Garip, tuhaf, sıra dışı olmayan “çok sağlıklı” bir kişi bile ateşi çok yükselse, ağır bir işkenceden geçse, ani bir şiddetli kayıp yaşasa sesler duymaya, etrafı farklı algılamaya başlayabilir.

Deccal ve öteki cinler

İzlenmek, takip edilmek ya da ermek, özel bir görev üstlenmek gibi düşünceler (sanrılar) ile başkalarının duymadığı sesler duymak, karaltılar, yüzler görmek (varsanılar) psikoz adını verdiğimiz durumun olmazsa olmaz bileşenleri. Bu düşünce ve algılar olmaksızın psikozdan bahsedilemez. Ve bu düşünceler, algılar genelde sıkıntı vericidir. Tabii ki sıkıntı da derece derecedir; yani kişiden kişiye, durumdan duruma değişir. En “şiddetli” haline ise “hastalık” adını verebileceğimiz durumlarda ulaşır. Kişinin tüm zihinsel etkinliklerini, yaşantısının en ulaşılmaz köşelerini istila eder.

Ama geçicidir. Yani psikoz geçicidir. Kişi sürekli psikoz içinde yaşamaz. Azalır artar; durulur ya da fırtınaya çevirir. Dalgalıdır. “Hastalık” tablosunun içinde bile azalır, artar, kaybolur, geri gelir, değişir. Takip edilmenin yerini tehdit edilme, belirsiz seslerin yerini küfürler, aşağılanmaların yerini peygamberlik alır. Ya da hepsi bir sabah çekip gidebilir.

Ama bu tür düşünce ve algılar bir tek “hastalıklarda” ortaya çıkmaz. Daha hafif biçimleri ile toplumun içinde, “sağlıklı” zihinlerin parçası olarak da dolanır dururlar. Kişiler, gündelik yaşamları çok da aksamadan, Mehdi olduklarını yaşayabilirler, aşıların içinde çip olduğuna inanabilirler ve kendi kendilerine konuşabilirler. Dışarıdan bakınca belki bir parça “tuhaf, eksantrik, sıra dışı ve garip” bulunabilirler ama yaşamın akışı içinde yolları kliniğin kapısından hiç geçmez.

Psikoz sadece kliniğin bir parçası, görünümü değildir; insan olmanın temel bileşenidir. Garip, tuhaf, sıra dışı olmayan “çok sağlıklı” bir kişi bile ateşi çok yükselse, ağır bir işkenceden geçse, ani bir şiddetli kayıp yaşasa sesler duymaya, etrafı farklı algılamaya başlayabilir. Psikoz, tıpkı kaygı (anksiyete) gibi biyolojinin parçasıdır, kendisidir.

Bir görüşe göre de evrimsel bir bedeldir. İnsanın evrim süreci içinde ortaya çıkan ses çıkarma, sözel iletişim ve dil becerisinin zihinsel bir bedelidir.

Dil, tabii ki büyük bir evrimsel sıçrama. Neredeyse sonsuz sayıda soyutlamaya, soyut olguların sembollere, seslere ve çok sonra da simgelere dönüşmesi için olanak sağlamış. Milyonlarca yıla dayalı, karmaşık ama çok dinamik bir gen ve çevre etkileşimi sonucunda ortaya çıkan Homo Sapiens beyninin bir yansıması dil.

Bu görüşe göre psikoz ancak evrimsel süreçte kritik genetik değişikliklerden sonra ortaya çıktı. Bu nedenle örneğin sesler duyma, görüntüler görme gibi algı bozukluklarını insan dışındaki canlılarda, hatta biyolojik olarak insana en yakın memelilerde bile ancak ciddi beyin hasarları ya da sinir hücrelerinin doğrudan uyarılması ile gözlemlenebiliyor. Yani bir kedi, bir maymun psikoz yaşamıyor. Düşünce “bozukluğu” olan sanrıları, Homo Sapiens dışındaki başka bir canlıda, laboratuvarda bile ortaya çıkarmak mümkün değil. Çünkü diğer canlılarda dil gibi bir sembolizasyon yok. Bazı sembolizasyonlar var ama işleyişi insana göre biyolojiden çok da uzaklaşmamış, kısıtlı bir sembolizasyon söz konusu.

Genetik farklılaşma başlangıçtı; dil, giderek artan bir sosyalleşme içinde büyük avantajlar sağladı. Biyolojiden başlayıp psikolojiye kadar uzanan avantajlar.

Ama doğa içinde avantajlı olmak o kadar da kolay olmadı. Binlerce yıl sürdü. Yaşananları, nesneleri soyutlamaya olanak tanıyan dil, aynı zamanda korkuları, belirsizlikleri, bilinmezlikleri de soyutlama olanağı sağladı. Sınıfsal tahakkümler, unutulmayan kayıplar dilden dile, nesilden nesile yaşadı, aktarıldı. İnsanın iç dünyası (zihin) bunlarla zenginleşti, çeşitlendi.

Ama bir tek çeşitlemekle de kalmadı. Doğa ve toplumsal ilişkilerin içinden çıkıp gelen tehditler dile, simgelere döküldü. Zarar verici, yok edici durumlar; zorlu istekler, endişeler; boyun eğdirici ilişkiler ve belirsizlikler cinlere, dinlere ve söylencelere dönüştü. İnsanın biyolojisi, sosyal olanı zihinde yeniden işledi. Biyoloji ve sosyoloji, psikolojiye dönüştü. Ve tabii ki süreç içinde tersi de yaşandı.

Deccal de öteki cinler de işte bu dönüştürme ve işleme sürecinin içinden çıkıp geldi. Dünyayı, hayatı daha katlanabilir hale getirmenin, anlamanın ve anlaşılamadığı durumda da uydurmanın bir biçimiydiler. Hastalık değil, yaşantının bir parçasıydılar. Hatta kendisiydiler.

Bu dönüştürme, yani Deccal’in icadı, başka acıların, sıkıntıların, korkuların Deccal olarak somut bir simgeye dönüşmesi ise büyük bir değişiklikti. Bu yer değiştirmeyi yaşayan ilk insan için büyük bir sıçramaydı, Deccal. Acılarına, sıkıntılarına bir isim bulmuştu.

Ama sonra, hem de aradan binlerce yıl geçtikten sonra içerikleri aynı kalır gibi olsa da hem anlamları değişti hem de yerleri. Uydurmanın parçasıydılar, bilmek ve anlamak çok gelişti: Deccal ve öteki cinler, bilimin nesnesine dönüştüler. Artık, gaipten gelen ses değil, birer hastalıktılar.

Bilim, geçmişin “doğal” görünümlü işleyişini, kültürü götürdü yerine tedaviyi getirdi. Bu da bir sıçramaydı. Geçmişi geride bırakan, ama geçmişin bugünde kalmasına da tam etkide bulunamayan bir sıçrama. Bin yıl öncenin icadı Deccal, zamanı dolmasına rağmen yaşamaya devam etti. Toplumsal ilişkilere kısmen uzanan bilim, Deccal’i seyretti. Deccal, açıklayıcılığını yitirmesine rağmen yoluna devam etti.

Devam etti çünkü kendisini ortaya çıkaran o “çekirdek yabancılaşma” ortadan kalkmadı. Onca değişime rağmen biyoloji kendisini bu yabancılaşma üzerinden anlatmaya, Deccal ve öteki cinler biçimindeki sembollere dönüşmeye devam etti.

Devam etti ama bir yandan da bilim zihnin işleyişine dair yeni bilgiler ortaya çıkardı. Şuradan sadece ve sadece 50 yıl önce. O kadar… Bin yılların Deccal’i bir hapla kaybolur hale geldi.

Deccal ve öteki cinler, bir hapla değişir, ortadan kaybolur oldu ama kendisini üreten toplumsal ilişkiler ve yabancılaşma değişmedi. Hap, kliniğin yüzünü güldürdü ama toplumsal ilişkilerin kendisine sirayet edemedi. Edemez de!

Onları ve Deccal’i kökten değiştirecek olan ise insanların kolektif eylemi ve bilmesidir. Başka bir şey değil.

Şu ülkede, şu fani dünyada, onca acı olayın ortasında eksikliği hissedilen de tam olarak insanların bin yılların yabancılaşmasını değiştirmek üzere bir araya gelmesidir.

Başka bir şey değil.