Depremin yarattığı tarihsel kırılmada ete kemiğe bürünen sözcük dayanışma oldu. 

Dayanışma: Ölüm siyasetine karşı hayatı savunmak

Depremin üzerinden iki gün geçmişken ve devlet “örgütlenmiş toplum” olarak hala ortada yokken, toplum kendini örgütleme çalışmalarına çoktan başlamış, “ihtiyaç keşfin anasıdır” sözüne uygun bir şekilde de sosyal medyayı arama-kurtarma-yardım çalışmalarının en etkili araçlarından biri haline getirmeyi başarmıştı. 

İnsanlar deprem bölgesinde enkaz altında kalanların, sesi duyulanların, kurtarılabileceklerin lokasyonlarını, ihtiyaç duyulan yardım ya da arama kurtarma malzemelerini, kayıp ilanlarını, ne şekilde yardım edebileceklerini, hep sosyal medya üzerinden paylaştılar bu süreçte. Yardım çağrıları, ihtiyaç listeleri hızla elden ele paylaşıldı günler boyunca; her bir çağrı, her bir liste ne kadar çok kişiye ulaşırsa o kadar iyi olur, yardım daha çabuk ulaşır diye düşünüldü ve çoğaltıldı. 

Bu sayede hem göçük altından çok sayıda insan çıkartıldı hem de insanların hayatta kalması için ilk aşamada yapılması gerekenlerin bir kısmı yapılabildi. Öyle ki, yokluğunun üzerini örtmek için devletin sosyal medyaya kısıtlama getirdiği çarşamba akşam saatlerinde, veri akışının yavaşlamasıyla birlikte arama-kurtarma faaliyetleri de yardım faaliyetleri de hızlı bir şekilde yavaşladı. Sesi duyulabilecek, ulaşılabilecek, kurtarılabilecek çok sayıda insan, bu korkunç aymazlık nedeniyle o saatlerde kaybedildi. 

Toplumun kendi kendisini el yordamıyla ve elinde hangi malzeme varsa doğru bir şekilde kullanarak örgütlediği o ilk günlerde, sosyal medyanın da “sosyal” sıfatını gerçekten hak etmesine tanıklık edildi. Sosyal medya sosyalleşti, yani toplumsallaştı, bir ortak akıl, ortak irade platformu halini aldı. “Paylaşım” sözcüğü de bu süreçte hakiki içeriğine kavuştu, kolektif bir veçheye büründü, çoğaltılan her paylaşım insanların hayatta kalma çabalarına uzatılan bir yardım eliydi, bir dayanışma biçimiydi. 

Sosyal medya, iki haftadır tanıklık ettiğimiz dayanışma pratiklerinin ve ortak hareket etme iradesinin somutlaştığı şeylerden biri ve bir örnek sadece. Bu süreçte, yaşanan derin yoksulluğa rağmen geniş halk kitleleri dişinden tırnağından artırdıklarını deprem bölgesine gönderdi, bağış kampanyalarına katkı yaptı, deprem bölgesine gönderilecek temel ihtiyaç malzemelerinin toplanması, tasnif edilmesi, kolilenmesi, araçlara yüklenmesi için olağanüstü bir çaba gösterildi.

Türkiye’nin dört bir yanından doktorlar, eczacılar, mimarlar, mühendisler, gazeteciler, madenciler, motokuryeler deprem bölgesine gitti, hakikati haberleştirdiler, sesleri duyurdular, enkaz altından insanları çıkardılar, hayatta kalanları sağalttılar, tedavilerini yaptılar, ilaçlarını verdiler, çadır, erzak, giysi, hijyen malzemesi taşıdılar. Yardımlaşma ve dayanışmanın hayatta kalabilmek için ne kadar önemli olduğunu, bu süreçte yaralarımızı ancak birlikte sarabileceğimizi, enkazın altından ancak hep beraber çıkabileceğimizi gösterdiler.

Ve elbette ki komünistler, sosyalistler, devrimciler… İlk saatlerden itibaren güçleriyle ve olanaklarıyla orantısız bir şekilde damga vurdular arama, kurtarma, yardım çalışmalarına; çünkü insanüstü bir çabayla, muazzam bir fedakârlıkla, katıksız bir halk sevgisiyle, yoldaş olmaya ve dayanışmaya duydukları inançla hareket ettiler. Sardıkları yaralarla, derdine derman olduklarıyla, çocukların yüzünde yarattıkları gülümsemeyle hepsi birer isimsiz kahraman oldular, yaptıkları tarihe asla silinmeyecek bir not olarak düşüldü.

Tüm bunları olan biteni romantikleştirmek ya da edebiyat yapmak için yazmıyorum, hayır. 6 Şubat’tan bugüne Türkiye’de ölümle yaşam arasında bir savaş veriliyor ve taraflar belli, asıl anlatmak istediğim bu. 

Bir tarafta inşaat ekonomisiyle, imar rantıyla, kâr hırsıyla, ihale komisyonuyla, rüşvetiyle, bir vampir misali emeğin kanını emerek ayakta duran Türkiye’nin sermaye düzeni var; diğer tarafta ekmek parasını deprem bölgesine gönderen, yardım kolileyen, enkazdan insan çıkartan emekçi halk…

Bir tarafta kârlarının binde birini bağış adı altında şov yaparak lütfeden ve bunun dışında ortalıkta görünmeyen bankalar, holdingler, tekeller var, bir yanda dayanışma ve yardımlaşmayı incelikle ve maharetle ören, diğerinin yarasına merhem olan, kederine omuz veren emekçiler, kadınlar, gençler…

Bir tarafta piyasacı mantığın ülkeyi getirdiği yer, diğer yanda kamuculuğun ülkeyi götüreceği yer. Bir tarafta kâr ve ranta dayalı ekonomi modeli, diğer yanda toplumcu, halkçı bir model. Bir yanda dinci gericilik ve hurafeler bir yanda akla ve bilime duyulan güven. Bir yanda “vatan millet Sakarya” edebiyatı yapanlar, bir yanda en ufak şahsi çıkar beklemeksizin halkın yardımına koşanlar. Bir yanda rekabet, bir yanda dayanışma… 

Tarihsel kırılma anlarında bazı kelimeler bir kelime olmaktan çıkıp ete kemiğe bürünürler, gözle görülür hale gelirler, somutlaşırlar, tarih kelimeleri buna çağırır. Depremin yarattığı tarihsel kırılmada ete kemiğe bürünen sözcük dayanışma oldu. 

Ölümle yaşam arasındaki bu kavgada ölümden yana olanın sermaye düzeni, piyasacılık, kâr ve rant, rekabet, dinci gericilik olduğunu gördük; yaşamı ise dayanışma temsil ediyordu. Dayanışma yaşatmanın, yaşamı savunmanın, yaşamdan yana olmanın hakikati olarak ete kemiğe büründü, sahici anlamına kavuştu. İnsana dair anlatılan tüm o bencillik, faydacılık, kârını maksimize etmeye çalışan homo economicus masalları, “güçlü olan ayakta kalır”, “her koyun kendi bacağından asılır” palavraları bir çırpıda silindi gitti. 

Piyasanın mantığının çürüttüğü görece küçük bir toplam hariç, insanın dayanışmaya, yardımlaşmaya, birlikte hareket etmeye, düştüğü yerden birlikte kalkmaya eğilimli bir varlığı olduğu bir kez daha görüldü. İnsanın toplumsallığı ve dayanışmacı bir şekilde kolektif bir akıl ve güçle hareket etmesinin onun tarihsel özünü oluşturduğu bir kez daha anlaşıldı, eşit ve özgür bir dünya umudu bir kez daha tazelendi, dirildi.

Şimdi sırada bu umudu politize etmek, siyasallaştırmak var. Türkiye’nin sermaye düzeni artık emekçi halkımız için bir beka meselesi haline gelmiş durumda; sermaye düzeni kendisini yaşatabilmek için milyonların varlığını tehdit ediyor, ona asgari ölçekte insani bir yaşam bile vaat edemiyor. Sermayenin bu vampir, parazit, ölümcül karakterine karşı bizim elimizdeki en güçlü silah ise dayanışma. “Dayanışma yaşatır” sözü artık bir slogan olmanın ötesinde, hakikatin ta kendisini ifade ediyor. Dayanışma, yardımlaşma, kolektif akıl ve güç… Ölüm siyasetine karşı yaşamı savunan bir siyaseti inşa edeceğimiz zemin tam olarak burası, buradayız.