'Darbe korkusu vardır çünkü Türkiye’de Erdoğan ve partisine açılan yollar da benzer gelişmelerle örülmüştür.'

Darbe korkusu

2016’daki darbe girişiminden beri birilerinin “fetöcülük”le suçlanmadığı, darbeci ilan edilmediği gün pek yaşanmadı.

İtham edilen kişi muhalif olsun olmasın darbecilik suçlaması leke sürmenin de ötesinde bir tür kolaya kaçmaya dönüştü. Çünkü 15 Temmuz’un üzerinden 6 yıl geçmişti ve “darbecilerin hakkından gelmek” için devletin altını üstüne getiren bir iktidarın artık darbecilerden yakınmaya hakkı olamazdı.

Halbuki darbe korkusu gerçek.

İktidar partisindekilerin yakınmaya hakkı olduğu için değil, itham edilen herkese bir yanıyla kendileri de benzedikleri için. 

Düzen siyasetinden bahsediyoruz. Arşivlerden örnekler sıralamaya gerek yok, “sızma girişimleri” yalanının tarihçesine de ihtiyacımız yok: Fetullahçılık bile isteye bir normale dönüştürüldüğünden, cemaatler ve tarikatlar “meşru” ilan edildiğinden beri düzen siyasetinde bunlarla iş görmemiş neredeyse kimse kalmadığı, kalması pek de mümkün olmadığı için.

Devletle iç içe geçmiş bir Cemaatten, AKP - Cemaat ikiliğini anlamsız kılacak bir geçişkenlikten söz ediyoruz. Böyle bir ortamda asla kaybolmayacak tek şey güvensizlik ve tedirginliktir.

Erdoğan, giderek yalnızlaşan ve güven sorunu yaşayan bir siyasetçi olarak bu korkuyu en üst perdeden hisseden kişi olmalı. Oysaki darbe korkusunun tek kaynağı güvensizlik de değil. 

Darbe korkusu vardır çünkü Türkiye’de Erdoğan ve partisine açılan yollar da benzer gelişmelerle örülmüştür.

Türkiye’deki darbelerin ama en çok 12 Eylül’ün dikkat çekici özelliği düzen siyasetine radikal giriş yapan unsurun radikalliklerinden arındırılarak sisteme uyumlu kılınması olmuştur. Türkiye siyasetinin anti-komünist unsuru İslamcılık Erbakan’ınki gibi bir radikallik olmadan siyaset sahnesine adım atamayabilirdi. Ama siyasette tutunabilmek için Erdoğan’ın pragmatizmine ihtiyaç vardı.

Erdoğan ve arkadaşlarının AKP’sinin iktidara geliş süreci, başta ABD olmak üzere emperyalist merkezlerin Türkiye siyasetine yönelttiği “kontrollü darbeler”le mümkün olmamış mıdır? 12 Eylül ile birlikte siyaset alanı temizlenmiş, rakipler zayıflatılmış, devlet aygıtı kısmen de olsa alıştırılmış ve iktidara gelmesi istenen parti çeşitli yöntemlerle güçlendirilmiş, “çekici” kılınmıştır.

Darbe korkusu vardır çünkü Erdoğan 12 Eylül’den AKP iktidarına kadar geçen yirmi yıllık sürecin bir benzerinin kendi yirmi yılında da yaşandığının farkındadır. 

Mesele sadece 15 Temmuz değil. Erdoğan’ı iktidara getirenler, iktidara nasıl gelindiğini ona hatırlatmak için bazen ve şu günlerde bonkör de davrandıkları için.

Düzen siyasetinin kuralları böyle işlediği, kuralları kabul edenler o sahnede oynayabildiği ve darbe korkusunu halkın üzerine yıkmak da çözüm olmadığı için Erdoğan’ın korkularını yatıştırmak kolay olmayacaktır.

Peki darbesiz bir ülke mümkün değil midir?

Darbe korkusunun bir üçüncü nedeni vardır ki darbelerin neden ve nasıl gerçekleşebildiğine de ışık tutar: Darbeler mutlaka zaaflar üzerinden inşa edilir. 

O zaaflar ABD’nin başkanlık yarışında da ortaya çıkabilir, bir ülkenin etnik kompozisyonunda da. Ya da zamanla kurulan tuzakların çalışmasının ürünü olarak da olgunlaşabilir. Bu anlamda darbe denilen müdahale basitçe iktidardaki kişinin değişimine indirgenemediği gibi darbenin başarılı olup olmadığının tek kıstası da bu olamaz.

İlginçtir, sosyalizm çözülürken Sovyetler Birliği’nde siyaset yapanlar elbette kurulu bir kapitalist düzenin siyaset kurallarına göre oynuyor değildirler. Sovyet düzeninin yıkılışında karşıdevrimcilerin rolü de büyüktür. Ama bırakın karşıdevrimciliği sosyalist düzenden umudu kesmek bile büyük bir zaaf olmuştur. CIA’nın görebilmek için fazlaca çaba göstermesine belki ihtiyacı kalmamıştı ama sona yaklaşıldığında Sovyet iktidarının yöneticileri bu zaafı saklamakla bile uğraşmamışlardı.

Oysaki sorun tam da “siyaset yapanlar”la ilgiliydi. 

ABD’nin Küba Devrimi’ni boğmak için gerçekleştirdiği Domuzlar Körfezi Çıkarması CIA’nın temelde İran ve Guatemala’daki tecrübelerinin üzerine inşa edilmişti. Ama aslen bu tecrübelerin yarattığı kendine güvenin üzerine… 

Küba’da ABD’yi “Küba’yı Guatemala yapamayacaksınız” diye uyaran bir Fidel ve devrimci iktidar bulunuyordu. Fidel ve arkadaşları yeni doğan devrimci iktidarın zaaflarının elbette farkındaydılar. Ama ABD kendisininkinin pek farkında değildi… Küba’da da başka yerlerde de darbeleri boşa düşüren temel güç, kararlı bir önderliğin ve kararlı bir halkın emeğinin ürünü oldu.

ABD elbette Küba’daki, Vietnam’daki askeri başarısızlıklarından dersler çıkardı. Irak bir yana ama Afganistan’ın ve Ukrayna’nın bu derslerin ürünü olduğunu söylemek yanlış olmaz. 

Öte yandan, bugün ve gelecekte, olası bir darbe girişiminin amacı ve sonucu ne olursa olsun, darbe korkusunun tek bir ilacı bulunuyor: ABD’den ve NATO’dan kurtulmak, emperyalistlerle pazarlığa değil örgütlü halkın gücüne güvenmek.