Bu CHP’nin elinden, olası yeni badireler karşısında Erdoğan’a hayat öpücüğü vermekten başka bir şey istese de gelmeyecektir.
Kılıçdaroğlu yargılanmaya başladı. Mahkemede yaptığı konuşma, genel başkanlıktan düşeli beri izlediği çizgiye uygun biçimde ve beklendiği gibi radikal bir içerikteydi.
Kemal Beyin bu çizgisi, kaybettiği kongreden sonra başlamıştı. Yoksa 13 yıllık “Kılıçdaroğlu CHP’si” Erdoğan’ın tabiriyle AKP’nin “Yeni Türkiye’sine” ayak direyen Baykal liderliğinin özeleştirisi veya yadsınmasıdır. “Ayak direme” dedim, çünkü Deniz Baykal dönemini Cumhuriyeti yıkıp tasfiye etmeyi programlamış iktidara karşı “direniş” saymak son derece temelsiz olur. Erdoğan’ın siyaset yasaklısı durumdan milletvekilliğine geçip liderliğini hayata geçirmesinde bile Baykal’ın emeği vardı…
Baykal’ın yerini Kılıçdaroğlu’na bırakmasına varan değişim, bir kasete bağlanmıştı. Bana sorarsanız, Fethullahçı kumpasından başka şeye benzemeyen o tür vakalar, çok daha sağlam ve köklü nedenleri olan süreçlerin adının ve noktasının konmasından ibarettir. Nitekim bir siyasetçinin özel yaşantısından çok daha vahim ve doğrudan politik karakterde nice skandala Erdoğan kendince direnmemiş midir?
Erdoğan’ın dayanıklılığı kişisel kahramanlıktan değil, asıl belirleyici dinamiklerin Erdoğan’dan yana olmasından kaynaklanmıştı. Ayakkabı kutularından mühimmat dolu TIR’lara kadar neler gördük… Ama Tayyip Beyin devam etmesini isteyen “Tanrılar”, Baykal’ın ipinin çekilmesi için yatak odasında yeterli neden bulmuşlardı.
Toparlarsak, Baykal-Kılıçdaroğlu bayrak değişiminin anlamı, ana muhalefetin, mızmızcı bir “Eski Türkiye” diretmesinden vazgeçip “Yeni Türkiye”yi kabullenmesidir. Bu özün yanında isimlerin ne önemi olabilir?
Kılıçdaroğlu CHP’si, laikliğin dayatma, Cumhuriyetin tepeden inmeci olduğunu kabul etti. “Müslüman Anadolu halkının hor görüldüğü” yolundaki AKP uydurmalarına boyun eğdi. “Dünya değişti” nakaratıyla liberalizmin bayrağını sahiplendi. Böylece yeni bir muhalefet inşa edilmiş oldu.
Diğer cephede ise yakın tarihin en uzun süreli iktidarını kuran AKP, karşısındaki toplumsal direnci bir türlü kıramıyordu. Toplumun çoğunluğunun ikna olmadığı, önemli bir kesiminin de mutlak karşıtlık hissettiği bir dönüşümün, ana muhalefet tarafından aklanması basit bir olay değildir. AKP nice badireyi toplumsal direncin CHP eliyle sönümlendirilmesi sayesinde atlatmıştır. Laikliğin tehlikede olmadığını söyleyen Kılıçdaroğlu’nun Yenikapı’da Erdoğan’la saf tuttuğunu hatırlatmak yeterli olur…
CHP merkezinin hiç mücadele vermediği, elbette doğru değildir. Ama bunun özeti, AKP’siz AKP rejimi taahhüdünün ötesine geçmez. AKP dinselleşmeyi tarikat renklerine boyayarak toplumun daha geniş kesimleri tarafından kabullenilemez hale getirmişti. Görülmemiş bir yoksullaşma yaratarak piyasacılığın meşruluğuna gölge düşürmüştü. Dünya dengelerinde icra ettiği dans son derece sorunluydu… CHP ise bütün bunları yutulması daha kolay olabilecek bir ambalaja sokmayı vaat ediyor, sırtını da Atlantik ittifakı geleneğine, Amerikancılığa yaslayacağını işaret ediyordu.
CHP’nin AKP’nin rakibi mi tamamlayıcısı mı olduğunun belirsizleşmesinin hesabını ödemek Kılıçdaroğlu’na kaldı. Ama kongreden sonra bir Özel döneminden bahsedebiliyor muyuz; bunun yanıtını vermek zor. CHP’de hiziplerin sayısını kimse bilmiyor. Genel Başkan aslında en güçlü hizbin başında bile değil. Parti benzersiz bir kaos içinde deviniyor.
Özgür Özel, değiştirmek için ne bir nedene ne de niyete sahip olduğu selefinin çizgisinin mantıksal devamıdır. Hal böyle olunca hat değiştiren Kılıçdaroğlu olmuştur. O gün bugündür, Kemal Bey parti merkezinin hayli “solunda” tınılar veriyor. Mahkeme salonunda da, her ne kadar sözü sonradan sağ-sol ayrımını yok saymaya bağlasa da, kendini “Deniz’in, Mahir’in, Hüseyin’in yoldaşı” ilan etmesi bundandır…
Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla çıktığı mahkemede suç isnat edilen sözlerinden daha fazlasını telaffuz etmekten kaçınmayan Kılıçdaroğlu’nun hedefinde Erdoğan’ın mı, yoksa CHP içindeki diğer hiziplerin mi olduğuna karar vermekse hakikaten zordur.
Bu sahte radikallik bile Özel’e solu kapatıyor ve CHP merkez yönetimi çareyi AKP limanına sığınmakta buluyor. CHP’nin yurtdışı örgütlenmesini MİT’e, yani Başkan'ın en karanlık kadrosuna teslim etmesini başka nasıl yorumlayabiliriz? Özgür Özel, AKP’den özür dilemek için, partili milletvekillerinin İçişleri Bakanı'nın şefliğinde bir grup AKP’li tarafından itilip kakılmasını bile kaçırmamıştır! Zaten bu süreç esas olarak yerel seçimleri kazanıp erken seçim istememekle başlamıştı…
Bu CHP’nin elinden, olası yeni badireler karşısında Erdoğan’a hayat öpücüğü vermekten başka bir şey istese de gelmeyecektir.