“Parti için daha yararlı olmak isterdim” demeye devam eden Bahadınlı’nın yarın Kartal’da olabilme ihtimali hayli düşük. Biz gelin, bu sözünü mitinge yolladığı mesaj sayalım…

Cumartesi Değinileri - Gericiliğin aşı hesabından Yusuf Ziya’ya

Bu yazının yayınlandığı gün aşı karşıtları miting yapıyor olacak. Ertesi gün bizim buluşacağımız Kartal’a altı-yedi kilometre falan uzaklıkta… Aşısızların miting alanına alınmayacağı yolundaki rivayetlerin ne kadarının haber değeri taşıdığını, ne kadarının şaka olduğunu araştırmadım. Ama Türkiye’de aşılamanın düşük oranlarda seyretmesini bu toplulukların hanesine yazmak doğru olmaz. Kuşkusuz varsayım ve izlenimin ötesine geçmek için sahada araştırma yapılması lazım. Türkiye’deyse salgın ve aşılama hakkında otoritelerin elindeki en temel bilgiler bile kamuoyundan sakınılıyor. 

Ne de olsa AKP’ye göre salgına karşı mücadelede, tüm tedavi süreçlerinde, filyasyonda, aşı tedarikinde ve aşılamada vs. dünyanın en başarılı ülkelerinden biriyiz. Devlet olayın başından beri kamu spotları aracılığıyla her gün milletimizin önlem almakta açık verdiğinden şikâyet etse de, topluma yansıyan sözün en güçlü vurgusu “çok iyiyiz.” 

Günde 250 cenaze kaldırmak çok iyiyiz demek oluyor. Toplam 100 milyon doz aşı yapmış olmak çok iyiyiz demek. Nüfusumuzun yüzde 60 kadarının “en az” bir doz aşı olması çok iyiyiz anlamına geliyor. Tek doz yok hükmünde olsa da… Kırk kişilik sınıflar çok iyiyiz demek. Büyük kentlerde toplu ulaşım araçlarının dolup taşıyorsa, çok iyiyiz. YÖK’ün yüzde altmışı yüz yüze, yüzde kırkı uzaktan diye yaptığı zihni sinir hesapları çok iyiyiz’i kanıtı oluyor… 

Elbette halkımızın salgın döneminde ülkenin zenginleştiği iddiasına inanacak hali yok. Ama bunu ayırırsak, yukarıdaki örneklere ve benzerlerine güvenmek hem insani bir eğilimi yansıtır, hem de örgütsüz bir toplumun yaşamın zorluklarına göğüs germe stratejisinin vazgeçilmez unsurunu oluşturur. 

Hakikaten başka türlü yaşanmaz. Zaten işsizlik patlamış, yoksulluk çekilmez hale gelmiş; bari pandeminin fena gitmediğine, başka ülkelerle karşılaştırıldığımızda nal toplamadığımıza inanalım da rahatlayalım! Bu inanç yoksulluğun bile bir gün geçeceği umudunu diri tutmanın yoludur. Yoksa intihardan başka seçenek kalmayabilir… Tabii, örgütsüz bir toplum için! 

Örgütsüz kalabalığın içinde aşı karşıtı, kaderci, tarikatçı örgütlerin ve ilaç tekellerine karşı çıkayım derken kafayı sıyıran şaşkınların oranını ciddiye almayalım. Örgütlü gericilik elbette hafife alınamaz. Ama bugün Türkiye’de nüfusun yüzde kırkının aşıya ayak diremesi ve aşılamanın önemli bir bölümünün de bağışıklık açısından yetersiz olduğu kabul edilen tek doza takılıp kalması, söz konusu örgütlü güruhun başarısı sayılmamalıdır. 

Bu daha ziyade iktidardaki gericiliğin fiyaskosudur! AKP iktidarı aşı karşıtı gericiliğe karşı mücadele etmemekte, edememekte. Olsa olsa tavsiyede bulunup mitinglerinde aşı koşulu aramak türünden şakalar yapabilir kardeşlerine. Madem çok iyiyiz, niye uğraşalım ki? İktidardaki gericiliğin gelip takıldığı, zaten kendi eliyle inşa ettiği toplumsal kısıt budur. 

Lakin, bir: Bu rezillik Türkiye’ye özgü değildir. Avrupa ve Kuzey Amerika’da aşılama yüzde 60’a henüz ulaşamadı. Afrika’daysa yüzde beşin üstüne asılı kaldı. Hani bizdeki 100 milyon sayısı var ya, bağışıklık kazanan nüfusu değil de doz sayısını (yani birkaç ilaç tekelinin ürettiği en son metalardan birinin gerçekleşen pazar büyüklüğünü) gösteriyor; işte o değer 8 milyara yakın olduğumuz şu dünyada 5,5 milyar kadar. Belki yüzde yetmiş olmuştur bugün itibariyle… Türkiye’nin yüz yıl önce sömürgelerin kapladığı coğrafyadan daha iyi durumda olduğu doğrudur ve bu acınası, hatta ağlanılası dünya ortalamasından kötü olduğumuzu söyleyemeyiz.

Ve iki: Bu rezillik kader değildir. Pandemiye karşı halkın örgütlü mücadele vermesi mümkündür. Aşı karşıtlığının insanlık suçu olarak baskılanması, miting falan yapmayı akıllarının ucundan geçirememeleri, aşılamanın bir toplumsal hareket olarak örgütlenmesi, bizim ülkemizin de aşısını üretmesi, aşıyı ithal etmek zorunda kaldığındaysa bu işlemi devlet olarak yapıp yandaşları zengin etmemesi mümkündür. Bütün bunları yapmayanlar, kanıksamamız istenen ölülerimizin katilleridir ve rezilliği kader olmaktan çıkartmak için bunun hesabının sorulması gerektiği de kesindir.

***

Hesap sorulabilecek midir gerçekten? 

Gericiliğin Afganistan’daki şovunu, emperyalizme karşı çıkanlara da alkışlattıracaklarını ciddi ciddi düşündüler mi, bilmiyorum. Mümkündür ve Perinçek hareketi bütün acayipliklerine karşın çoğu zaman burjuva siyasetindeki kimi başat eğilimleri yansıtmıştır. Düşünmüş olabilirler ve öyleyse yanıldılar!

Talibancılık Türkiye’de sökmüyor. Diyanet İşleri Başkanının ve her boydan gericinin son haftaları teyakkuzda geçirmesi Doğudan esen güçlü bir rüzgârı arkalarına almalarından değildir. Tam tersine Talibancılığın bizde laik ve ilerici tepkiyi kışkırtması karşısında çıtayı yükseltmek ihtiyacı hissettiler. Artık gericiliğin gazına ne kadar basarlarsa altında ezilecekleri laik öfkeyi o kadar büyütmüş oluyorlar. 

AKP deneyimi öğretmiş olmalıdır. Liberaller olmadan şeriatçılar şuradan şuraya gidemez! Yirmi yıl önce AKP’nin “normalleşmesini” pazarlamakta zorlanmayan liberalleri şimdi mumla arıyorlar… Sivas katliamının, 1990’ların aydın kırımının, 12 Eylülcü Türk-İslam sentezinin içinden süzülüp gelen AKP’nin Afgan şeriatçılarından aşağı kalır yanı yoktu aslında. Değiştiğine ve bir demokrasi gücü haline geldiğine inandırdılar kamuoyunu. Lakin gün döndü ve dünyanın egemenlerinde Taliban’ın “değiştiğine” kimseyi inandırma gücü kalmadı. 

Bizde düzen muhalefetinin bunlardan hesap sormaya gerek olmadığını, bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç duyulduğunu ve halkımızın büyüklük göstermesi gerektiğini vaaz etmeyi sürdüreceğine emin olabiliriz. Ancak onlar böyle bir denge noktası yakalanabileceğine o kadar emin olmasınlar… Hesap sorulabilir mi sorusuna yanıt arayanlar yarın Kartal’a baksınlar. Biz 101. yaşımızda geleceğe yeniden umutla bakacak konuma geldik… 

***

TKP 101 yaşında. Partisinden sadece yedi yaş küçük olan Yusuf Ziya Bahadınlı ise aramızdaki en deneyimlilerimizden biri. Onun doğum günü 9 Eylül… 

Yusuf Ziya, geçen yıl Partisinin ona sunduğu doğum günü hediyesinden (http://yusufziyabahadinli.org/ ve https://haber.sol.org.tr/haber/tkpden-yusuf-ziya-bahadinliya-dogum-gunu…) kuşkusuz daha fazlasını hak ediyor. Yalnızca 1965’in efsane milletvekillerinden biri, yazar, komünist, köy enstitülü bir aydın değildir… Fazla sözü edilmez, ama Türkiye ilericiliğinin Alevilik tezinin en önemli temsilcilerinden biridir aynı zamanda. O tez, Alevi-Bektaşi kültürünün “mezheplerden seçip seçip beğeneceğiniz bir tanesi” değil de, halkımızın eşitlikçi, aydınlanmacı damarlarından, dolayısıyla eşitlikçi, özgürlükçü bir düzenin en önemli toplumsal dayanaklarından biri olduğunu esas alır. (https://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/gecikmis-bir-alevi-yazi…)

“Parti için daha yararlı olmak isterdim” demeye devam eden Bahadınlı’nın yarın Kartal’da olabilme ihtimali hayli düşük. Biz gelin, bu sözünü mitinge yolladığı mesaj sayalım… Deneyim yaşla da ölçülünce enerji kısıtları çıkartıyor insanın karşısına, ne de olsa. 

Ama “biz” birkaç kişi, çocukları, dostları, yoldaşları, başka 9 Eylüllerde, Galata’ya tepeden bakan, eski İstanbul’u, Boğaz’ın girişini sakince seyreden mütevazı dairesinde bir pastanın etrafında buluşmalarımızdan birinde, Yusuf Ziya’ya hesap sorma zamanının artık geldiğini müjdeleyebiliriz. Bereketli topraklarımızda bu ihtimal hiç de düşük değil…