Halkı yoksulluğa itip tasarrufa çağıran iktidarı yıkmayı başa oturtarak seçime kilitlemek düzenle ilgili birçok çökme gerçeğinin üstünü örtüyor.

Çökenler, çökülenler

Çökmenin anlamlarından biri, kimilerinin kendilerine ait olmayan şeylere el koyması. Sınıfsal olarak bakıldığında sömürenler kendilerine ait olmayan şeylere el koya koya sömürülenlerin üzerine çöküyor.

Yakınlarda Kemal Kılıçdaroğlu kullandı çökme sözcüğünü. “Fazla elektriği bana satacaksın, sana para vermeyeceğim” biçiminde dile getirdiği EPDK uygulamasını “elektriğe çökme vergisi” olarak tanımladı. Lisansız elektrik üretimi için kullanılan bu sözlerin hukuku ya da tekniği değil konumuz. EPDK ile CHP başkanı arasındaki polemik de değil.

Buradaki püf noktası, pahalılığın ve fatura soygununun başlarında yer alan elektriğin üretim, iletim ve dağıtımının özelleştirilmesi sonucu ortaya çıkan durum. CHP başkanının özel şirketlerin haklarını savunmasına “ne var bunda, şirketlerin hakları da savunulabilir tabii” denilebilir. Ama asıl üzerine çökülenler elektrik tüketicileri olan halk. Çökenlerse devletle birlikte şirketler. Bu örnekte bir yandan çöken taraflardan birinin devlet karşısında hakkı savunuluyor, bir yandan da özelleştirme…

Halkı yoksulluğa itip tasarrufa çağıran iktidarı yıkmayı başa oturtarak seçime kilitlemek düzenle ilgili birçok çökme gerçeğinin üstünü örtüyor.      

Kapitalizmin temel yasaları çalışırken çökülenler çoğunlukta. Yaşamlarının her alanında ve anında çökülüyor üzerlerine. Sermaye sınıfı çöküyor, dincilik ve milliyetçilik çöküyor, iktidarı ve muhalefetiyle düzen siyaseti çöküyor, hukuk ve yargısıyla devlet çöküyor.    

Halk kandırılıyor. Halkın sorunlarının çözümü de sorunu yaratanlara, sömürenlere, onların siyasetine ve temsilcilerine teslim ediliyor. Her şeyin seçimle çözüleceğinin sanılması, günlerin hemen her yerde seçim sohbetleriyle/dedikodularıyla geçirilmesi, aday ve seçim tarihi tartışmaları… Hepsi daracık bir havuzun içine sıkıştırılıyor, sermaye sınıfı da keyifle seyrediyor.

Sorunların belirlenmesinde, analizinde ve çözümünde, diğer deyişle siyasette halkın söz ve karar sahibi olamamasının nedenlerinin başında, seçimler yoluyla halkın devre dışı bırakılması geliyor. Sıklıkla vurguladığımız gibi genel oy hakkı yalnızca seçim dönemindeki yanılsamalarla, adaletsiz seçim sistemiyle ve sandıkla değil, yaşamın her anında çalınıyor.

AKP sivil anayasa çalışmasını vitrine çıkarıyor yine. 12 Eylül Anayasasına defalarca el atıldı, birçok maddesi değiştirildi. Sivilliği için 1982’den bu yana epey fırsat kullanıldı. Bunların çoğunu da AKP yaptı. Erdoğan’ın milletvekilliği ve başkanlığı da, parlamentonun güçsüzleştirilmesi de  AKP’nin Anayasa değişiklikleriyle geldi.

Anayasalarda belirleyici olan ekonomi politiktir. Hak ve özgürlükler buna koşut yürütülür ya da yürütülmez. Anayasal gerileme tezlerine imza atan, anayasayı uygulamayan ya da çifte ölçütle uygulayan bir siyasetten gelecek anayasa önerileri de aynı tezlerin ürünü olur. Benzer şekilde sömürücü düzenle, emperyalizme bağımlılıkla, NATO sevdasıyla, laikliğin yıkılmasıyla sorunu olmayanların anayasa önerileri de aynı tezlerin ürünü olur.

Dinin toplumsal örgütlenmesine ve siyaset tarafından istismar edilmesine, özelleştirmelere, toplumsal üretim araçlarının özel mülkiyetine, sınırsız girişim ve birikim özgürlüğüne, patronların ve devletin egemen olduğu sözleşme özgürlüğüne, hak ve özgürlük sınırlamalarına ve bozmalarına, esnek ve güvencesiz çalışma yaşamına, yasaklara, sömürü gemisinin seyrine devam edilecek ama adı yeni/sivil anayasa olacak!    

Anayasaların dilinde halk için parıldadığı sanılan yıldızlar sermaye sınıfının egemenliğinde ve ona hizmet eden siyaset ve yönetimde teker teker söner, her sönen yıldız sömürü düzeninin, gericiliğin çizmelerinin yıldızlarını parlatmaya yarar.

“Liyakatin esas alınmadığı, ahlaki ilkelerin bir kenara atıldığı bir yönetim, halktan kaçırılmış ve paranın saltanatı altına alınmış siyasi ve yönetsel mekanizmalar, ayrıcalıklı siyasetçiler, halkın egemenliği işlevini yerine getirmeyen bir meclis, tarikatların ve cemaatlerin gölgesinde bir siyasal ve toplumsal hayat, inançlarına, ana dillerine, memleketlerine göre birbirine düşürülmeye çalışılan bir toplum, eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin körüklediği suçlar, gasp edilen haklar, parayla alınır satılır hale getirilen özgürlükler…”

Türkiye Komünist Partisinin gerçek sorunlara gerçek çözümün sunulduğu “çözüm belgeleri”, bu somut durum analizi yapılarak “iç politika” alanıyla açıklanmaya başladı (https://www.tkp.org.tr/aciklamalar/iste-tkpnin-cozumu-ic-politika/) ve tarım, gençlik, ekonomi, eğitim, enerji, dış politika, kültür-sanat, sağlık, savunma, kadın, sanayi, adalet alanlarıyla devam edecek.

Bilimsel, güçlü, somut, planlı, etkin öneriler sınıfsal bakışla ve iktidar hedefiyle anlatılıyor. Emekçiler yönünden sürekli şikâyetten, edilgenlikten, bağımlılıktan kurtulmanın, sermayenin ve siyasetinin güdümünden çıkmanın ve de kendilerini yönetecek örgütlenmeler içinde fiilen yer almanın yolu sınıfsal bakış ve hedeflerle çiziliyor.  

Gerçek siyaseti, duruma göre siyasetçi gömleği giyip değiştirenler ve bu gömlekleri giydiren egemen sermaye sınıfı değil, emekçi halk yapar, yapacak.          

Çökenler, hep önlerinde diz çökülsün, boyun eğilsin istiyor. Üzerine çöküldüğü sanılanlar buna razı olmayacak. Devletin bir sermaye grubuna, bir sermaye grubunun başka bir sermaye grubuna çökmesinin sorun alanlarının başına konulmasına da kanılmayacak.

İdeolojik ve siyasal olarak ilkeli ve örgütlü bir güç yoksa kurumlar, seçimler, anayasalar hep yanılsamadır. Düzenin bir partisi gider diğeri gelir, yanılsamalar, gericilik, etnik kavgalar, sömürü sürer. Emekçi halk için asıl olan herkesin seçimle gelerek yerelden merkeze, eğitimden sağlığa, tarladan fabrikaya, siyasetten yönetime her yerde etkin bir biçimde yönetimde olacağı sosyalist iktidardır.

Sermaye sınıfının, etnik kavgaların, gericiliğin, düzen siyaseti ve iktidarlarının yıkıma sürüklediği Türkiye’yi emekçi halk ayağa kaldıracak.