Yaşanan hesaplaşmada cemaatin neden bu kadar güçlü olduğu cemaat liderinin “AKP bizi korumak zorundadır... Kimse riyakârlık yapmasın...” sözleriyle apaçık ortaya çıkıyor...

Cüppeli adaletten laikliğin cenazesine

İsmailağa cemaati liderinin cenaze töreni, başta cumhurbaşkanı olmak üzere kamu görevlilerinden ve siyaset dünyasından katılanların haberleriyle “aynı gemi” koalisyonunun buluşması oldu.

Erdoğan’ın cenaze törenindeki açıklaması düzenin dinselliğe, tarikat ve cemaatlere verdiği önemin genel bir özeti gibiydi: Cemaat lideri “ilim, irfan ve hikmet sahibi bir önder”di; “gerçekten bir ömür bu ümmetin manevi mimarı olarak bulunmuş”tu; “şarktan garba uzayan bir mücadele ve bu mücadelede de farz, sünnet bunlardan asla zerre kadar tavizi” olmamıştı.

Tarikat ve cemaatlerle liderlerinin içinde bulunduğu dinsel, gerici, siyasi, iktisadi, illegal örgütlenme adaları anayasal ve yasal yasaklara karşın serbestçe hemen her alana yerleşiyor, büyüyor, güçleniyor. Hem devlet hem de düzen içi siyaset tarafından meşrulaştırılmış gösterilerek kimileri dernek, vakıf, şirket gibi legal ağlarla örülerek devam ediyor. Kimileri de önce Erdoğan-Gülen ortaklığı, sonra FETÖ/PDY örneğinde olduğu gibi pazarlığın ve paylaşımın konusu oluyor.

Sermaye ve dinsellik birlikteliğiyle laikliğin yok edilmesi gerçeğini analiz etmeye ışık tutacak epeyce kaynak var. Araştırmacı gazeteci, şimdi RTÜK üyesi İlhan Taşcı’nın 2010’da yayımlanan “Hükümet-Cemaat Kuşatması: Cüppeli Adalet” adlı kitabı İsmailağa cemaati liderinin cenazesiyle birlikte tarikat-cemaat varlığına gösterilen ilginin, tarikat ve cemaatlerin siyaset ve ekonomi içindeki yerinin çok boyutlu analizini yapmak için önemli kaynaklardan biri.     

Bu incelemede Cumhuriyetin “ilk”ler tarihine yazılan notlar var. Adalet bakanının “emriyle” bir savcı, ilk kez bir Cumhuriyet başsavcısının makamını basıp kendisini gözaltına alıyor. Polis ve jandarmaya bir başsavcının emirlerine uyulmaması talimatı veriliyor... Cemaatleri soruşturan Cumhuriyet başsavcısı, tarikatlara “tuzak” kurmakla, cemaatler hakkında istihbarat toplayan MİT elemanları ise cemaat üyelerini “fişlemekle” suçlanıyor. Savcının emriyle cemaat soruşturmasında yer alan askerler hakkında “terör örgütü üyesi” oldukları gerekçesiyle dava açılıyor...

Yaşanan hesaplaşmada cemaatin neden bu kadar güçlü olduğu cemaat liderinin  “AKP bizi korumak zorundadır... Kimse riyakârlık yapmasın...” sözleriyle apaçık ortaya çıkıyor... Cenazeye ilgi bu ilişkinin devamı.

Tarikat ve cemaatleri özellikle siyasal ve parasal yönüyle soruşturmak isteyen Cumhuriyet savcıları ile cemaatleri destekleyenler arasındaki sert savaşımın içinde dönemin Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner var.

Kitap, Erzincan-Erzurum arasında yaşanan süreçteki tartışmaların odağında yer alan İsmailağa’nın geçmişten bugüne kadar anıldığı soruşturma ve dosyalardan örneklerle başlıyor. Tarikat-ticaret kavgasına da yer veriliyor. Cemaatin kabarık suç  dosyasının ardından ilkokul öncesi çocuklara yönelik yaptığı  eğitimin Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından resen incelenmeye başlandığı 2 Kasım 2007 tarihinden, İlhan Cihaner’in tutuklanarak cezaevine konulmasına kadar yaşanan gelişmeler, gün gün belgeler ve yazışmalar ışığında anlatılıyor.

Kitapta, 23 Şubat 2009 tarihinde ilk gözaltı emirleri verilip de 29 kişi gözaltına alındığı gün Erzincan Başsavcısını Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in aramasının, aslında yürütülmekte olan soruşturmanın hedefinin nerelere kadar ulaşabileceğini göstermesi açısından altı çiziliyor. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in İsmailağa cemaatine ilişkin girişimlerin alttan alta sürdüğü günlerde, Fethullah Gülen cemaatine yönelik soruşturmaya da başladığı, bu soruşturma sürecinde atılan kimi adımların başsavcının cezaevine gidiş sürecini de hızlandırdığı değerlendiriliyor.

Konuyu, devamını, soruşturmaları, açılmayan davaları, açılanların sonucunu önümüzdeki günlerde soL Haber Portalı'nda İlhan Cihaner’in kaleminden okuyacağız.

Bu örnekte yargı üzerindeki operasyonun bir bölümünü görüyoruz. Önce Gülen cemaatiyle biçimlendirilen, sonra bu cemaat üzerindeki operasyonla partileştirilen yargıyı, dinselleştirme operasyonunu da ekleyerek AKP’yle ve yandaşlaşmayla okumak gerçekleri görmeye yetmez, hatta üstünü örter.

Egemen sermaye sınıfının gereksinmeleri hem ulusal hem de uluslararası alanda yargıya duyulan gereksinmeyi ve yargının sınıfsal işlevini belirler. Bu işlev aynı zamanda emekçilerin sınıfsal savaşımlarına karşıdır. Laikliğin cenazeleri bu karşıtlığın başlıklarından biri. Yargı laikliğin yok edilmesini kararlarıyla beslerken sermaye-dinsellik birlikteliğini de besliyor.  

İktidara göre, Türkiye yola devam ediyor, demokrasiye doğru koşuyor! Muhalefet de tarikatçılık ve cemaatçilikten demokrasi çıkarma peşinde. Onların piyasacı demokrasileri antikomünizm yüklü, işçi sınıfına düşman.

Cezalandırma ve ödüllendirmelerle sürdü AKP iktidarı. Sermaye birikiminin büyüklere aktarıldığı mülkiyet paylaşımları yapıldı. İçinde tarikat ve cemaatlerin de bulunduğu büyük sermaye büyümesini sürdürdü; emekçi halkın yoksulluğu derinleşti.

Türkiye Komünist Partisinin net ve öz açıklamasında dediği gibi halk yoksullukla boğuşurken “MİLLET orada, CUMHUR orada”, laikliğin cenazesini kıldılar.

Paranın ve dinin saltanatı sürerken bir parmak bal bile olmayan ücret artışına sarılıyorlar. Kaşıkla verdiklerini kepçeyle alacakları düzenleri için çatlak onarımı ve halkı seçim sandığına tıkma yarışındalar.

Onlar 2023, Türkiye Komünist Partisi “2023 yeniden” diyor. Emekçiler devrim ve sosyalizme hazırlanıyor…