Hak mücadelelerinin devamı ve devrim hakkı için, sömürücü düzenin değişmesi için, insanın insanı ve doğayı sömürmemesi için emekçi halkın birbirine dokunarak mücadeleye örgütlü olarak katılması gerek.

Dayanışma

Önce ne olmadığına bakalım. Dayanışma zenginlerin, sınıflı toplumdaki egemen sermayenin, tarikat ve cemaatlerin zekat, fitre, yardım gibi dinsellik ve duygusallık içinde “rabbin açlıkla denediği” kullara dağıttığı kırıntılar değildir. Bireysel değil, toplumsaldır; toplumbilim kavramı olarak bir topluluğu, bir bütünü oluşturanların duygu, düşünce ve ortak çıkarlarda birbirlerine karşılıklı bağlanmasıdır. Arabuluculukla, akil insanlarla, eşrafla, şeyhlerle, ağalarla, babalarla sağlanamayacağı gibi burjuvazinin anayasal deyişle “sosyal hukuk devleti”yle veya “tabiî afet veya tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması hallerinde yurdun tamamında veya bir bölgesinde” OHAL ilan edilmesiyle, yardım diyerek düşük ya da sıfır faizli borçlandırmalarla, geçici önlemlerle sağlanmaz.

Bir kere sosyal hukuk devleti tam da sömürücü düzenin uzlaşmacılık yönünü anlatır. Anayasa Mahkemesince yapılan; “insan haklarına dayanan, kişilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarını güvence altına alan, kişi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı arasında adil bir denge kurabilen, özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan, çalışma hayatını geliştiren ve ekonomik önlemler alarak çalışanlarını koruyan, onların insan onuruna uygun hayat sürdürmelerini sağlayan, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, işsizliği önleyici ve millî gelirin adalete uygun biçimde dağıtılması için gereken önlemleri alan, sosyal güvenlik hakkını yaşama geçirebilen, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak sosyal adaleti ve toplumsal dengeleri gözeten, toplum yaşamında adalete ve eşitliğe uygun bir hukuk düzeninin kurulmasını amaçlayan devlet” şeklindeki cafcaflı, genel ve geniş tanımda da açıkça gösterildiği gibi sosyal hukuk devleti, zaten sömürenlerle sömürülenlerin olduğu sınıflı toplumu anlatır. İşgücünün ayakta kalabilmesi için sermayenin ve iktidarının bulduğu, işine geldikçe, işine geldiği kadarıyla devreye soktuğu geçici bir uygulamadır. Yukarıda eğik olarak yazdığım kimi değerlendirmelerin zamanla tanımdan çıkarılması özünü değiştirmez.

İkinci olarak, “tabiî afet veya tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması hallerinde yurdun tamamında veya bir bölgesinde” OHAL ilanı da dayanışma değil, kurulu düzenin krizlerden ve engellerden temizlenebilmesi için yurttaşlara getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleridir. Ek olarak zaten sınıflı toplumda sermaye lehine çifte standartla çalıştırılan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması veya geçici olarak durdurulmasıyla toplum üzerine kurulacak bir baskıdır.

Nitekim Anayasanın 5. maddesiyle tanımlanan; “Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” şeklindeki devletin temel amaç ve görevleri de egemen sermaye sınıfının devletini tanımlamakta, diğer deyişle toplumsal olarak dayanışma yerine burjuva devletini devreye sokmaktadır.

Devlet, halkın yönetimi yerine temsili demokrasiyle ve artık ağırlıklı olarak o demokrasinin parlamentoyu işlevsizleştiren ve önemsizleştiren bireysel temsilcisiyle oluşmakla ve de sınıfsal olmakla zaten dayanışmanın, beraberliğin ve birliğin içinde değil, karşısında yer almakta.

Türkiye’nin dört bir yanına dağılan “Dayanışma Komiteleri”nin de ortaya koyduğu gibi dayanışma, mahalle, köy, kent, işyeri ve fabrikalarda işçi ve memur, tüm emekçilerin, kadınların, işsizlerin, küçük çiftçi ve esnafın, tüm ezilen ve sömürülenlerin birbirlerine, yaşamlarına ve yaşam alanlarına birlikte sahip çıkması, yaşam zorluklarının aşılarak toplumsal güvenin sağlanmasıdır.

Dayanışma yaşanabilir ve özgür alanları kapsar; birlikte nasıl üretileceğini ve paylaşılacağını, nasıl yaşanılacağını ve yönetileceğini -gerçek halk yönetimini- öğretir ve yaşama geçirir. Dayanışma, sömürücülere ve sömürücü düzene karşı, onlarla aynı gemide olmadan mücadelenin ve hak aramanın örülmesi, örgütlenmesidir; devrimci ahlak ve disiplini içerir.

Dayanışma umutsuzluğun, çaresizliğin, pahalılığın, yoksulluğun, işsizliğin, karanlığın, gericiliğin, etnik ve dinsel müdahalelerin, kuralsızlığın, eşitsizliğin, adaletsizliğin, yalnızlığın, özgürlüksüzlüğün, bağımlılığın yok edilmesi için, emekçilerin ortak ihtiyaçları için ve çözüm için örgütlü ayağa kalkıştır, örgütlü yürüyüştür. Dayanışma Komiteleri TKP’nin örgüt binalarında, semt evlerinde, işçi evlerinde, köy evlerinde buluşturuyor, çalışıyor.

Dayanışma Komiteleriyle ortaya çıkan mücadele birlikteliğinin örneği olarak “Dayanışma Meclisi” de ağırlaşan ekonomik, siyasal, kültürel ve toplumsal yaşam koşullarına; dinsel, milliyetçi, yönetsel ve sınıfsal baskılara; hukuksuzluk, kuralsızlık, keyfilik, adaletsizlik, yolsuzluk ve talana karşı halkın gerçek seçeneklerini üretmek üzere kuruldu. Gericiliğe, emperyalizme, kapitalizme, sermayenin sınırsız sömürüsüne ve yoksullaştırmaya karşı gerçek sol bakışı üretiyor, emekçi halkın itirazını dile getiriyor, dayanışma için analizi ve birlikte çözümü üretiyor (http://dayanismameclisi.org/).

Jose Marti Küba Dostluk Derneği’nin “Dayanışma Ablukadan Güçlüdür” çağrısı da dayanışmanın uluslarla sınırlı olmadığının, ABD emperyalizminin Küba halkını yoksulluğa ve açlığa mahkûm ederek bağımsızlıklarından ve büyük bir mücadele sonucunda elde ettikleri kazanımlardan, sosyalizmden vazgeçmeye zorlamasının uluslararası dayanışmayla giderilebileceğinin mücadele örneğini gösteriyor (http://www.kubadostluk.org/dayanisma-ablukadan-gucludur/). Küba halkının sosyalizmden gelen dayanışmacı ruhu karşılıksız kalmıyor.

Erdoğan’ın, faiz düzenini anımsatarak sıkça söylediği “zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul” yapma işi aslında sermaye sınıfının ve siyasal iktidarının işi. Demokrasi de dinsellik de sömürü için kullanılıyor.

Ezenle ezilenin, sömürenle sömürülenin çıkarları bir olmaz; kurtuluş da sömürücü düzenin demokrasi yanılsamasıyla, düzen içi davet ve vaatlerle olmaz.

Hak mücadelelerinin devamı ve devrim hakkı için, sömürücü düzenin değişmesi için, insanın insanı ve doğayı sömürmemesi için emekçi halkın birbirine dokunarak, göz göze gelerek, el ele, omuz omuza vererek dayanışması, sınıfsal mücadeleye örgütlü olarak katılması gerekiyor.