AKP iktidarının ve başkanının gönderilmesini çelik halatlarla seçime bağlarken düzen siyasetinin yapmak istediği tam da bu uzlaşma, uyumlaştırma.

Çarklar ileriye, aydınlanmaya, sömürüsüz topluma

“Sabah uyanmak istemiyorum ağabey” diyor inşaat işçisi. Ağustos’un ortasında, hem de Akdeniz’de çok amaçlı turizm inşaatında çalışmak için Anadolu’nun dört bir yanından gelen mevsimlik işçilerden biri. Derdi sıcak, yorgunluk değil. İki yıldır işsizken bulduğu bu işten, işin yükünden, sağlıklı beslenememekten ve barınamamaktan yakınmıyor. Asgari ücretin altına aldığı parayla hem borç ödeyecek, hem de memlekete para gönderip ailesini geçindirecek.

Ya sonra?

Bu iş bitince iş bulup bulamayacağı belli değil, borçları bitiremeyecek, kenara para koyamıyor; güvencesiz, geleceği belirsiz; annesi, babası, karısı eline bakıyor, yolunu gözlüyor. Bir de çocuk gelirse…

“İlkokuldan sonra geçim sağlama işi bana düştü, okuyamadım; ağlamak istiyorum, ağlayamıyorum ağabey” diyor.

Yaşam bu mu? Yoksulluk, yılgınlık, çaresizlik, umutsuzluk… Sömürü…

Milyonların yoksullaştırıldığı bu ülkede “yaşamın örneği bu mu” demesin kimse. Emekçilerin, işsizlerin, topraksızların, emeklilerin, küçük esnafın, tüm sömürülenlerin koşulları farklı ama ağır mı ağır.

Her geçen gün sayısı artan milyonlarca işsiz, milyonlarca yoksul. Her geçen gün sömürüyü derinleştirerek mülküne mülk, kârına kâr katan bir avuç zengin. Beşli çeteyi örnek gösterenler “Koç”a ses çıkarmıyor, o da 2021’in ilk altı ayındaki kârını 2022’de %317 oranında artırıyor.

Kapitalist dünyadaki yaşam bu. Yaşama hakkı herkes için Anayasayla güvence altına alınmış ama iş gücü meta yapılan büyük çoğunluk nefessiz çalışıyor; sermaye sınıfı da yönetiyor, yağmalıyor, işgal ediyor, zenginleşiyor.

Kapitalizmin, emperyalizmin özü: Sömürü…

İnsanın insanı sömürmeye başlamasıyla sınıf savaşımları da başlıyor. Tarihin doğrultusunu sömürenlerle sömürülenler arasındaki savaşımda hangi sınıfın ağır bastığı belirliyor.

İşçi sınıfı tarihin çarkını ileriye döndürdükçe yaşam aydınlanıyor, güzel ve güneşli günlere yöneliyor. Kapitalizm, insanlığın sınıfsız ve sömürüsüz topluma doğru çevirdiği çarkları durdurarak, kazanılan hak ve özgürlükleri gasp ederek her şeyi yalnızca sermaye sınıfı için kullanırken, dinsellikten, milliyetçilikten, her türlü gericilikten ve burjuvazinin demokrasi, eşitlik, özgürlük, adalet, hukuk yanılsamasından yararlanırken emekçileri de uzlaşmaya, uyumlaşmaya zorluyor. Seçim bu uzlaşma yollarından biri ve hep birinci sırada tutuluyor.

AKP iktidarının ve başkanının gönderilmesini çelik halatlarla seçime bağlarken düzen siyasetinin yapmak istediği tam da bu uzlaşma, uyumlaştırma.

Kapitalizmin ideoloji ve siyasetinden sapmadan “onlar gitmeli, biz gelmeliyiz” propagandası, emekçilerin ileriye doğru döndüreceği çarkları durdurup sömürü düzeni için çevirmekten, bunu da emekçilere yaptırmaktan başka bir şey değil. Bileşimi, ekonomi politiği belli olan altılı masa da aynı gemide.

“Laiklik zaten elden gitti, gelmesine de gerek yok. Dinin devlete, hukuka, siyasete, eğitime, toplumsal yaşam tarzına girmesi din özgürlüğü, biz de özgürlükçüyüz” diyenler burjuvazinin hukuk devletini ve güçlü parlamenter rejimini savunuyor.

Hukuk devleti dedikleri sömürünün hukuku; güçlü parlamento dedikleri sömürünün yasalarını “kanun” yapacak temsilciler. Başkanlı rejimi değiştirmeleri de TÜSİAD ziyaretlerinde bağlanır ancak.

Cumhuriyet tarihi boyunca halka nefes aldıran kimi programlar yaşama geçmiş olsa da burjuva düzeni hep sürdü, bugün gelinen nokta sömürünün ve gericiliğin palazlanması. Bu düzenden kurtulma sözünü düzen içi hiçbir siyasi parti veremiyor, veremez de. Sosyal demokratlığın, sosyal devletin kime hizmet ettiği her gün yaşandı, yaşanıyor.

Düzenleri çürüyenler işçi sınıfı hareketini çürütmekle görevliler.

Düzen içi siyaset nöbetçi başkan (kadrolar bile değil) değişikliğiyle taklitçiliği yineliyor ve birbirlerinin boşluğunu doldurmaya çalışıyor. O kadar. Kaldı ki AKP de boş durmuyor.

Emekçileri sömürücülerin payandası yapmaya kalkışan siyaset taklitçi; gerçek yüzü burjuva düzeninin sürdürülmesi, halkı sandığa hapsederken istekleriyse bu işin kendileri tarafından yürütülmesi. Genel oy hakkını seçimlerde, sandık başında değil yaşamın bütününde sermaye sınıfının egemenliğiyle ve onun siyasetini savunarak çalıyorlar.

Gerçek siyaset, emekçilerin siyaseti; gerçek yönetim köyden, mahalleden, çiftlikten, işyerinden, fabrikadan, okuldan, kışladan ilçeye, ilden devlet organlarına ve büyük meclise uzanan emekçi halkın yönetimi… Düzeni değiştirme gücünü örgütlemeye, seçeneğin var olduğunu göstermeye ve emekçilerin iktidarını yaşama geçirmeye dayanıyor.

Seçenek, toplumdaki eşitsizliklerin, yağma ve sömürünün ortadan kaldırılması; insanın insanı sömürmediği, doğayı katletmediği eşitleştirilmiş bir dünyada yaşama; kapitalizme, emperyalizme, dine ve milliyete bağımlı olunmayan bağımsız, yurtsever bir toplum.

Sömürücülere boyun eğmeden, yaşanası bir ülkenin güzel sabahlarına uyanacak tüm emekçiler, güneşli günler görecek.