Mabetler ve cüzdanlar büyüyor, demek ki yoksulluk büyüyor. Bunlar bütün dinlerde kıyamet alameti sayılır. Biz ise kıyamete devrim diyoruz!

Camiler büyüdükçe

Padişah olmaya ne zaman karar verdi tam olarak bilmiyoruz. Bunu belirlemek üzere önümüzde iki yol var. Birincisi parayı, ikincisi camilerin büyümesini takip etmektir. Büyük büyük patron Rahmi Koç, sultan namzedinin henüz yönetimi ele geçirmeden önce 1 milyar Doları olduğunu iddia etmişti. Belli bir rakam verilen ilk ve son iddia bu oldu. 12 Eylül 2010 referandumunda yargı beyefendiye bağlanınca yeni bir rakam telaffuz etmeye kimse yanaşamadı haliyle. Fethullah şebekesinin 17 Aralık’ta kasa defterini açık etme teşebbüsünü de akim kaldığı için, delil gösteremiyoruz. 

Haliyle elimizde kalan tek yol camilerin büyümesini takip etmektir. “Selatin” camilerinin izinden gidiyoruz, bu yolla padişahlık ilanının kesin tarihini belirlemeye çalışıyoruz… 

2012’de, henüz mütevazı bir başbakandı, Ataşehir’de cami açılışı yaparken telaffuz etti ilk. “Bu yakada bir cuma cami, bir selâtin cami mevcut değildi. Bu yakada da birkaç tane selâtin cami olması lazım ve bu kararı verdik” dedi. Ataşehir’de ne selatin camisi olacak? Daha düne kadar tarlaydı. Büyük, gösterişli camiler şehirlerde inşa ediliyordu. İstanbul şehri ise sur içinden ibarettir. Şimdi şehir şehir olmaktan çıktı, nevzuhur bir sultanın devasa camileriyle dolduruluyor. TOKİ ve beton mikserleri eliyle bir tür padişahlık ilanıdır. 

Bunu “selatin camisi” sözünden, sultanlar demektir, çıkarıyoruz. Osmanlıda sultanların yaptırdıkları camilere verilen addır. İlk örnekleri Bursa Ulu Camii ve Yeşil Camii'dir. İstanbul'da ise açılışı II. Mehmet yaptı, Fatih Camisi olarak biliyoruz. İstanbul’un fethi şerefinedir.

Tabii, TOKİ düzeni henüz icat edilmemişti, bir padişahın o tür bir cami yaptırması için önemli bir askerî zafer kazanması ve büyük bir savaş ganimeti, İstanbul, ele geçirmesi gerekiyordu. Bu durumda bile selatin camilerinin yapımına devlet kasasından takviye olmaz, giderleri padişahın kesesinden karşılanırdı. Yani sefere gitmeyen ve ganimet elde edemeyen padişahlar selatin camisi inşa ettirmezlerdi. 

Bu gelenek I. Ahmet “Sultanahmet Camisini” inşa ettirirken bozuldu. Padişah para keseciklerini açmaya kıyamamıştı. Maliyetini hazineden karşıladılar. Sonra geleneği bir daha hatırlamadılar. Böylece yolsuzluk yol oldu. 

Yol olmasının sebeplerinden biri bu devasa yapıların sadece ibadet için değil belli bir ideolojinin tahkim edilmesi için inşa ediliyor olmasıdır. Her biri Osmanlı ailesinin “ebedi iktidarını” ayakta tutan ideolojik anıtlardan biriydi. Selatin camileri “fakir-fukaraya” mülkün sahibinin Osmanoğlu ailesi olduğunu hatırlatmak için dikiliyordu. 

Sonuncusu 2012’de inşa edilip ibadete açıldığına göre, nevzuhur sultanlığın ilk işareti sayabiliriz. Ülke, Ataşehir’de, o gün Cumhuriyetten fiili padişahlık rejimine geçti. 

***

Rejim değişmiştir; şehre dikilen yeni anıtların söylediği budur. Taksim Meydanına dikilenin, görece küçük olduğu için, devlet hazinesine maliyetini bilmiyoruz. Bildiğimiz, Ataşehir “selatin” camisi için 40 milyon lira harcandı. 42 metre kubbe yüksekliği olan camide 72 metrelik üç şerefeli 4 minare var. Her minareye ayrı bir müezzin çıkmadığına göre çok minare yaptıran ailenin gücünün göstergesidir. Caminin toplam kapasitesi 10 bin kişi. Ayrıca caminin 300 araçlık kapalı otoparkı bulunuyor. Her nedense, konferans salonları da var. Yüzme havuzu ve fitness salonu da var mı bilemiyoruz. Yoksa eksik kalmıştır…

İkincisini Çamlıca tepesine yaptılar, ilkinin altı katı büyüklüğündedir. 60 bin kişi aynı anda secde edebiliyor demek bu. 100 milyon dolara mal olan projeye ibadethanenin yanı sıra müze, sanat galerisi, kütüphane, konferans salonu, sanat atölyesi ve tabii otopark eklediler. TOKİ pazarlama taktiğidir. Yapılışına kaynaklık eden ideolojinin işaretlerini ise her yana kazıdılar. 107,1 metre yüksekliğinde altı minare diktiler. Bunları da imanın şartı-6- ve Malazgirt Zaferi ile açıkladılar. (Malazgirt Savaşı 107,1’de olmadı ama olsun, bir virgül için mimariyi zorlayacak halleri yok ya.) Caminin 72 metre yükseklikteki ana kubbesini İstanbul’da yaşayan 72 milletle, 34 metre çapındaki kubbesini de İstanbul’un trafik numarası ile açıkladılar. Plaka kodları da böylece kutsalın alanına girmiş oldu. 

Her ikisi de devlet kasasından yapılmış ve tek özelliği büyüklüğü olan sıradan yapılardır. Ve tabii Neo Osmanlı Sultanlığının ideolojik anıtlarıdır. 

Sanatsal değerlerine gelince, sadece bunlar değil, son yüzyılda inşa edilen camilerin çoğu 17. yüzyıl başındaki Sultanahmet Camisinin kopyalarıdır. Hepsi de büyüktür, çok minarelidir ve taklit ettikleri Hıristiyanlıkla, Ayasofya, rekabet içindedir.  
Yalnız, sanatta tekrar mümkün değildir. Tekrar varsa sanat yoktur. Demek ki sanat değildir, safi ideolojidir. 

***

Rejim değişti; şehre dikilen yeni anıtların söylediği budur. Sorun şu ki 60 bin kapasiteli cami 60 mümin bulmakta zorlanıyor. Sultanın yaptırdığı ikinci selatin cami tamamıyla boş kaldı. Doldurmak için çareler aradılar. Cami için yapılan bu büyük harcamanın yanı sıra bir de özel tünel yapıldı bu amaçla. Tünelin yapılmasının nedeni camiye ulaşımın kolaylaştırılmasını sağlamaktı. Yolları genişletelim falan derken hazineye bindirdiği yük büyüdü. Her şey, Erdoğan'ın "63 bin kişi aynı anda namaz kılacak" sözlerini gerçek kılmak içindi...

Yakınlarındaki AKP’li Üsküdar Belediyesine cemaati takviye görevi verildi. Bedava servis kaldırdılar. Böylece İstanbul’un ortasında “taşımalı ibadet”in de temelini atmış oldular. Fakat çare olmadı o da. Şimdi de 425 milyon lira daha harcanarak VIP metro hattı yapacaklar, camiye cemaat taşıyacaklar.

Laik Cumhuriyeti yıkıp padişahlığı ilan ettiler, anıtını da diktiler ama halkı yeni duruma ikna edemediler. VIP metro girişimi bu sıkışmayı bypass etme denemesidir.

***

Bu söylediklerimize “din-kutsallık” itirazı yapacaklara hatırlatalım. İslam tarihinin ilk döneminde bu tür “camiler” yoktur. Mescit ise hep var. Mescid-ül Aksa, Süleyman Tapınağı, Müslümanların eski kıblesidir. Peygamber için tek mescit ise “Beyt Allah”, Allah’ın evi olarak kabul edilen Mekke mabedidir. Burası peygamberin çocukluğunda da, demek ki İslamiyet’ten önce de, kutsal bir alandı. Şeytana uyup kutsal sayılan eski dişi tanrılar Lat, Uzza ve Menat vakti gelip yeni inançtan kapı dışarı edilmeden önce Beyt Allah’ta yalnız müminler değil, müşrikler de ibadet ederdi. Demek mescitte henüz inançlılarla inançsızlar birlikte secde ediyorlardı. 

Sonra Peygamberin evinin avlusuna özel bir mabet yaptılar. Kaynaklara göre etrafı kerpiç duvarlarla çevrili toprak bir avludan ibaretti. Güneşten korunmak için çatısını da hurma yaprakları ile örttüler, ilk mescittir. Bununla birlikte, boş ise deve bağlamakta bir sakınca görülmüyordu, demek ki henüz bir kutsiyeti yoktu. 

Fetih devri başlayınca her kışlanın ortasına bir benzerini yaptılar. Ordu hareket ettiğinde sazlar sökülüyor ve mescit bir köşeye yığılıyordu. Bir mimari bulmak imkansızdır.

Bugünkü mimariye ilhamı veren Şam şehridir. Arap ordusu tarafından işgal edilen şehirdeki Johannis Kilisesi bölündü ve yarısı Müslümanlara tahsis edildi. Hıristiyanlar ve Müslümanlar kilisede birlikte ibadet ettiler. Sonra kiliseleri camiye dönüştürdüler. Dönüştürecek kilise bulamayınca kiliseye benzer binalar inşa ettiler. İlk mescitlerdir. 

“Minare” ise daha geç dönemde ortaya çıktı. İlk örneklerinden biri Şam Emevi Camisindeydi. Bu ilk minare de Bizanslılar devrinde yapılan Yuhanna Kilisesine bağlı bir gözetleme kulesiydi. Kule, Emevi Halifesi al-Velid tarafından olduğu gibi korunmuş ve böylece bugünkü cami mimarisinin önemli bir parçası daha icat edilmişti. 

Mescitler Ortaçağdan çıkışa kadar birer ibadethane olmanın yanı sıra birer yoksullar evi gibiydi. İçinde yenilip içilmesi, gece kalınması, eğlenceler düzenlenmesi mümkündü. Mekke’ye has “Beyt Allah” nitelemesinin bütün mescitleri yakıştırılması görece yakın zamandadır. 

***

İnanç kabilenin devlete dönüşmesine aracılık etti ve devlet inancı alıp bir ideolojik aygıta dönüştürdü. Dini de mabetlerini de şekillendirenler, demek ki, Emevi ve Abbasilerdir.

İdeolojilerin anıtlara ihtiyacı vardır. Kilisenin camiye dönüştürülmesinde de bu ihtiyacın belirleyici bir rolü var. Arap-İslam devletleri büyüdükçe ibadethaneler de büyüdü. Bugünkü kontrolsüz büyümenin anahtarıdır.

Bu durumda “selatin camileri”ni İslam Tarihinin bir sonucu veya uzantısı sayamayız. Ondan çok dini ideolojik bir aygıta dönüştüren dünyevi bir düzenin icadıdır. Yani büyümelerinin inançla bir ilgisi yoktur. Camiler büyüyorsa, padişahın, paranın, mülk sahiplerinin egemenliği büyüyor demektir. 

Parayı takip edemiyoruz, selatin camilerine bakıyoruz ve paranın nerede, ne yaptığını anlamaya çalışıyoruz. Para ise büyük ölçüde tekelleşmiştir ve üç beş kodamanın kasasında birikmiştir. 

Mabetler ve cüzdanlar büyüyor, demek ki yoksulluk büyüyor. Bunlar bütün dinlerde kıyamet alameti sayılır. Biz ise kıyamete devrim diyoruz!