Galway tren istasyonuna öğle saatlerinde vardık. Salgın döneminde, karantina altında yaşarken hasretle hayal ettiğimiz her şeyi Galway’de bulduk.

Che'nin atalarının yaşadığı şehir: Galway

18 Temmuz Pazar günü erken saatlerde Tullamore’dan ayrıldık. Galway’e ulaşabilmek için tren seyahatini tercih ettik. İrlanda’da trenle yolculuk yapmak hem çok konforlu hem de çok güvenli. Bu yolculuğun tek olumsuz yanı, İrlanda’daki tren ulaşımının görece pahalı olması. Küresel ısınmanın etkilerini yakıcı bir biçimde hissettiğimiz ve dünyamızın gözlerimizin önünde yok olduğuna tanık olduğumuz bir dönemde toplu ulaşımda ihtiyacımız olan dönüşümü sağlamak ve bireysel taşıtların yaşamlarımızdaki etkisini azaltmak zorundayız. Bu sebeple toplu ulaşımı daha iyi organize etmeli ve bu hizmeti insanlara olabildiğince ucuza sunmalıyız. Zira, bu sadece kamunun yararı için değil dünyanın geleceği için de önemli. Tabii tüm bu değerlendirmeleri endüstriyel üretimin yıkıcılığını göz ardı etmeden yaptığımı belirtmeliyim. İrlanda’da geçirdiğim bu ikinci yaz döneminin şaşırtıcı bir biçimde çok sıcak olması, iyiye işaret olmasa gerek.

Galway tren istasyonuna öğle saatlerinde vardık. Güneşin tadını çıkararak kalacağımız yere Dun Roamin’e doğru uzun bir yürüyüş gerçekleştirdik. Eyre Meydanı’nı/Kennedy Park’ını geçerken kendimizi özlediğimiz kalabalığa bıraktık. Salgın döneminde, karantina altında yaşarken hasretle hayal ettiğimiz her şeyi Galway’de bulduk. İnsan yoğunluğu ve meydanda çalınan müzik adeta tüm bir yılın stresi ve yorgunluğuna karşı yoğun bir terapi gibiydi. İnsanın doğası gereği sosyal ve toplumsal bir canlı olduğunu bu sayede yeniden hatırladık. Tarihi sokakları arşınlarken, Oscar Wilde ve Eduard Vilde’ın yanından geçerken, büyük şair Oscar Wilde’nin Reading Zindanı Baladı’ndaki (The Ballad of Reading Gaol) efsanevi sözleri yeniden zihnimde canlanıyordu. 

Oysa herkes öldürür sevdiğini,
Bunu böyle bilin,
Kimi hazin bir bakışla öldürür,
Kimi latif bir sözle,
Korkaklar öperek öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle…

Antalya’nın tarihi sokaklarında gezerken yine aynı dizeler zihnimde canlanırken binlerce yıllık taş duvarlara dokunduğumu hatırlıyorum. Tarih dediğiniz şey, atalarınızın şişenin içerisine bıraktığı mesajlardır. Bu yüzden bir kentin tarihi dokusunu korumak çok ama çok önemlidir. Galway, uzun kıyı şeridi ve dar sokaklarıyla bana fazlasıyla Roma İmparatoru Hadrian’ın Antalya’sını hatırlattı. Galway, Normanların bölgede hüküm sürdüğü tarihte 14 tüccar aile tarafından kurulmuş. Şehrin temellerinin 1124 yılında atıldığı söylenebilir. Şehrin Latince adı Galvia'dır. Şehrin sakinleri Galwegian olarak adlandırılır. Şehir ayrıca Hiberno-Norman döneminde şehri yöneten "Galway kabileleri" olarak adlandırılan on dört tüccar aile nedeniyle "Kabileler Şehri" (Cathair na dTreabh) takma adını da taşımaktadır. Kentin kurulmasına yardımcı olan aileler şunlardır: Athy, Blake, Bodkin, Browne, Darcy, Deane, Font, Ffrench, Joyce, Kirwin, Lynch, Martin, Morris, Skerrett. Aileler içerisinde bir isim özellikle dikkat çekiyor. Che Guevara'nın atalarından Patrick Lynch 1715 yılında Galway'da doğmuştur. Kaldığımız yer, sahil şeridine yani Salthill diye bilinen bölgeye çok yakındı. Buraya doğru yürürken sokakta bir aydınlatma direğinin üzerinde gördüm Che’yi. Bu büyük posterde onun Galway’li köklerine atıf yapılıyordu. 

Raven Terrac / Che Guevara - Lynch

Bu yüzden Dun Roamin’in sahibi Larry’i bu konuda bilgi almak için çok sıkıştırdım. Kaldığımız yerden ve özellikle konumundan çok memnunduk. Şehir merkezine ve denize yürüme mesafesinde olmak araştırma yapmak ve sorularınıza yanıt üretebilmek için büyük bir fırsat. Konaklama ücreti sabah kahvaltısı dahil gerçekten oldukça uygundu. Ayrıca yaşlı İrlandalı Larry’nin çalışma azmine ve insanlarla kurduğu iletişime hayran kaldım. Özellikle yaşlı İrlandalılarla girdiğim her iletişimde büyük deneyimler kazandığımı söyleyebilirim. Belki de insanların yaşamına çeşitli sıfatlar yerleştirirken büyük bir hata yapıyoruz. İrlandalıların ruhu çok genç ve onlardan her defasında çok şey öğreniyorum. Che ile ilgili sorular yöneltince Larry, Küba ziyaretini ve oradan hatıra olarak getirdiklerini gösterdi bana. Ayrıca odada zaman geçirirken sıkılmamam için Che’nin hayatını konu edinen Küba’dan getirdiği kitabı verdi. Şehirde konuştuğum ve sorduğum herkes kökenleri Galway’e kadar dayanan Che’nin ruhunu yansıtan bir müzenin ya da kültür evinin olmadığını söyledi. Buna rağmen Galway’ın tarihi ruhu ve dünyaya yön veren önemli bir ismin kesişim noktası olmasını önemsiyorum. İspanyol Kemerinin altından geçerken, kemerin altında gençlerin Latin danslarıyla dans edişini hayranlıkla izliyorum. 

Tarihi İspanyol Kemeri/Spanish Arch

Ten rengi siyah adamlar, ten rengi beyaz ve güzel kadınlarla dünyadaki kötü gidişe inat İrlandalı ruhunu bizlere tutkuyla hatırlatıyordu. Bu tutku, sıcak güneşin altında tüm ırkçılara ders olmalı. Rüzgârın dudaklarımıza tuzlu suyu taşıdığı bu şehirde martıların çığlığını, yüzlerce insanın barlarda çıkardığı o canlı sesi yeniden duymak ve yaşamak çok özeldi. Bu şehirde dolaşırken ve okyanusun soğuk sularında ısınmak için çırpınırken akıp giden zamanın her anına âşık oluyor insan. Tüm bu şiirli hatıraların arasında Galway şehir müzesinin içinde fantastik bir zaman yolculuğuna çıktık. Müzenin en etkileyici bölümü Paskalya Ayaklanmasına ve iç savaş dönemine ait eserlerin sergilendiği bölümdü. Davalarına inanmış tüm bu erkek ve kadınların üniformalarını, silahlarını görmek insanı yeniden isyanın o eşsiz anına taşıyor. Müze sonrası Avrupa’nın en büyük katedrallerinden birini Galway katedralini gezerken insanların doğaya armağan ettikleri mimari hediyeleri gözlemlemek güzel bir duyguydu. 

Galway Katedrali

Katedral, yerel kireç taşı kullanılarak 1965 yılında inşa edilmiş. Rönesans ve Gotik özellikler taşıyan katedral, devasa kubbesi ve kavisli kemerleriyle de dikkat çekiyor. Katedralin içindeki ses akustiği inanılmaz derecede iyi ve burada çeşitli konserler veriliyor. O an aklıma hemen İstanbul Taksim’deki St. Antuan Katolik Kilisesi ve bu kilisede Gevende grubunun verdiği konser geliyor. Şimdilerde Türkiye’nin bu güzel atmosferden uzak olması oldukça trajik bir durum. 21 Temmuz’da Galway’den ayrılırken Dun Roamin’in sahibi ve sıkı bir Elvis Presley hayranı olan Larry bana ödünç olarak verdiği kitabı hediye etmek istedi. Bunun kendisi için önemli bir hatıra olduğunu ve kitabı Küba’dan getirdiğini hatırlatmama rağmen bu hediyeyi kabul etmem konusunda ısrarcı oldu. İrlanda insanın paylaşımcı ve sevecen ruhu bana yine eşsiz bir hatıra bahşetmişti. 

Galway’deki son günüm sürprizlerle doluydu. Geçen hafta gazetede yayınlanan ‘Telegram gruplarının ve medyanın gölgesinde Türkiye'den kaçmak’ başlıklı yazımı okuyan ve Twitter’dan kapsamlı bir yorumla bana ulaşan İskenderunlu Nagehan ile buluştuk. soL okurlarının yazarlarına ulaşması ve onlarla sohbet edebilmesi Galway’de bile mümkün. Nagehan’ın Dublin’de yaşadığı olumsuz deneyimleri ve Galway’e geliş öyküsünü uzun uzun dinledik. Sosyal medyadan gelen her mesaja yanıt vermesem de bu sefer gelen, net bir biçimde duygularını ve görüşlerini anlatan bu değerli yorumlara gözlerimi kapatamadım. İyi ki de böyle yapmışım; bu sayede değerli bir emekçiyle son dakikada zaman geçirme imkânı ve yazıda ele aldığım konuların doğruluğunu test etme olanağı buldum. Nagehan ile Tullamore’da görüşmek üzere sözleştik ve ayrıldık. Güneş batarken Galway’den uzaklaşıyorduk; kalbimizde biriktirdiğimiz güzel anılarla küçük kasabamıza Tullamore’a sıkı sıkıya yeniden sarıldık. Unutmadan küçük bir not: Galway’e gidiyorsanız ve zamanınız varsa Moher kayalıklarını (Cliffs of Moher) görmeyi ihmal etmeyin.