'Dayanışma iyi şeydir. Hiç yoktan iyidir. Türkiye ise hiç yoktandan çok daha fazlasını hak etmektedir.'

Cumartesi değinileri

Kaftancıoğlu ile dayanışmak

Canan Kaftancıoğlu’na yönelik dünkü saldırıyı analiz etmek adına apar topar çok şey yazıldı, çizildi. Bunların içinden seçmem gerekirse, ilk önce, olayı savruklukla, gelişigüzel davranmakla, sözün kısası “politikasızlıkla” açıklayan yorumları bir kenara atardım. 

Akıl kaybının, kuralsızlığın ve keyfiliğin zirve yaptığı bir çağda AKP iktidarının her eylemine tarihsel ve stratejik anlamlar atfetmek doğru olmayabiliyor elbette. Ama yine de, ilk önce aşırı, çılgınca, deli saçması gibi sıfatları hak eden veya gericiliğe, despotluğa tutkuyla bağlanmış olmakla, yani tek adamcılıkla açıklanan davranışların, stratejik bir aklın parçası olup olmadıklarına bakmakta yarar var. 

Kaftancıoğlu örneği kesinlikle bir stratejiye oturuyor. İktidar muhalefetin biricik kurtuluş yolu olarak kutsadığı seçimi kendine yontacak bir atmosferi yaratmayı programlamış... Seçimin hiç yapılmamasının normal kabul edilip sineye çekilmesinden uzaktayız; ama kimi partilerin kapatılıp kimi isimlerin hukuk yoluyla veto edildiği, muhalefetin bloklaşmasının örneğin göçmen sorunu gibi eksenler üstünden engellendiği, yerine göre açık oy-gizli sayıma geçilen ve bunların yargı eliyle aklandığı bir ortam artık kategori dışı sayılamaz. 

Peki, buna karşı ne yapılmalıdır, ne yapılabilir? 

Kuşkusuz parti kapatmaya, siyasetçilerin yasaklanmasına karşı çıkmak ve mağdurlarla dayanışmak gerekir. Ancak emin olun, somut siyasal güce dönüşmeyen bir dayanışma ilanının, hatta bundan öte, protesto eylemlerinin etkisini AKP zaten hesaplamış, göze almıştır. 

AKP'nin seçimi yeniden kendi siyasal yükselişinin bir enstrümanı haline getirmesini engellemenin yolu, bu partinin sınırlarında gezdiği meşruiyeti ayaklarının altından çekip almaktır. Dayanışma ve protesto olacaksa, hedefi bu olmalıdır. 

AKP toplumsal meşruiyetin dışına atılma olasılığını 2013 itibariyle hissetti ve bu kırılgan durumdan bir daha kalıcı olarak çıkamadı. Meşruiyeti olmayan bir hareket var olamaz, çözülür, dağılır. 2015 Haziran seçimleri ve 2016 darbe girişiminden sonra dalga dalga yaşadığımız devlet baskısı ve terörü bile bir geri dönüşü sağlayamadı. AKP ömrünü uzatmış olmayı kendi becerisine ve baskılara değil düzen muhalefetine borçludur. 

Düzen muhalefetinin akla gelebilecek bütün kanatları, yerli ve yabancı tekellerin çıkarlarını program haline getirmiş bir AKP iktidarını değişmez veri olarak kabulleniyor. Hal böyle olunca verili “sermaye saldırganlığı” koşullarında her bir muhalif akım, rejimin merkezine karşı değil, tersine AKP’nin iltifatına mazhar olup bir diğerine karşı üstünlük kurma uğraşına giriyor. AKP de kâh birini kâh ötekini kayırarak yola devam ediyor. 

Sanılmasın ki, artık bu evre kapandı, artık liberali, sosyal-demokratı, hatta dincisi ve laiki, Kürt özgürlükçüsü ve merkez sağcısı “tek adam rejimine” karşı birleşme yoluna girdi… Bana sorarsanız, bir açıdan AKP-muhalefet ilişkisinde durum daha da kötüye gitmiş halde. AKP artık belli başlı muhalif akımları birbirine karşı kullanmanın da ötesine geçmiş, partilerin içine müdahale etmeyi öğrenmiş!

Zafer Partisi “sendromu” bu açıdan da düşünülmelidir. Irkçılığa denk düşen bir çizgi, hadi altılı masa tabanından buraya kayma var diye abartmayalım, ama açıktır ki, bütün muhalif düzen partilerini kendi içlerinde yeniden tasnif ediyor. Soylu-Özdağ “düellosu” ve benzeri senaryoların gündemin merkezine oturtulması çocuk oyuncağıdır ve yüzeysel ve demagojik olarak AKP’ye en uzak görünen “zorla geri yollayalımcılık”, muhalefeti tırmalayarak iktidarı beslemektedir. Kaftancıoğlu’nun yargı kararından bir hafta kadar önce Faik Öztrak’tan bir “göçmen fırçası” yediği unutulmamalıdır… 

Dayanışma iyi şeydir. Hiç yoktan iyidir. Türkiye ise hiç yoktandan çok daha fazlasını hak etmektedir.

***

Düzenin hukuku göçmenleri kurtarmaz

Yeri gelmişken; TKP geçtiğimiz günlerde göçmenlerle ilgili benzersiz bir açıklama yayınladı. Bu açıklama, genel geçer tezlerin tekrarı değildi ve solun pozisyonunu güçlendiren bir dizi güncelleme içeriyordu. Değiniye devam edersem, bunlardan birincisi tartışmanın hukukun ötesine taşınmasıdır. Bugünkü dünya bir yandan ekonomik ve ekonomi dışı gerekçelerle bir kavimler göçünü kışkırtmakta, diğer yandan göç ettirilenlerin haklarını kayıt altına almakta, bu hakların savunulmasını fonlamaya dayalı bir sektör haline getirmekte ve son olarak da hukukun işine gelen tarafını uygulayıp gelmeyeni ihlal edip geçmektedir. 

Açıklamada bir diğer kritik nokta, bu rezilliğin karşısına yeni bir düzen kurma iradesiyle ve niyetiyle çıkılmasıdır. “Sömürü ve emperyalizme karşı çıkma” zemini bu nedenle bir eski ezber değildir.

Son olarak, açıklamada bu niyetin nasıl somutlanacağı, 12 Haziran Göçmen Konferansıyla duyurulmaktadır.  

***

Ya biz örgütleriz, ya da…

Göçmen tartışmasının yükseldiği günlerdi. Taksim’de travesti bölgesi denen bir sokakta yüzlerce yabancı erkek toplanıp kapılara dayandı. Tecavüzcü olduklarını alenen ilan ediyorlardı!

Türkiye sınırlarının nasıl geçildiğini gösteren filmlere bakıp “nerede bu devlet” diye sorulmasına alışmıştık, ama bu örnekte benzeri bir sorgulamaya rastlanmadı. Sınırdaki yaya konvoylarının narkotik ekonomisindeki payını bilemeyiz ve bu konuda bir yargıda bulunmak için sahadan somut bilgiye ihtiyaç olduğu açıktır. Ancak apartman kapılarını yumruklayan kitlesel tecavüzcülüğün yalnızca bir devlet organizasyonu olabileceğini söylememizin önünde herhangi bir engel yok. Bu kendiliğinden bir hareket olamaz. Göçmenler tecavüz için örgütlenme bilincine erişmiş de olamaz. O bilinçleriyle İstanbul’un orta yerinde buluşup polise görünmeden sokak basma becerisine de sahip olamazlar… Sözcü gazetesi olay üzerine Emniyetin harekete geçtiğini haberleştirmiş. İddiaya göre o gün Beyoğlu çevresinde 15 ayrı ülkeden 97 kaçak göçmen yakalanmış, 29 trans bireye de çevreye rahatsızlık vermekten para cezası kesilmiş… Anlaşılan tecavüzcü kitlesi ulvi amaçları için dil, din, milliyet ayrımlarını çoktan aşmış! 

Geçiniz, devletin önceden işbaşında olduğu kesindir. Başka türlüsü mümkün değildir. 

Göçmenleri ya örgütleyip işçi sınıfına kazanırız; ya da bu düzen örgütler, çete yapıp üstümüze salar.