Devrimci bir hazırlığa destek, oy istiyoruz. Düzenin alternatifi daha iyi bir kapitalizmde arandığında zombiler işbaşında kalıyor demektir. 

Büyük bunalım ve seçim

İki gün önce Mehmet Ali Güller Cumhuriyet’te yazdı; Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı 27 Nisan’da bir konuşma yapıyor… Bu konuşmada bir kez daha yetkili bir ağız kapitalizmin neoliberal döneminin büyük bir başarısızlığa uğradığını saptamış. Bu az buz değil, büyük bir bunalımdır.

Üç aşağı beş yukarı aynı değerlendirmenin 2008’den beri tekrarlandığını eklemeliyim. 2008, ABD ekonomisinde sarsıcı bir kriz yılıydı. Üstünden on beş yıl geçmiş. On beş yıldır neoliberalizm bir yaşayan ölüdür. Bu kadar zamandır dünya sisteminin önde gelen sorumluları işleyişin düzeltilmesinin gerektiğini dile getiriyorlar. Kimileri Marx’ın öngörülerini hatırlattı, zenginler “bizi vergilendirin” talebinde bulundu, başkaları yeşil ve insani bir kapitalizmin imkânlarını programlaştırmayı denedi. 

2008 krizinin işlerin neoliberal ezberden farklı biçimde yürütülmesi yönündeki ilk uyarı olduğunu kabul edersek, herhalde ikincisi kovit pandemisiyle patlak verdi, diyebiliriz. Bir yandan sermayenin arsızlığı doğanın dengelerini yerinden oynatıp virüs kontrolsüzlüğüne yol açmış, diğer yandan da kapitalist iktidarlar kamusal önlemlerin kârlardan eksilteceğini bilerek insanlığı savunmasız bırakmışlardı. Böyle devam edemez dedi reformcular. Başka bir kapitalizm mümkün olmalıydı… Üç yıl daha geçti, tık yok!

Tersine Fransa’nın gecikmiş neoliberalizmi emeklilik hakkını birkaç yıl daha ötelemek için neredeyse ölüm kalım savaşına girdi. Davos’ta ve Beyaz Saray’da, veya Amerikalıların Kongresinde veya İngilizlerin Kamaralarında yukarıda atıfta bulunduğumuza benzer tezler dile getirilmeye devam etmesine karşın bir şey değişmiyor. Üstelik neden böyle olduğunun bilinci dur durak bilmeksizin yayılıyor.

Komün’ün mirasçılarını geçelim, onların bilinci ve eylemi normaldir. Peki, kim Türkiye toplumunu ağır bedellerin kaynağı konusunda cahillik ile suçlayabilir? Tren kazasından sele, depremden iş cinayetine, pandemiden ölümcül başka hastalıklara kadar, kadere fıtrata inanan kalmıyor memlekette. Tüm bunların birileri cebini doldursun diye kurulmuş bir alçaklık düzeninden kaynaklandığının haber değeri kaldı mı?

Ne acayip değil mi? Yönetilenler ölümün nedeninin bu düzende yattığını biliyor. Düzenin yüksek yöneticileri ve hatta doğrudan kaymağını temsil eden trilyonerler de faturanın farklı düzenlenmesi gerektiğini dile getiriyor. Bunları dikkate alan birtakım siyasal projeciler vergiler, destekler, ekoloji, yenilenebilir enerji kaynakları, kırılgan toplum kesimleri diye kalem oynatıyor, propaganda yapıyor… Ama düzen değişmiyor!

Hatta sonunculardan başlarsak, projecilerimiz çoğunlukla derin bir hayal kırıklığına gömülüyorlar. Latin Amerika’da sol dalganın nerede inip nerede çıktığını bir çırpıda hatırlamak çok zor oldu artık. Akdeniz kuşağındaki sol popülizmin ömrü kısa sürdü. Amerikan Demokratlarının, İngiliz İşçi Partisi’nin solculaşmasının fos çıkması için de fazla beklemek gerekmedi. Ancak sıkıntı hallolmadığı, tersine ağırlaştığı için arayış da bitmiyor. Örneğin Brezilya’da İşçi Partisi’nin ikinci baharındayız…

Zenginlerin derdi, yönetilenlerin böyle yönetilmeyi reddetmesi ihtimali. Bu öyle bir şiddette yaşanabilmiş ki geçmişte, yönetenler de yönetemez olmuşlar! Devrim kendini hissettirmeye başlamış o zaman. Trilyonerler bu yolu kapatmak için bir şeyler yapılsın istiyorlar…

Ama dönüp kitlelere baktıklarında ve üstelik popülist reform projelerinin bile pek dikiş tutturamadığını gözlemlediklerinde bir şey yapılmadan da zaman geçer diyorlar galiba. Buradaki zamanın ölçüsü nedir acaba? On yıl mı geçer böyle daha, yoksa on ay mı? Yarına çıkarız da, ya ertesi hafta? Bu soruların yanıtı yok zenginlerde ve yöneticilerde. Zira yanıtı onlar değil ezilenler, yoksullar, emekçiler, siyasal planda da sol verecek. Acıların kaynağını bilmekle ilgili bir zayıflık göstermeyen bu kesimler ne yapacak? Düzeni ne kadar, ne yönde zorlayacağız? Mücadelenin bir ara sonucu olarak nasıl bir yapı şekillenecek? 19. ve 20. Yüzyılların yanıtı belliydi. Ya şimdi?

*    *    *

Türkiye’ye dönelim. Birkaç yıl öncesinin abartılan bir klişesi vardı. Buna göre yoksullar sağcı olmuş, AKP’yi destekliyor, laik zenginlerse muhalefet ediyor, değişim istiyordu. Sonra gerçekten de sorun bilgisizlik olmaktan çıkmaya başladı. Hayat emekçilere, sağcı ve dinci siyasetin yoksulluğun örtüsü veya uyuşturucusu olduğunu öğretti. Topraklarımızın bu acımasız öğretmeninin dersini, pandemide servislere doldurulup fabrikalara kapatılan işçiler anlamamış olabilir mi? Demiryoluna yakınlarını gömenler, ölümcül ihmalin kârlılıkla bağını görmekte zorlanırlar mı? Ya depremde iş makinesini kiralamak zorunda kalanlar, devletin çadır satmaya kalktığı insanlarımız? 

Birinci değişim, bilmeyenlerin öğrenmesi idiyse, ikincisi de dinci, sağcı, gerici, insanlıktan çıkmış haliyle neoliberalizmin terk edilmesi oluyor. Türkiye’de AKP blokunun seçimlere yansıyan gerileyişini, iktidarın metal yorgunluğu, insani değişim arzusu, şu hata, bu yanlış türünden yüzeysel faktörlerle açıklamak yerine dönüp buraya bakmayı öneririm. Amerikan Güvenlik Danışmanı haklıdır. Bir dönem başarısızlıkla kapanmaktadır. Bu 14 Mayıs’a denk düşüyor. Ve Erdoğan’ın başkanlık seçimini kaybetmesine…

Bütün dünya aynı takvimi yaşamıyor. Başka ülkelerde çoktan eskiyen reform projeleri bizde daha boy atmadı bile. 15 Mayıs’ın gündeminde bu olacaktır. Ancak bugünden tartışmaya başlamazsak zamanı geldiğinde ayazda kalırız. Kılıçdaroğlu’nun temiz dediği paranın asıl adı IMF programıydı. Bu 1970’lerden bu yana halklar tarafından lanetlenmiş bir isimdir. Reform niyetine; yerseniz!

Projelerin diğer parçaları, serveti vergilendirme ve sosyal destekler yoluyla düzenin çarklarının yeniden döndürülmesini amaçlayacak. Bunun hatırladığımız sosyal devletle ve kamucu politikalarla ilişkisi pek zayıf. Rantiyenin apartmanlarına vergiyi arttırırsanız, o da emlak fiyatlarını yükseltir. Halka destek mi? Eğer temel ihtiyaçların parayla satılmasına son vermeyecekseniz, patronların tüketiciden doğrudan tahsil etmediğini devlet kasasından denkleştireceksiniz, demektir. Devletin kasasının halkın cebi demek olduğunu da öğrenmiş bulunuyoruz. 

15 Mayıs’tan itibaren çarkların pasının bir ölçüde çözülmesi imkânsız değildir. Emekçileri boğan pas kokusunun dinmesini hafife alıyor değilim. Ancak bu seçenek neoliberalizmin yerini doldurmaktan çok uzaktır. Bir yaşayan ölü, bir zombi olarak neoliberalizmi gömmek gerekiyor. Onun yerini köklü bir değişimle sistematik bir alternatifin alması için gözler sola, işçi ve emekçilere çevrilecek. İster istemez böyle olacak. 14 Mayıs baharı biraz sürecek. Ya sonra?

Sonra nelerin olabileceğini şimdiden tartışmak zorundaydık. Başladık tartışmaya; seçim çalışması budur: Devrimci bir hazırlığa destek, oy istiyoruz. Düzenin alternatifi daha iyi bir kapitalizmde arandığında zombiler işbaşında kalıyor demektir. 

Herkes diyor ve herkes kabul ediyor ki, bu seçim çok önemli. Evet, bu seçim krizin bir sonraki ama çok yakın evresinde gerçek kurtuluşun kitleleri sarması, güncellik kazanması, inandırıcı olması açısından son derece önemlidir.