Tarihi, kimin kalemi ile yazıyorsunuz?Ya da kimin gözlüğü ile okuyorsunuz? İşte kritik soru dün de, bugün de budur!...

Büyük Taarruz ve 30 Ağustos 1922 zaferinden 1923 Cumhuriyetine uzanan sürecin iktisadi açıdan temel dönüm noktaları

-I-

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın dehası daha baştan zorunlu bir gerçeği algılamıştı: Siyasi iradeden yoksun asker, başarı kazanamazdı; ülkeyi işgal eden emperyalistlerin karşısında önce halkın, toplumun, milletin siyasal iradesini örgütleyecek bir iradeye ihtiyacı vardı.

Gazi Paşa, Kasım 1918’den Mayıs 1919’ a kadar bulunduğu başkentte yani İstanbul’da Dersaadet’ te işgalci emperyalistlere karşı siyasal iradeyi örgütlemeye / yaratmaya çalışmıştır. 

Hükûmette Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı) olmak talebinden tutun, Padişah Vahdettin’le konuşmalarına, karargâhını kurduğu Şişli’deki bütün çalışmalarına, asker – sivil / yerli – yabancı tüm temaslarına dek her eylemdeki temel pusulası bu ana fikir etrafında oluşmuştur.

Ancak, İstanbul’da özellikle Padişah Vahdettin ve çevresindeki teslimiyet çemberini kırmakta başarılı olamayınca Anadolu’ya geçmek ve işgalci emperyalistlere karşı siyasi iradeyi yaratmak kararını vermiştir. 

Nutuk’ta bu vaziyet; “Anadolu ile İstanbul, bağımsızlık ile esaretin; hürriyet ile mahkumiyetin zıtlaştığı iki parça halinde kalmıştır” şeklinde özetlenmektedir.

Milleti topyekûn savaşa hazırlama stratejisinin ana taşıyıcı kolonu; Teşkilat Kurmaktır. 

Başlangıçta; Reddi İlhak Cemiyetleri, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri…

Sonra; Amasya Genelgesi 20 Haziran 1919. “Milletin bağımsızlığını ancak milletin azim ve kararlığı kurtaracaktır”.

Kongreler: Erzurum Kongresi 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919; Sivas Kongresi 4 – 11 Eylül 1919.

Ve 23 Nisan 1920, Türkiye Büyük Millet Meclisi

Ve bu arada 32 yerel kongre.

Attilâ İlhan’ın Bıçağın Ucu’nda dediği gibi: “Ahval ve şerait öyleki önümüzde aynı kapıya çıkan tek bir yol kaldı: Ya galip geleceğiz ya mağlup olmayacağız”.

13 Eylûl 1920, Gazi Paşa’nın Halkçılık Programı: Devrime doğru ilk adım. Programın dördüncü maddesi: Ordu, sarayın değil, TBMM’nin ordusudur. Ve kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadelede kararlıdır.

Dış destek: SSCB (16 Mart 1921, Kars Antlaşması), Fransa (20 Ekim 1921) ve İtalya..

Tekrar başa dönelim!

Dörtyol’un Karakese Köyüyle Nur Dağı’ndan bir ses yükselir. Tarih 19 Aralık 1918’dir. İşte bu köyde kimi kayıtlara göre Kara Hasan çarpışmayı başlatmıştır. Karımın ve kardeşimin öcüdür diye sıktığı 11 kurşun ile 11 işgalci Fransız neferini devirmiştir.

Ardından 19 Mart 1919’da Samsun’da İngilizlere, sonra da 15 Mayıs 1919’da İzmir’de Yunanlılara ilk kurşunlar sıkılmıştır.
Artık, Gazi’nin bir imparatorluk çökerken kazandığı paşalıktan soyunup, bir ulusla birlikte kazanacağı Atatürklüğe yürüyüşü başlamıştır.

Ve Gazi Paşayı 19 Aralık 1918’den 19 Mayıs 1919’a taşıyan kıvılcım, bir yıllık Anadolu serüveni  de aleve… 23 Nisan 1920’de mağmaya ve 30 Ağustos 1922’de lava dönüşmüşse bu adım adım halklaşmanın halkçılaşmanın bir sonucudur.

Mustafa Kemal Paşa, söndürmeye gönderildiği Karadeniz yangınını, Kongreler ve TBMM körüğüyle daha bir yaymış… Anadolu’yu tutuşturmakla kalmayıp Düvel-i Muazzama ile hempalarını bozguna uğratmıştır.

Bakın Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabı sayfa 393’te neler söylüyor: “Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz”.

30 Ağustos 1922 Zaferi, yoksulların zaferidir ve bu zafer 29 Ekim 1923’te yani, yaklaşık olarak on dört ay sonra Cumhuriyetle taçlanacaktır… 

Unutulmamalıdır ki; 30 Ağustos 1922 büyük zaferi, ateşle, demirle, kanla yazılan bir bağımsızlık destanıdır.

Artık, İstanbul Hükümeti yoktur, Ankara Meclisi vardır.  Gazi Mustafa Kemal Paşa 10 Ekim 1922’de BMM Gizli Oturumunda diyor ki: “Mantığın emrettiği şudur efendiler; Ordu, vazifesini yapmış ve tamamlamıştır. Bundan sonra temini lâzım gelen bütün neticeler, siyaseten – diplomatik yolla hallonulacaktır

30 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi 

1 Kasım 1922’de Saltanat Kaldırılır. Artık, İstanbul Hükümeti yoktur. Ankara Meclisi vardır. 

 5 Kasım 1922’de İsmet Paşa başkanlığındaki heyet Lozan’a uğurlanır.

-II-

Osmanlı İmparatorluğu’ndan Devralınan Sınai Miras

Ticaret ve Ziraat Nezareti tarafından, 1913 ve 1915 yıllarına ilişkin olarak İstanbul vilayeti ile İzmir, Manisa, Bursa, İzmit, Karamürsel, Bandırma ve Uşak şehirlerinde, yani ülkenin en gelişmiş yörelerinde düzenlenen sanayi sayımlarının sonuçları 1917 yılında 1329, 1331 Seneleri Sanayi İstatistiki adı ile yayınlanmıştır. Bu sayımların sonuçlarına göre 1915 yılında sınaî tesislerin toplam sayısı 282’dir. Sektörlere göre dağılımı örneklendirildiğinde ise öne çıkanlar;

  • 33 un değirmeni, 
  • 9 makarna, 6 konserve,
  • 4 bira fabrikası,
  • 2 tütün mağazası, 4 buz, 
  • 7 tuğla, 6 kireç,
  • 8 kutu, 5 yağ, 3 sabun imalathanesi,
  • 2 porselen imalatı ve elmas traşçılık, 
  • 13 debbağhane (deri işleme),
  • 13 marangoz ve doğrama atölyesi, 
  • 13 yün ve 5 pamuk ipliği ve dokuma,
  • 41 ham ipek, 6 ipekli dokuma ve 13 sair dokuma fabrikası,
  • 43 matbaa ve sair kâğıt imalatı, 8 sigara kâğıdı ve
  • 3 kimyasal ürün tesisidir.

Bahsedilen sanayi istatistiklerinden hareketle bir iki saptama yaparak Cumhuriyetin ilânı öncesindeki sınai alt yapıya ilişkin sayısal tespitleri, farklı bir ifade ile devralınan sınai alt yapıyı özetlemek gerekirse:

Öncelikle, bu sayımların o dönemin imkânları dâhilinde oldukça kapsamlı bir sanayi envanteri niteliği taşıdığı söylenebilir. 
Mevcut 282 tesisten faal durumda olanların (işletmede olanlar) sayısı 194 adettir. Farklı bir ifade ile envanter kapsamındaki şirketlerin yüzde 69’u üretimde olup yaklaşık olarak yüzde 30’u ise kapalı ya da gayrı faal durumdadır.

Bununla birlikte; kuruluş tarihleri belli olan 255 işletmeden 72’si (yüzde 28) 1908’den sonra, II. Meşrutiyet’in ivmesi ile kurulmuştur. Bu sayısal gelişmeye rağmen sanayi kesimi fevkalâde ilkel bir nitelik taşımakta idi. Toplam üretim değerinin 1913’de yüzde 83,5’i, 1915’de de yüzde 82,3’ü gıda ve dokuma sanayiinden kaynaklanıyor ve bu iki sektör aynı yıllarda toplam işçi sayısının yüzde 71 ve yüzde 75,8’ini istihdam ediyordu.

Alt sektörlere inildiğinde bu ilkellik daha da göz alıcı olarak ortaya çıkmaktadır; Değirmencilik, tütün işleme, debagat, yünlü dokuma ve iplik ve ham ipek üretimi, toplam sınaî üretim değerinin 1913’te yüzde 80,3’ü, 1915’te ise yüzde 83,1’ini oluşturuyordu. İstihdam edilen işçi sayısı bakımından da bu beş üretim kolunun payı aynı yıllarda yüzde 66,5 ve yüzde 61,2’ idi.

Kısacası, buğday öğütmek, tütün ve deri işlemekten ve geleneksel ipekçilikten oluşan üretim faaliyetlerinin bütünü ile gerçek anlamda bir sanayi olmadığı, Osmanlı ekonomisini büyük ölçüde sanayisiz bir ekonomi sayılabileceği ve toplumun sınai ürün tüketiminin esas olarak ithalat yoluyla karşıladığı tespiti abartılı sayılmamalıdır.

18. Yüzyılda İngiltere’den kalkan Sanayi Devrimi trenine binemeyen Osmanlı, yatırımcılığı ve sanayiciliği öğrenemeden tarih arşivindeki tozlu raflara kalkmıştır.



Osmanlı İmparatorluğu, tipik bir yarı-koloni örneğidir. Bir zamanlar, üç kıtaya yayılmış haşmetli bir imparatorluk, endüstri devriminin ekonomik ve sosyal koşullarına ayak uyduramadığı için, bugün geri kalmışlığın bütün illetleri ile malûl olarak emperyalist devletlerin elinde tam bir parçalanma ve kokuşma halinde can çekişmektedir”.

Prof. Dr. Werner Sombart, 1922



Fransız tarihçi A.Du Velay Türkiye Maliye Tarihi (1903) isimli kitabında not ediyor: “Türkiye’nin mali tarihi, siyasi tarihin gerçek bir mukaddemesidir. İlki bilinmezse ikincisinde yanılgıya düşme tehlikesi vardır ve çoğu kez birbiriyle örtüşerek biri, diğerini tamamlar”.



V e ….1 9 2 3

Neredeyse tüm varlığını insanıyla hayvanı ile yitiren Anadolu toprağı… O günkü Anadolu yaklaşık 500 bin kilometre kare bir vatan, 115 bin okur – yazarıyla ¾ ünü aşkın kadın, çocuk, yaşlı ve sakatlardan oluşan 13.5 milyon nüfuslu kendi köyünden öteyi vatan bilmeyen yoksul köylüler ülkesi…

Sadece 400 ilk okul, 60 orta okul, 21  lise…

Elektrik, su, yol, ilaç, doktor, maden, fabrika, para, banka, ticaret, düşman, ayrılıkçı – bölücü işbirlikçi komisyoncu yoktur.

Yeni Denklem…

Gazi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Ankara’da yeni bir özdeşlik / denklem kurmuşlardır;

(Misak-ı Millî + Teşkilat-ı Esasiye) = Bağımsızlık ve Ulusun Egemenliği = (Kapitülasyonlara Son + Halk İdaresi)

Ayrıca, sınıflar meselesini çelişkilerle değil, geri kalmışlığı elbirliği ile aşma davası olarak ortaya koymaktadırlar. Cumhuriyet, geri kalmışlığın kalın kabuğunu kırma davasıdır bir bakıma…



İzmir Kadınlar Kongresi / 2 Şubat 1923 - Kadınlar olmadan, kalkınma olmaz…” Dünyada gördüğünüz bütün eserler kadınlara aittir.



“Milletimiz mazisinden değil, artık istikbalinden mesuldür”

Türkiye İktisat Kongresi (17 Şubat – 4 Mart 1923), İzmir

Kongre kararları ya da kabul edilen esasları altı gruba ayırmak mümkündür; Misak-ı İktisadî Esasları, Tüccarlar, Çiftçiler, Sanayiciler, İşçiler gruplarının kabul ettikleri esaslar ile birlikte Yabancı Sermaye Hakkında Hükûmete sunulan esaslar.

Kararlaştırılan madde sayı ve yüzdelerinden hareketle, dönemin hâkim iktisadi aktörlerinin öncelikle tüccarlar ve sonrada çiftçiler olduğunu saptayabiliriz. Gerice tarımsal yapıların olduğu kırsallıkta, yoksul çiftçiler ve kârlarından taviz vermeden fiyatları insafsızca belirleyen tüccar sınıfının olduğu bir Türkiye resmi yeterince nettir.

Bu 302 kararın önemli bir bölümü kurulacak 1923 Cumhuriyetini kuracak olan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın programının önemli bir kısmını oluşturmuştur. Bundan yaklaşık olarak 34 gün sonra TBMM Reisi Gazi Paşa, 8 Nisan 1923 günü yine bu kararlara dayalı Dokuz Umde Bildirisi’ni yayınlamıştır.

Sonuç olarak;

  • İktisat Kongresi’nin önümüze koyduğu daha önemli şey şudur: 1923 Türkiyesinin ekonomisi nasıldır? Kongre, Türkiye’nin önündeki sorunların tümünü resmetmiştir; her alanda, ama her alanda…
  • Özellikle batısı, yıkılmış ve yakılmış bir ülke vardır. Karayolu neredeyse yoktur, demiryolları yabancı kumpanyalardadır, deniz ticareti yabancıların elindedir, tütün (Reji) yabancı tekeldir, köylerde temel sorun “asayiş” tir, bunun için köylerin birleştirilmesi önerilmektedir. Toprak yoktur, tarım aletleri yoktur, makine yoktur, telgraf, telefon, posta yoktur, ölçü ve tartılarda birlik yoktur, sigorta yoktur, yasa yoktur vs…
  • Bilgi yoktur. “Eğitimsizlik”, en büyük sorundur. Her “sınıf” kendi alanında eğitim kurumları kurulmasını ister ve bu diğer sınıflarca oybirliği ile kabul edilir, yetmez köylere okul, bu okula ziraat bahçesi, orada öğrencilere şu kadarı sebze, şu kadarı meyve olmak üzere fiili tarım öğretilmesi ve yüksek öğrenim gören herkesin bir yıl zorunlu olarak köylerde öğretmenlik yapması istenir. Bunu takiben bir yaşındaki Cumhuriyet 1924’te Köy Kanunu çıkaracaktır…
  • “Gümrük istiklali”, tüm sınıfların oybirliği ile istediği şeydir. Kabotaj hakkı da, yabancı tekellerin kaldırılması da… 
  • Her sınıf, vergide, resimde indirim, belirli süre vergi ödememe ayrıcalığı ve devlet desteği ister, diğer sınıflar destekler vs…  Her sınıf “kredi” desteği ve bir ihtisas bankası ister…
  • Hiçbir sınıf yabancı sermayeye karşı değildir ama, bütün sınıflar yabancı sermayenin tekel olarak gelmemesini, ülke yasalarına uymasını ve ülkeyi sömürmemesini ister.
  • Türkiye İktisat Kongresi’ni “şucu, bucu” diye yaftalamak yerine, “1923 iktisadının fotoğrafı” ve daha ilan edilmemiş bir cumhuriyeti bekleyen iktisadi sorunların neler olduğunu anlamak açısından değerlendirmek daha doğrudur. 
  • Unutulmamalıdır ki İktisat Kongresi’nden az önce (6 Aralık) Mustafa Kemalhalkçılık ilkesine dayanan bir parti kuracağını” açıklamış ve partinin programının oluşturulması için “herkes” ten yardım istemiştir. İzmir’de ortaya konulan budur, Kongre’nin yapılış amacı da budur.
  • Türkiye İktisat Kongresi, Türkiye’nin üretici ve yaratıcı güçlerinin tümü ile bir anlamda 20. Yüzyıla seslenişidir. 

Yazıyı bana ait bir epigrafi ile bitirmek isterim:

Tarihi, kimin kalemi ile yazıyorsunuz?Ya da kimin gözlüğü ile okuyorsunuz? İşte kritik soru dün de, bugün de budur!...