Sol siyaset iyiliği örgütlü bir güce dönüştürme olanağına sahiptir. Değer mi sorusundan kurtulmak mümkündür. 

Değer mi?

Metin Çulhaoğlu’nun bir hapishane anısıydı. Orada, bir koğuşta gayet itibarlı bir adli mahkûm. Genelevden sevdiği kadını çıkarmış, ama tahmin edileceği gibi bir türlü huzur bulmamış ve sonunda kadın dâhil bayağı birilerini öldürmüş. Ne zaman çıkacağı belli değil… Bu adam sormuş Metin’e nasıl içeri düştüğünü. Yanıt yazı, çizi, komünizm propagandası minvalinde olunca pek üzülmüş: Değer mi be kardeşim, demiş, değer mi…

Kabaca kırk yıldır halkımız solculuğa “değer mi” diye bakıyor-du. Değer mi sendika diye diye işten atılmaya. Değer mi hakkımı arayacağım diye düşman edinmeye. Değer mi geceni gündüzüne katıp eline hiçbir şey geçmemesine. Değer mi Sivas’ta, Gazi’de, 1 Mayıs’ta öldürülmeye, ölüm tehlikesi atlatmaya. Değer mi… 

Yanıtı, bu özverilerin sonucunda kazandıklarımızı göstererek verilemiyorsa, ağzımızla kuş tutsak, karşı tarafta yarattığımız algı bir “onur kavgası” verdiğimiz oluyor-du. Hani bu hızla hedefe varamayacağını söyleyenlere kaplumbağanın yanıtı gibi; “olsun, yolunda ölürüm…” 

Şu son iki cümlede ne kadar da çok sorun var, farkında mısınız? Yol zaten solcuyu sorgulayan halkın yararından başka bir şey mi ki! O yolda uğraş didin; ama övünülecek somut bir şey birikmemiş! Veya birikmemiş sayılıyor! Onur denen şeyse sanki gerçek hayattan ayrı, başka bir evrene ait! En fenası halk ayrı yerde, solun mücadelesi ayrı! 

Sanki dönmüşüz Marx ile Engels’in, artık hangisinin aklından çıkmışsa o pasaj, Manifesto’da komünistlerin işçilerinkinden ayrı çıkarları yoktur sözünü yazma ihtiyacı hissettikleri günlere! Üstelik o zaman yıldızımız yükseliyormuş. Son kırk yıl boyunca ise kitlelerin gözüne nadiren çarpmış parıltımız.

Aynı kırk yıllık zaman diliminde bu dünyadan göçme sırası gelen nice devrimci son nefesine yakın, bir daha yaşasam, yine böyle yapardım dediler; tanıklarıyız. Solumuz alkışlanmamaya da, arkasından gelinmemeye de, eziyet edilmeye de inatçıdır. Ama mesele bu değil. Konumuz, halkımızın kendi kurtuluş davasını güdenleri nasıl algıladığı. 

Halkımızın Nâzım ve Deniz’e beslediği tükenmez sevgi ve saygı bu algının sınırını gösteriyor. Biz hep yoksul halkımızın çocukları olduk. Akıllı, vicdanlı, onurlu ama yaramaz çocuklar! Sevilen ama koluna girilmeyen... Başlıktaki aptal soruya muhatap bırakılan! Sanki kendileri şu hayatta mutlu olabilmişler gibi; devrimcinin çektiğinin farklı türleriyle düzen tarafından durmaksızın terbiye edilmemişler gibi… 

Halkımız, Yalçın Hoca’nın Eylülist adını taktığı akıma itibar etmedi. Solcuların loş, sigara dumanına gömülü odalarda, gerçeklikten kopuk, onun bunun tarafından kandırılmış oldukları iddiası veya düpedüz kötü insanlar oldukları yalanı ortada kalmıştır. Halkımız bu karalamaları elinin tersiyle itmiş, ama hep bize sormuştur: Değer mi yani, a güzel kardeşim?

*    *    *

6 Şubattan bugüne yaşanan deneyimse başkadır. 

Birincisi aleni saptama: Sağcı halka sırtını dönmüştür ve iş başa düşmüştür. 

İkincisi aleni gözlem: Solcunun halkın yararından başka bir çıkar güttüğü görülmemiştir. 

Üçüncüsü solcunun en iyi örneği olduğu yalın gerçek: örgütlü davranış mutlak ihtiyaçtır.

Yardıma ihtiyaç var. Dağılalım, kapı kapı toplayalım. 

Bir yerde biriktirmemiz lazım bunları, o yeri yaratalım. 

Hangi ihtiyacın nereye ulaşması gerektiğini bilmek lazım. Madem öyle afet sahasında bir gözünüz olacak. 

Yollayacaksınız el emeği yardımları. Hep birlikte TIR’a yükleyeceğiz o halde. 

Sonra bir başka kolumuz olacak ki, toplananları yerine ulaştıracak; bu sefer kapı kapı dağıtılacak. 

Bu, milyonların yüzlerce yerleşimde gönüllü katıldığı bir örgütlenme deneyimidir. Örgütlenmenin başa bela olabileceği, hakkını arayanın dokuz köyden kovulacağı, şu kısa ömürde bunlara değip değmeyeceği soruları enkazın altında kalmıştır. Örgütlenme hayat kurtarır! İnsan örgütlü varlıktır!

Elbette bundan önce de hep mücadele ediliyordu, hep emek veriliyordu ve hep insanlar örgütlü mücadeleye katılıyordu. Ama bir ölçek sorunu var. Ölçek derken sayım yapmak gerekmez. Ülkenin vicdanının ayağa kalktığını gözlerden okumak gayet mümkündür. Ben kendi payıma madencilerin o büyük yürüyüşe kalkıştıkları günleri hatırlıyorum. “Çankaya’nın şişmanı” lakaplı örgütlü kötülüğün karşısında iyiliğin örgütlenmeye hazırlandığı çıplak gözle görülüyordu. Daha bariz ve yakın olan Gezi günleriydi. Depremde açığa çıkan toplumsal örgütlenme yönelimi bunları da aşıyor. 

Ancak herhangi bir maddi dinamik, herhangi bir toplumsal psikoloji kendiliğinden yol almaz. Devreye siyasetin girmesi gerekir. Solcu, örnek olmanın da ötesine geçip öncü olabilmelidir. 

Yukarıdaki örneklerden ilkinde büyük yürüyüşe basan birkaç sendikacı kariyer yaptı; kimisi milletvekili oldu. Gezi’den sonraki enerji, şimdinin meczubu sayılan birine, İBB adayı olduğunda “bas geç” diye verilen desteğe akıtıldı, Ekmeleddin vakasında büsbütün dağıtıldı…  

Şu ara iyiliğin gözlerden okunduğu ülkemizde, ne kadar da güzel olduğunu bir kez daha hep birlikte keşfettiğimiz bu acılı ülkemizde yapılması gereken de yapılmaması gereken de bellidir. Sol siyaset iyiliği örgütlü bir güce dönüştürme olanağına sahiptir. 

Değer mi sorusundan kurtulmak mümkündür.