Bu kirden kurtulmanın yolu da bu düzeni tümden temize çekmekle olur. En basitinden, en kapsamlısına tüm kazanılmış haklarımıza sahip çıkacağız, çok daha fazlasını talep edeceğiz.

Çok daha fazlası

“Kule vinç operatörü müteahhit firmanın patronu ve oğlu tarafından darp edildi, burnu kırıldı.”

“İzmir'de bir kafeteryada çalışan Zeynep Katırcı patronlarından Osman D.'nin saldırısına uğradı, fırça süpürgeyle darp edildi.”

“Bursa'da, ödenmeyen maaşını isteyen Suriyeli işçi Muhammed Fadi Bakır, patronu tarafından dövüldü.”

Bunların hepsi 2021 yılının ilk çeyreğinde gerçekleşti. Dahası da var elbette, bunları soL’da üstünkörü bir tarama yaparak buluverdim. Çok iyi biliyoruz ki daha nicesi var. Örneklerde şiddet gören emekçiler çeşitli, kadın da var erkek de. Bu ülkenin vatandaşı da var göçmen işçi de. Değişmeyen failin benzerliği. 

Öte yandan, şiddet ve taciz dendiğinde durumun ağırlıkla kadınlara yöneldiğini de not edelim. Mart ayında, Öz İplik İş sendikası, Norveç Büyükelçiliği destekli yürüttüğü İşyerinde Kadına Yönelik Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Projesi sonuçlarını açıklamıştı. Sendikanın raporuna göre tekstil fabrikalarında çalışanlarla yapılan ankete katılanların yüzde 100'ü işyerinde sözlü şiddete hem maruz kaldığını hem de tanık olduğunu belirtmiş. Araştırmaya yanıt verenlerin yüzde 30'u ara sıra fiziksel şiddete maruz kaldığını yüzde 55'i zaman zaman duygusal baskı ve mobbinge maruz kaldığını, bunların yüzde 70'inin üstlerden, yüzde 30'unun eş düzey çalışanlardan geldiğini söylemişler.1

Yine bu yılın Mart ayında, AKP iktidarı, bir Cumhurbaşkanı kararıyla Türkiye’yi Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, nam-ı diğer İstanbul Sözleşmesi imzacısı olmaktan çıkarıverdi.

İzlemişsinizdir, o kararın iptali için Danıştay’a başvuruldu ve sözleşme yürürlükten kalkmadan yürütmeyi durdurma kararı verilmesi istendi.  

Ancak sözleşmenin yürürlükten kalkacağı 1 Temmuz’dan yani dünden, iki gün önce Danıştay bu talebi reddetti. Bu yazıyı hazırladığım saatlerde bu karara ve AKP’ye boyun eğmeyenler sokaktaydı. Eşitlik ve özgürlük taleplerinden bir adım bile geri atmayacaklarını, çok daha fazlasını alacaklarını ilan ettiler.

Çok daha fazlasından kastedilen, şiddetin tümden ortadan kaldırılacağı bir toplumsal düzen. bunu söylüyor komünist kadınlar. 

Bunun için de bu düzenin şiddeti nasıl beslediğini, görünmez kılmaya çalıştığını ve içselleştirdiğini iyi anlamak gerekiyor.

Bu işte fena bir bulaşıklık var. Sömürü düzeninin kuralları, ayrımcı ve erkek egemen ideoloji ile destekleniyor. Engels’in yalın eseri, Ailenin, Özel mülkiyetin ve Devletin Temeli’nde bu bulaşıklığın nesnel ve tarihsel kaynakları çok net ortaya konur. Özetle, kan bağı ile tanımlanan ailenin ve servet olgusunun gelişkinliği ile emek üretkenliği ile doğrudan belirlenen sömürü ilişkilerinin çatışma ve çelişkileriyle toplumsal sınıfların savaşımında da yeni biçimler ortaya çıktığını anlatır Engels. Devlet içerisinde örgütlenen aile rejiminin, mülkiyet rejimi ile yer değiştirmesinin nedenselliklerini ortaya koyar.

Uzatmayayım, sonuçta bu düzenin bulaşıklığından geldik buraya oraya döneyim. Her gün bir yenisiyle karşılaştığımız, bu kadarı da olmaz dediğimiz adaletsizlik, eşitsizlik, ayrımcılık, şiddet, taciz, tecavüz, tümü bu düzende ailenin, özel mülkiyetin ve devletin bulaşıklığının ortaya çıkardığı kirlilik işte.

Bu kirden kurtulmanın yolu da bu düzeni tümden temize çekmekle olur. Ancak bunun için bir zafer gününü bekleyecek halimiz de yok. Mücadelemizi her gün her aşamada sürdüreceğiz.

En basitinden, en kapsamlısına tüm kazanılmış haklarımıza sahip çıkacağız, çok daha fazlasını talep edeceğiz.

İstanbul sözleşmesi işte bu yüzden önemli. Vazgeçmeyeceğiz.

Dahası da var. 2019 yılında Uluslararası Çalışma Konferansı çalışma yaşamında şiddet ve tacize ilişkin ilk uluslararası sözleşmeyi kabul etti. 190 Sayılı Şiddet ve Taciz Sözleşmesi, kısa kodlamasıyla “C190” 25 Haziran 2021’de yürürlüğe girdi. 

C190 sözleşmesi, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve taciz dâhil, çalışma yaşamında şiddet ve taciz için ilk kez uluslararası bir tanım getiriyor, bu önemli.

Uluslararası Çalışma Örgütü Kovid-19 döneminde gittikçe yoğunlaşan işyeri temelli ve çeşitli biçimleriyle ortaya dökülen, özellikle kadınlar ve kırılgan gruplarda belirginleşen şiddet ve tacizin üzerine örtemez hale gelmiş durumda.

Sözleşmeyi, kabul edildiği 2019 yılından yürürlüğe girdiği Haziran 2021’e kadar Arjantin, Ekvator, Fiji, Namibya, Somali ve Uruguay olmak üzere sadece altı ülke onaylamış. Kötü şaka gibi.

Bu günlerde UÇÖ’nün yönlendiriciliğinde birçok uluslararası sendikal örgüt sözleşmenin onaylanması için hükümetlere çağrı yapan bir kampanya başlatmış durumda. 

#RatifyILOC190 (C190’ı onayla) çağrısıyla yürütülen kampanya, ağırlıkla sosyal medya üzerinden ve bazı sendikal platformlar aracılığıyla yürütülüyor.

Türkiye’de de uluslararası bağlantısı olan bir kaç sendika tarafından cılız biçimde de olsa dile getirildi sanırım. Ancak İstanbul Sözleşmesi gündeminde olduğu gibi bir direniş ve dayanışmaya rastlamadım henüz. Bu sözleşmeyi de gündeme getirip sahip çıkmak gerekli, kanımca.

Düzenin bulaşıklığına, şiddet ve tacize karşı, mücadelenin netliği ve birleşikliği kazanacak: 
Bu düzenin hukuku ile yürünmez demeden, tek bir adım bile geri düşmeden, bu kadarı yeter demeden fazlası, çok daha fazlası için yola devam ederek.