Açıkçası Çin karakterli kapitalizmin Çin karakterli yeni bir Bretton Woods yaratma şansı çok azdır. Ancak hiç yoktur demek de mümkün değildir. 

Çin karakterli Bretton Woods? – II

Çinli bürokratların uzunca bir süredir daha güvenilir bir küresel para ve küresel kapitalizmi düzenleyen kural ve kurullarda değişim istediklerini belirtmiştik. Bu yönde adım atıklarını da tespit etmiştik. Malum, bünyelerinde emperyalist ülkelerin bulunmadığı bir takım uluslararası banka ve finans oluşumlarını yüksek bir heyecanla destekliyorlar şu aralar. Ayrıca Çin kapitalizmi deyim yerindeyse hem Amerikan emperyalizminin arka bahçesine, Latin Amerika’ya sızıyor, hem de kapitalizmin sömürerek posasını çıkarttığı kıtada, Afrika’da geriye ne kaldıysa Çin sermayesinin birikim dairesine eklemlemek için uğraşıyor. Kısacası zamane kapitalizminin bayağı jargonuyla küreselleşiyor, globalleşiyor. 

Bir ara verelim; Çin entelektüel derinliği giderek düşen zamane düşünce dünyasında neden bu kadar ilgi çekiyor? Bu soruyu cevaplamak bir yönden kolaydır. Çin kapitalizminin 1980’lerden bu yana niceliksel ve niteliksel olarak büyüdüğü çok açık. 2020 yılında yıllık mili geliri 14 trilyon doları aşmış durumda (karşılaştırma olsun diye belirtelim 2000 yılından bu yana Çin ekonomisi dolar bazında 12 kat büyümüş durumdadır). Bu yıllık gelirle küresel yıllık gelirin artık % 18‘ini Çin üretmektedir. Son yıllarda yılık ortalama bazda 200 milyar dolarlık cari işlem fazlası veren bir ülkedir. Küresel merkez bankası rezervleri toplamı 12 trilyon dolar civarındadır ve bunun yaklaşık 4 trilyon dolarlık bölümü Çin’e aittir. Çin’in 2020 yılında işgücü 800 milyon civarındadır ve bu kitle (aslında çok tartışmalı olan bir tanıma göre) küresel işgücünün % 23’ü civarına denk gelmektedir. Kısacası dünyada işgücü piyasasına katılan neredeyse her dört kişiden bir Çinlidir. 2020 rakamlarıyla küresel ihracatın % 12’si ve küresel ithalatın yaklaşık % 10’u Çin tarafından yapılmaktadır. 

Kısacası Çin özelikle son 30 yıldır bir tür azmanlaşma sürecini yaşıyor gibi görünmektedir. “Çin mucizesi” uzunca bir süredir akademik ve popüler yazında sıkça kullanılan bir terimdir. Çin kapitalist bir mucize olmak konusunda ilk değildir, galiba son da olmayacaktır. Bir zamanlar “Güney Kore mucizesi” vardı, sonra bir aralar da “Brezilya mucizesi” çıktı meydana. Hatta yanlış hatırlamıyorsam Arjantin bile bir vakitler “mucize” vasfına layık görülmüştü. 

“Mucize” kavramı ilginçtir; teolojide, semavi dinlerin kutsal kitaplarında bolca kullanılan işlevsel bir kavramdır. Amacı iman etmeyeni iman etmeye ikna etmektir. Kapitalizmin mucizeleri de aynı işleve sahiptir; kapitalizmin gelişme ve ilerleme ile ilgili dinamiklerine iman etmeyenleri imana davet ederler. Kapitalizmin sınıfsal ve ulusal eşitsizlikleri kalıcı ve yapısal hale getirdiğine inanan münafıklara inat “mucizeler” altlardan gelenin de mucizevi bir şekilde üst sıralara çıkabileceği hayalini canlı tutarlar. Ayrıca kötü durumda olan, fukara durumda olan, sürekli sömürüye maruz kalanlara da kötü durumdan mucizevi bir kurtuluşu vaat ederler. 

Şimdi durumu bilindik en çarpıcı mucize ile açıklayalım. İsa Beytanyalı Martha ve Meryem’i pek severdi. Onların kardeşi olan Lazarus’u da pek severdi. Derken Lazarus’un hasta olduğu haberini aldı ve havarileriyle birlikte Beytanya’ya gitme kararı aldı; aldı ancak havarilerinin bir bölümü daha önce oralarda taşlandıkları için bu girişimin ölümle sonuçlanabileceğini belirttiler. İsa onlara: “Günün on iki saati yok mu? Gündüz yürüyen sendelemez. Çünkü bu dünyanın ışığını görür.  Oysa gece yürüyen sendeler. Çünkü kendisinde ışık yoktur.” Dedi (Yuhanna, 11). Ve ekledi: “Dostumuz Lazarus uyudu. Onu uyandırmaya gidiyorum.” Havarileri ise uyudu ise iyileşecektir dediler, tehlikeli durumdan yırtmaya çalıştılar. Ancak İsa “uyudu” derken öldüğünü kastediyordu. Beytanya’ya doğru yola çıktılar. Beytanya’nın girişinde Martha İsa’yı karşıladı. Ona “Burada olsaydın kardeşim ölmezdi” dedi. İsa da “Lazarus dirilecek” dedi. Lazarus esasında dört gündür ölü idi. Mezarının girişine giden İsa orada kendisine iman etmemiş pek çok Yahudi olduğunu gördü. Mezarın  girişi bir kaya ile kapatılmıştı. Kayayı bir kenara ittiler, İsa içeri girdi ve “Lazarus, kalk!” dedi. Lazarus dirildi. Bunu gören ve önceden ona iman etmemiş Yahudilerin büyük bir bölümü iman ettiler nitekim. Lazarus etkisi ya da Lazarus mucizesi imanı getirdi. 

“Çin mucizesi” de azgelişmiş ve geriden gelen kapitalistler için aynı türden bir mucize anlamına gelebilir mi? Çin’in bir Lazarus etkisi olabilir mi? Şimdilik bir çekiciliği var. Ancak Çin’den önceki mucize hikayeleri pek kötü sonuçlandılar. Arjantin kapitalizminin bir “mucize” olduğuna artık kimse inanmıyor. Brezilya mucizesi ise ağır ekonomik ve toplumsal bunalım içinde çöktü. Güney Kore’deki faşizan kapitalizmin ise enikonu büyük bir krizle yıldızlarının döküldüğünü biliyoruz. Şimdilerde kişi başına gelir ve sanayileşme düzeyleri bakımından sanki zincirlerini kırmış gibi görünen Güney Kore’nin faşizan kapitalizmi patolojik ve bunalımlı bir toplum çıkardı ortaya. Çin’den dışarı sızan haberler ve görüntüler Çin kapitalizminin de bir o kadar sorunlu ve patolojik bir toplum yaratma yolunda hızla ilerlediğini göstermektedirler. 

Ancak Çin “mucizesi”nin aslında diğerleri gibi çökmeye meyilli bir mucize olduğuna dair bazı rahatsız edici göstergeler de var. Birincisi, bugün Çin mili gelirine oranla en fazla brüt sabit sermaye birikimine sahip ülke; iktisatçılar bu göstergeye brüt yatırım demeyi tercih ediyorlar (2020 yılında brüt yatırımın mili gelire oranı % 43 civarındaydı). Aslında Çin uzunca bir süredir bir tür yatırım çılgınlığı yaşamaktadır. Üretken kapasite hızla artmaktadır. Bu durum Çin’de bazı sektörlerde giderilemeyen bir aşırı kapasite sorununu ortaya çıkarmıştır. Şimdilik bu sorunu küresel kapitalizme yansıtmadan dondurmak ve hatta bazı sektörlerde aşırı kapasiteyi eritmek için bazı planları hayat geçirmekle meşguldür Çin. Ancak bu gidişat çok sağlıklı değildir, kapitalist alemin dört bir yanından üretim tesislerinin Çin’e taşınması uzun vadede hem Çin’in hem de küresel kapitalizmin küresel bir aşırı birikim krizine gireceklerinin göstergesidir. 

Dahası bir mucize yarattığı ileri sürülen Çin ekonomisi borçlanmayı hızla arttıran bir birikim patikasında ilerlemektedir. 2021 yılında Çin’de finans sektörü, reel sektör, hanehalkları ve devlet borçları toplamı mili gelirin üç katını aşmıştır. Üstelik bunun önemli bir bölümü de mucizeyi yarattığına inanılan özel sektöre aittir. Çin bu marazlı büyüme için aşırı kredi genişlemesine başvurmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak banka ve finans kesimi yüksek miktarda kırılganlık ve risk biriktirmektedir. Mucize bir yerde patlayacak gibi görünmektedir. 

Başka bir sorun ise Çin karakterli kapitalizmin yarattığı ekonomik ve toplumsal tahribatın doğal sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Çin karakterli kapitalizmin bol ve ucuz emeğin yoğun sömürüsü üstünde yükselmesi hattı zatında gelir dağılımını sürdürülemeyecek ölçüde bozmuştur. Bu bozulma iki sonucu kendiliğinden yarattı. Birincisi 1,4 milyar kişiden oluşan bir toplumun çok büyük bir bölümünün tüketimi nerdeyse geçimlik düzeyde çakıldı kaldı. Dolayısıyla iç talep büyümesi Çin’in ekonomik büyümesinin genel olarak çok altında kaldı ve bu durum Çin karakterli kapitalizmi küresel kapitalizmin salınımlarına esir etti. Küresel kapitalist salınımlara mahkumiyet uzun dönemde Çin kapitalizmi açısından tehditkâr sonuçlar yaratacaktır. 

İkincisi ise nüfusun çok ama çok küçük bir bölümü, emekçi sınıfları açlık sınırı civarında tutan ancak ulusal düzeyde Çin’i giderek zenginleştiren birikim sonucunda muazzam servet, gelir ve mülk elde etmeye başladı. Bu ise 1997’de diğer Asyalı örneklerde biriken kriz dinamiklerini ateşleyen türden bir varlık miktarı ve fiyatı enflasyonuna yol açıyor gibi görünmektedir. Azgın ve şımarık yeni zenginler ve bunlara eşlik eden yerleşik olmayan küresel yatırımcılar şimdi bir yerde mutlaka patlayacak bir varlık balonunu sürekli şişirmekteler. Balondur; bir yerde patlar.

Neticede Çin mucizesi sanıldığı kadar sağlam bir patika üzerinde ilerlememektedir, hatta büyüme oranları eğilimsel olarak düşüş sinyalleri vermeye başlamıştır bile. Üstelik Çin boyut olarak Güney Kore veya Tayland’dan çok ama çok büyük olduğu için bu balon patladığına küresel etkileri daha sarsıcı ve yıkıcı olacaktır. Kısacası Çin’in Lazarus etkisi kısa ömürlü olabilir. 

Bunları neden anlattık? Anlattık çünkü şimdilerde Amerikan emperyalizminin istihbarat örgütlerinin raporlarından ve çalışmalarından türeyen Sinofobi (Çin karşıtlığı) ve Çinli resmi ağızlardan dökülen kelamlardan türeyen Sinofili (Çin severlik) aynı şeyi farklı duygularla ifade etmektedirler; Çin, Amerikan emperyalizminin hegemonyasına meydan okumaktadır.  

Çin karakterli Bretton Woods isteği de, adı konulmasa da, aynı çıkarıma ulaşan ancak çatışan bu iki eğilimin ima ettiği bir taleptir. Ancak gerçekçi midir? Çin karakterli kapitalizmin yukarıda sıralanan kısıtları açısından bize göre değildir. Yine de yanlış anlaşılmaya mahal vermeyelim. Bunu iddia ederken Amerikan emperyalizmin hegemonik pozisyonunun sarsılmazlığına inanıyor değiliz. Tam tersine, bize göre aslında Amerikan emperyalizmi çok uzunca bir süredir yapısal sınırlarına ulaşmanın ve yapısal kısıtlarının daha hissedilir olmalarının da etkisiyle bunalımdadır. Hatta daha açık bir tezi ileri sürelim. Bize göre Amerikan emperyalizmi yakıtını 1970’lerin ortasında tüketmişti. Nixon’un Amerikan emperyalizminin Bretton Woods sistemini ayakta tutacak kaynaklara artık sahip olmadığını itiraf etmesi, Amerikan emperyalizminin kaçar gibi Saygon’u boşaltması ve İran Devrimi karşısındaki çaresizlik; aslında tüm bunlar Amerikan emperyalizminin etkin liderliğinin sonuna işaret ediyorlardı. Bir bunalım dönemi başlamıştı. Amerikan emperyalizminin etkin  liderliği bitiyordu ki….

İki gelişme Amerikan düzeninin yaşam süresini uzattı. Birincisi Keynesyen sistem çökerken sermayenin karşı saldırısı başladı ve bu karşı saldırı arkasında belirli bir ekonomik ve siyasal gücü gerekli kılmaktaydı. Amerikan emperyalizminden daha kullanışlısı da yoktu. Ancak bu bile yetmeyebilirdi; tam da bu sırada Sovyet Sosyalizmi içeriden ihanetle çökertildi. Amerikan emperyalizminin liderliğinin ömrü uzadı birden. Hatta Sovyet sisteminin çöküşünden sonra bir süre müttefiklerinin bile hassasiyetlerini bir kenara atacak kadar pervasızlaştı; bir tür tek kutupluluğa (“unipolarite”ye) meyletti. Fakat bu pervasız harekete bile nefesi yetmedi, ekonomik ve siyasal gücünün bu türde bir kabadayılığı kaldırmayacak düzeyde olduğu ortaya çıktı. Dolayısıyla Pax Americana uzun süredir bunalımda ve artık kurtarılamaz; bunu kabul etmek gerekiyor. O gidiyor ancak henüz yerini doldurabilecek bir irade yok. 

Çin’in ona meydan okuyacak güce sahip olduğuna dair iddia birkaç şüpheli noktaya açıklık getirmek zorundadır. Birincisi Çin ekonomisi ile ilgili olarak yukarıda sayılan kısıtlardır. Çin kapitalizmi bu kısıtları ve sorunları nasıl giderecektir? 

İkincisi Çin’in doların küresel hakimiyetini sarsmaya yönelik temennileri ve utangaç adımları pek tabi ki dikkate alınmalıdır. Örneğin Çin (ve Rusya) Amerikan bankacılık ve finans kesimine küresel bir kontrol sağlayan ve ulsularası para akşına aracılık eden SWIFT denilen mekanizmaya alternatif olarak kendi mekanizmasını yaratmayı hedeflemektedir. Hatta Çin ve birkaç diğer BRICS üyesi kendi aralarındaki ticarette ulusal paralarını kullanmaya meyletmektedirler (Rusya Kırımı’ı ilhakından sonra ona dikte edilen ambargo benzeri bir durumla mücadele etmek için örneğin Çin ile ticaretinde avro ve Yuanı tercih etmektedir). Ancak şu anda dünya ticaretinin ve rezerv birikiminin hala neredeyse % 60’ı dolarla yapılmaktadır; Yuan’ın payı ise % 2,5 civarındadır. Kısacası dolar hala küresel para formuna en yakın para birimidir. 

Üçüncüsü ise emperyalizmde küresel liderliğin devir teslimiyle ilgili olarak bazı tarihsel eğilimler vardır ve bu türden şartlar sanki bugün geçerli değildir. Örneğin küresel liderliğin askeri ya da siyasi bir olayla tescil edilmesi gerekir. Pax Britannica ancak ve ancak Fransa ile liderlik kavgası yapan İngiltere’nin ve müttefiklerinin Napolyon’u ve Fransa’yı yenmelerinden sonra Viyana Barış’ında tescil edilmişti. Kıtasal tutucu ve karşı-devrimci ittifak (Rusya, Prusya ve Avusturya) Viyana Barışı ile birlikte kıtadan İngiltere’ye en azından uzunca bir süre bir rakibin çıkmayacağının garantisini vermişlerdi (19. Yüzyıl ortasında Rus yayılmacılığı bu status quo’yu bozacak gibi göründü, ancak Kırım Savaşı’nda İngiltere önderliğindeki grand koalisyon ona haddini bildirdi). Kısacası biat etmişlerdi. Keza Pax Americana ise Bretton Woods ile kurumsallaştırılmış ve kapitalist ülkeler gönüllü bir şekilde Amerikan emperyalizminin liderliği ve koruması altına girmişlerdi. Bu şartlar henüz yok. 

Dördüncüsü, ve bence en önemlisi, emperyalist sistemde liderliğe gelen ülkeler otonom bir sermaye birikimi, iç pazarın büyümesi ve emperyalist rantın içeride emekçi sınıfları da kapsayacak bir şekilde yeniden dağıtılması süreçleriyle liderliğe yükseldiler. Dahası bu yükseliş sırasında askeri kudretlerini de defalarca kanıtlamak zorunda kaldılar. Çin bütün bu alanlarda ne yazık ki sınıfta kalmaktadır. Öncelikle 1980’lerin ortasından başlayan sermaye birikimi sürecinde gelinen noktada üretken varlıkların önemli bir bölümü yabancı sermayeye ait (ki bu oran sanayi sektörlerinde daha yüksektir). Ayrıca bugün Çin’i azmanlaştıran ihracatın da büyük bir bölümü yabancı sermayenin mülkiyetinde çoğunluğa sahip olduğu şirketler tarafından yapılmaktadır. Bu durum Çin’de sermaye birikiminin pek de otonom olmadığını göstermektedir. Ayrıca reel ücretlerin son yıllarda karınca hızıyla artışına rağmen nüfusun büyük bir bölümünü oluşturan işçi sınıfı azmanlaşan kapitalizmden pek de nemalanmamaktadır. Dolaysıyla Çin’in utangaç emperyalist hamleleri için içeride, cephe gerisinde yeterli desteği bulacağı da şüphelidir. 

Tüm bunlardan dolayı bugünlerde dozajı giderek yükselen “Yeni Soğuk Savaş” tartışmaları hem çapsız hem de güdüktür. Açıkçası Çin karakterli kapitalizmin Çin karakterli yeni bir Bretton Woods yaratma şansı çok azdır. Ancak hiç yoktur demek de mümkün değildir.