bırakmış oluyorum belki de. Ama mücadeleci kadınların, sözgelimi, iş adamı sözcüğüne itiraz edip iş kadını ya da iş insanı deyişini seçmeleri karşısında biraz burulduğumu söylemek durumundayım. Bırakalım be kadın yoldaşlar, diyesim geliyor ara sıra, kadınların kapitalist de olabildiklerinin teslim edilmeyişine gücenmek de nereden çıkıyor? Boş verin, gerçeklere aykırı da olsa, sömürücü sınıfın bireylerinden söz edilirken bu “onur” sadece erkeklerin hakkı sayılsın varsın. Böyle bir onuru paylaşmamakla kadınların kaybedecekleri hiçbir şey yoktur.

Uzun ayracı kapatıp kaldığım yerden devam ediyorum.

Ayraçtan önce, demokrasinin türlerinden, tiplerinden söz açmıştık. Özgürlükçü liberal demokrasi var, otoriter demokrasi var, totaliter demokrasi var… Pardon, öyle kötülük anlatan sözlerin sonuna her ölümlünün umudu, her bahtı karanın hayali, şanlı şerefli demokrasi eklenmiyordu, özür dilerim. Otoriter, totaliter ve benzeri o kötücül sıfatların ardından demokrasi yerine, rejim falan diyorduk.

Herkesin hakkı olmakla birlikte dalgamızı geçmeyi bırakıp bir düzeltme ile yineleyebiliriz: Doğrudur, demokrasilerde çare tükenmez. Ama tükenmeyen, emekçi halkın dertlerine bulunan çareler değil, onun tepesine çöreklenmiş iktidarların ömrünü uzatmaya yarayacak çarelerdir. Kendisinden önceki bütün sömürücü sınıflar gibi iktidarını yitirmeye, bu yitirişi izleyen zaman diliminde bir sınıf olarak yok olmaya mahkûm burjuvazi açısından, çare arayışında herhangi bir ahlak sınırı söz konusu değildir.

Kuşkusuz, örgütlü halk “el mi yaman, bey mi yaman” cesaret ve kararlılığıyla kalkıp dikilinceye kadar…