Bilmem katılır mısınız ama, çocuk kitapları “solun” işiydi o zamanlar. Yani insancıl, eşitlikçi, kardeşliği ve barışı öne çıkaran, iyiliği öven, özgürlükçü bir siyasete yaslanırdı çocuk kitapları.

Çocuklarla komünist bir yazarın peşinde

Madem okullar açılmadan kapandı ve milyonlarca çocuk tatile girdi, o zaman şu dijital çağın ortasında kitapların peşine düşmenin tam sırası... Ama tabii ki insancıl, güler yüzlü, aydınlık ve ferah kitapların.

Gerçi bilmem farkında mısınız? soL TV’de sevgili Nihal Ünver bir program yapıyor: Renkli Kütüphane. Çocuklar için, çocuklarımız için kitaplar tanıtıyor, öneriyor. Kaçırmadan izliyoruz.

Ama çocuk kitapları, laf aramızda, sadece çocuklar için olmuyor. Yani önceden, çok önceden, öyle sanırdım ben. Çocuk kitaplarının, adı üstünde, sadece çocuklar için yazıldığını düşünürdüm. Sonra yaşamdaki sıra işte o kitaplara geldi. O güzel kitaplara ve okudukça fikrim değişti.

Bir zamanlar çok okurdum çocuk kitaplarını. Artık çocuklar kendileri okuyabildikleri için pek bana iş düşmüyor ama ben de durmuyorum tabii ki! Ara ara gidip kitaplıklarını karıştırıyorum. Maskeli Fare orada mı? Çivi Çorbası duruyor mu? Süper Kurti ip atlıyor mu? Tostoraman uçuyor mu? Damdaki İnek damdan iniyor mu? Yeşil Kuyruklu Fare yine karnaval kostümü geçirip üstüne arkadaşlarıyla kendinden geçiyor mu? Diye, diye...

Ah, şimdinin çocukları! Bir yandan ne de şanslılar. Bizim zamanımızda da vardı güzel kitaplar ama sanırım bu kadar resimli, bol renkli, kat kat açılan, okundukça bir daha okunmaya çağıran kitaplar da pek yoktu. Belki de bana denk gelmemiştir. Bilemiyorum ama şimdikiler biraz daha şanslılar kitap açısından. Onlar da dijital bombardımanın ortasındalar... 

Kendi zamanımdan Püsküllü Deve’yi hatırlıyorum mesela. Samed Behrengi’nin. Hani şu meşhur “Arkadaş Kitaplar” dizisinden. 70’lerin havasını 80’lerin dünyasına taşıyan kitaplardı onlar. Öğretmen ebeveynlerin evinde olmanın da avantajıyla...  

Bir de, bilmem katılır mısınız ama, çocuk kitapları “solun” işiydi o zamanlar. Yani insancıl, eşitlikçi, kardeşliği ve barışı öne çıkaran, iyiliği öven, özgürlükçü bir siyasete yaslanırdı çocuk kitapları. Hâl öyle olunca İran’dan İsveç’e kadar olan coğrafyada onlarca iyi çocuk kitabı yazarı vardı. Çoğunluğu sola açık, yatkın ve hatta kimisi ise doğrudan sosyalizm mücadelesinin içinde olan.

Çeşitli ödüller olurdu ve çeşitli festivaller. Sanırım o zamanlar çocuk kitapları günümüzdeki gibi “big business” değildi. Haliyle yayınevleri de titizlikle ve özenle basıyorlardı kitapları. Devrim derdi vardı içlerinde. Pedagojik endişelerden önce ideolojik bir çerçeve olurdu ve o çerçeve zaten çocukların, çocuk gelişiminin lehindeydi: barış yanlısı, toplum yararını gözeten ve özgürlüğü de özendiren. Küçük Kara Balık gibi mesela.

Sanırım şimdilerde en çok eksik olan bu. Çocuk kitaplarının çevresindeki o siyasal pedagojik hava dağıldı. Evet, şimdilerde çocuk gelişimine daha fazla dikkat eden, bunu işleyen kitaplar bulmak daha mümkün ama bunu da piyasa belirliyor, sosyalizm mücadelesi değil. Güzel bir çocukluk ve barış dolu bir dünya dışında bir beklentisi olmayan o adanmış yazarlar, yayınevleri kuşağı da sosyalizmle birlikte çekildi, gitti. Bu nedenle yukarıda adını saydığım bol renkli kitapları evet seviyorum; halen de… Ama onlarda hep bir şeyin eksik olduğunu düşünüyorum.

Çocuk kitapları artık o siyasi bakışın, kaygının, derdin aklından yoksun olarak çıkıyor. Hâlbuki geçmişte, özellikle de 1950’lerden 1980’lere kadar hiç de öyle olmamış. Sovyetlerin ve Avrupa sosyalizminin üzerine titrediği bir konu olmuş çocuklar için yazılan kitaplar. Birçok isim var. Gianni Rodari ise bu kuşağın içinde öne çıkan isimlerden. Çocuk kitapları dünyası içinde iyi biliniyor ama komünistliği nedense unutuluveriyor; komünist kimliği otobiyografisinin içinde küçük dokunuşlarla kayboluveriyor. Rodari’yi Rodari yapan en önemli özelliği olmasına rağmen.

Kimdir Gianni Rodari? 

Tam bir 20. yüzyıl insanıdır, diyebiliriz.

1920’de İtalya’nın kuzeyinde dünyaya geliyor. Erken yaştan itibaren yaşamına giren kayıplar, yoksulluk ve neredeyse tüm gençliği boyunca İtalya’yı, Avrupa’yı kasıp kavuran sermaye şiddeti (evet, nam-ı diğer faşizm) solun içine sürüklemiş Rodari’yi. O da bu çağrıyı karşılıksız bırakmamış ve 1944’te, direnişin şiddetlendiği günlerde, İtalyan Komünist Partisi üyesi olmuş. Bu üyelikle birlikte tüm hayatı da değişmiş.

Savaş sonrası, İtalyan komünist hareketinin en prestijli günleridir. Parti gazetesi olan Birlik (L’Unita) ülkenin dört bir yanında basılmaya ve günlük 100.000 tirajı zorlamaya, aşmaya başlar. Rodari de bu gazete ekibinin bir parçasıdır. İlk çocuk kitaplarını bu sırada yazmaya başlar. 

İKP, 1950’de çocuklar ve ergenler için haftalık Öncü (Il Pioniere) dergisini çıkarır. Derginin başına da Rodari geçer. Tüm İtalya tarafından çok sevilecek olan Il Romanzo di Cipollino sersinini (Soğan Oğlan serisi) bu dönemde yayınlar. Ve hemen ardından da Sovyetler Birliği’ne davet edilir. Sonrasında zaten artık her yıl Sovyetlere gidecektir. Çocuk festivalleri için, çevrilen kitapları için, tatil için… ve hatta Soğan Oğlan’ın balesi için.

İtalya ve Avrupa’da ise bol bol sansüre uğrar Rodari. Kitapları kilise tarafından uzun yıllar neredeyse yasaklanır. Katolik İtalya tarafından aleyhinde söylentiler, dedikodular çıkarılır. Aile yapısına zarar vermektedir, çocukları isyankarlığa özendirmektedir, zaten komünisttir vs. vs.

Uzun yıllar (neredeyse 1990’a kadar) tek bir kitabı bile İngilizceye çevrilmez. İtalya’dan çok önce Sovyetler’de iyi bilinen, tanınan bir yazar haline gelir. Ve hatta İtalya’da bilinir hale gelmesini de Sovyetler’de çok tanınmasına borçludur. Ana akım İtalyan gazetelerinde “Rusların çok sevdiği İtalyan çocuk kitapları yazarı” diye tanıtılmaya başlanınca dikkatleri üzerine çeker.

Birçok ödül alır. Özellikle Sovyetlerde, Bulgaristan’da ve Demokratik Alman Cumhuriyeti’nde. Ama örneğin bizim buralarda Andersen Ödülü’nü almasıyla bilinir. Zamanın acımasızlığının bir sembolü gibidir bu unutuşlar. Hâlbuki muhtemelen kendisi de daha çok önemsiyordu sosyalizmin ödüllerini.

Peki, ne yazardı Rodari?

Masallar, masallar, masallar desek. Sadece çocuklara değil büyüklere de. Biz büyüklerin yaşamında masallar, söylenceler, hikayeler ne kadar da az, değil mi? Gerçi her gün ayrı bir hikâye yaşıyoruz şu düzende... Ama bu hikayeler yaratıcılığımızı, içimizdeki insani cevheri beslemeye değil köreltmeye, küfretmeye, en çok şükretmeye yarıyor. Aradaki temel fark bu. Örneğin siyasi kimliğinden arındırılarak çevrilen çok önemli kitabı “Düş Kurma Kuralları”nda da biz büyüklere aslında bunu anlatıyor Rodari. Düş kurmayı. Avunmak için değil, daha fazlasını üretmek, yaratmak ve değişim için.

Rodari gündelik insana, çocuğa, evrensel ve zaman ötesi kapılar açan bir yazarlar kuşağının parçası. Ama bir yandan da İtalyan komünizminin parçası. Sanırım İtalyan komünizmi değiştiremeceyeceği bir düzende hep sosyal olanı “elinden geldiğince” geliştirmeye çalışmış. O yıllar boyunca. Yani Rodari’nin de aktif olarak yazdığı 60’lar ve 70’ler boyunca. Psikiyatride de böyle (bknz. Trieste deneyimi ve Franco Basaglia) sosyal araştırmalarda da öyle. O yıllardaki İtalya’ya ait hangi taşı kaldırsanız altından komünistler ve İtalyan Komünist Partisi çıkıyor. İnsan bir yandan “Ne kadar da yazık olmuş!” demekten kendini alıkoyamıyor bir yandan da komünistlerin o yıllarda, elde tutmakta zorlandıkları bir koalisyonu yönettiklerini (ve aslında yönetemediklerini) anlıyor.

Malum, İtalyan Komünist Partisi 60’lar ve 70’ler boyunca bir sürü viraj alır. Sağa ve de sola yalpalar. Rodari bu dönem boyunca hep parti içinde kalır. Ünü arttıkça artar ama o dönemde İtalya ve Fransa’da hem parti üyesi olup hem de Rodari gibi çok meşhur olan prototiplerinin yaptığına benzer biçimde piyasanın rahat ve huzurlu kollarına atlamaz. Tövbekâr falan hiç olmaz.

Kendi bildiği masalları söylemeye, yazmaya devam eder. 1970’lerin sonunda Sovyetler’de ve Avrupa’da iyiden iyiye belirginleşen anti-komünist solu gördükçe üzülür ama zamanı da daralmıştır: sağlığı giderek bozulur. 1980 gibi çok erken bir dönemde dünyaya veda eder. Geriye ise çocuklar ve büyükler için birçok kitap bırakır.

23 Ekim 2020 ise Rodari’nin 100. yılı doğum günüydü. Belki de şu korona günleri bu komünist yazarı anmak, tanımak için iyi bir fırsattır. 

Ne dersiniz?

Hep beraber düş kurabilmek için.