'Son 40 yıldır iktidara kim gelirse gelsin, hepsinin ortak özelliğinin kamuculuk fikrine düşmanlık olduğunu, hepsinin bu fikri yok etmek için uğraştığını biliyoruz.'

Çıkış için yol haritası: Kamuculuk

Türkiye’de bugün kamucu bir anlayışla yönetilen tek bir kurum yok ve buna “halkçı belediyecilik” iddiasındaki CHP’li belediyeler de dâhil. “Halkçı” olduğunu iddia eden belediyeler de dâhil olmak üzere, bütün kurumlar piyasacı akla ve sermaye mantığına tabi bir şekilde çalışıyor; yani halkı değil kârı önceliyor, kamu çıkarlarını değil piyasa çıkarlarını gözetiyor.

(Dersim ve birkaç ilçe belediyesini bir “istisna” olarak aklımızda tuttuğumuzu geçerken belirtelim elbette.)

Öte yandan, “halkçılık” iddiasının altını doldurmak üzere belediyelerde tek tük adımlar da atılmıyor değil; örneğin, bütünüyle bir şirket gibi işletilen İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ucuz yemek satan “halk lokantaları” açtığını ya da yeni halk ekmek fabrikalarıyla ekmek üretme kapasitesini artırdığını görüyoruz. Ekonomik krizin derinleşmesi, seçim konjonktürüne girilmesi, İmamoğlu’nun politik iddiaları vs. de belediyeyi bu tür adımlar atmaya mecbur bırakıyor elbette.

Kamuculuğun kırıntı halindeki varlığı bile memleketin serbest piyasaya iman etmiş, kendi dogmalarından başka bir şeyi gözü görmeyen ve halk düşmanlığını kimseye kaptırmayan liberallerini rahatsız etmeye yetiyor. On beş milyonluk bir şehirde günde ancak birkaç bin kişiye hizmet verebilecek halk lokantalarına da, insanların sofralarına fazladan bir iki ekmek koymalarına yardım edecek halk ekmek üretimine de “piyasa mantığına aykırı, rekabeti bozuyor” gibi birtakım argümanlarla karşı çıkıyorlar, halkı da buna inandırmaya çalışıyorlar.

Sadece bu değil elbette; KYK kredilerinin faizlerinin silinmesinden tutun da asgari ücret artışına, grev yapan işçiden tutun da ulaşım zammını protesto eden öğrenciye, iman ettikleri liberal ekonominin işleyişine halel getirecek ne ya da kim varsa, hepsine liberal ekonomi adına husumet ve düşmanlık üretiyorlar.

Bunu yaparken, iktidarın aslında ülkeyi kapitalizme, serbest piyasa ekonomisine, neoliberalizme aykırı bir şekilde yönettiği ve ekonominin bozulmasının gerisinde bu olduğu yalanına toplumu ikna etmeye çalışıyorlar. Hatta şirazesi bütünüyle kaymış olanlar, ekonomiye müdahale etmesinden yola çıkarak AKP’nin sosyalist bir model izlediğini söylemeye kadar vardırıyorlar işi.

Niyetleri ise belli: Halkın açlığın, yoksulluğun, işsizliğin, hayat pahalılığın asıl sorumlusunun kapitalizm olduğunu, sermaye düzeni olduğunu, serbest piyasa ekonomisi olduğunu fark etmesini ve buna tepki vermesini engellemek. Türkiye’de toplumsal bir uyanış ve silkinişin ortaya çıkmaması, halkçı-kamucu bir siyasetin yükselmemesi, kitlelerin yüzünü sol fikir ve değerlere dönmemesi adına daha şimdiden ön almak.

Oysa bugün Türkiye toplumunun trajik bir şekilde yaşadığı krizin gerisinde, siyasal ve toplumsal yaşamdan kamuculuk fikrinin adım adım silinmesi bulunuyor. Türkiye ekonomisinin 24 Ocak Kararları’nın ardından 12 Eylül darbesiyle neoliberalizme açılması, ardından Özal’ın işbaşına gelmesi, 90’lar ve AKP… Son 40 yıldır iktidara kim gelirse gelsin, hepsinin ortak özelliğinin kamuculuk fikrine düşmanlık olduğunu, hepsinin bu fikri yok etmek için uğraştığını biliyoruz.

“Devletin küçültülmesi”nin demokrasinin bir zorunluluğu olduğu yalanı, kamuya ait şirketlerin verimli çalışmadığı iddiası, “devlet pijama üretir mi” tarzı sorular, özelleştirme çılgınlığı, köşe dönme felsefesi, “benim memurum işini bilir” ahlaksızlığı, “her koyun kendi bacağından asılır” diyen bir bireycilik, ideolojilerin ve tarihin sonuna gelindiği, işçi sınıfının ortadan kalktığı yönündeki zırvalar…

Buna son yirmi yıldır izlenen dinselleşme politikalarını, halktan istenen tevekkülü, tarikat ve cemaatlerin palazlandırılmasını, yaratılan sadaka devletini, sendikaların işlevsizleştirilmesini, toplumsal muhalefetin ortadan kaldırılmasını ekleyince tablo tamamlanıyor: Tablo, 2022 Türkiye’sidir. Kölelik koşullarında çalışmaya ve açlık sınırında yaşamaya mecbur bırakılmış milyonlar ve onların derin sessizliğidir, krizin kasıp kavurduğu bir ülkede yaprak kımıldamamasıdır.

Kamuculuk fikrinin yitip gittiği Türkiye’de, elektrik faturalarının birer soygun belgesi haline gelmesinin nedeni özelleştirmelerdir. Petrol ve doğalgazın bu kadar pahalı olmasının gerisinde enerji alanında kamucu politikalar izlenmemesi vardır. Konut fiyatları ve kiralarının bu kadar yükselmesi, barınmanın temel bir hak olarak görülmeyip konutların piyasa mantığına tabi bir yatırım aracı haline getirilmesiyle doğrudan alakalıdır. Meyve sebze fiyatlarının bu hale gelmesinin nedenlerinden biri uluslararası tarım tekellerinin çıkarları adına IMF politikalarıyla tarımın tasfiye edilmesidir. Cebimizdeki paranın alınıp beşli çetenin cebine konulması devlet yatırımlarının kamucu değil piyasacı bir mantıkla yapılmasından kaynaklanmaktadır. Kur Korumalı Mevduat adı altında bizden toplanan zenginlerin para babalarına aktarılması sermaye yanlısı politikaların bir yansımasıdır. Sağlık sistemindeki bozulma sağlığın özelleştirilmesinin, eğitim sistemindeki çürüme eğitimin özelleştirilmesinin kaçınılmaz bir sonucudur.

Kamuculuğa yönelik düşmanlık, “paran kadar eğitim”, “paran kadar sağlık”, “paran kadar barınma” diyerek kamusal hizmetleri piyasa mantığına tabi kılmış, her şeyin bir fiyatının olması ise geniş halk kesimlerini bunlardan mahrum etmiştir. Sosyal devletin yokluğunun yarattığı boşluğu mafya, çete, tarikat, cemaat doldurmakta, kamusal hizmetlere ulaşmakta giderek daha da zorlanan insanlar “yurttaş” olma vasfını yitirmektedir. Yurttaşın olmadığı yerde ise tebaa vardır, yurttaşlık haklarının gaspına karşı ayağa kalkmayan bir halk halk değildir, kuru bir kalabalıktır.

Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumdan çıkış için bir yol haritası oluşturulacaksa, kamuculuk fikrinin tekrar gündeme getirilmesi, kamuculuğun solun siyasi söyleminin merkezine yerleşmesi, kamucu bir ekonomi modelinin nasıl işleyeceğinin sabırla ve özenle topluma anlatılması gerekmektedir.

Temel kamusal hizmetlerin bütünüyle piyasa mantığının dışına çıkarılmasından tutun da kilit sektörlerden başlayacak bir kamulaştırma programına, planlı ekonomiden tutun da devlet merkezli bir kalkınma ve sanayileşme stratejisine uzanan bir genişlikte, kamucu siyasetin toplumla buluşturulması, sermayenin aklı ve piyasanın mantığına karşı halkçı ve kamucu bir perspektifin toplum nezdinde popülerleştirilmesi, tartışılır, konuşulur hale getirilmesi en öncelikli meselemizdir.

Türkiye bugün finans sektörünün başını çektiği bir şirketokrasinin milyonlarca kişiyi kölelik koşullarında çalıştırdığı, sermayenin aklı ve piyasanın mantığı tarafından esir alınmış, zihni iğdiş edilmiş, toplumunun toplum, halkının halk olmaktan çıkarıldığı bir ülke durumundadır.

Eğer sahici bir kurtuluş aranıyorsa, kamuculuk fikri, rehberimiz, yol göstericimiz olmalıdır, çıkış tam olarak buradadır.