Liberal demokrasiyi savunanların geçmişte olduğu gibi bugün de sınıfsal çelişkileri ortadan kaldıracağına dair bir iddiası bulunmuyor, fakat bunlar gelir dağılımında yaşanan aşırı farklılaşmanın risklerinden ürküyorlar, bu nedenle sınıf analizine dayanmayan, palyatif çözüm önerileri ile krizi aşacaklarını zannediyorlar.

Bütün kötülüklerin anası popülizm! Alıcı bulursan

Tarihin Sonu başlıklı son derece popüler fakat bir o kadar da sığ bir argümana sahip kitabın yazarı Francis Fukuyama’nın da içinde bulunduğu, Anna Grzymala-Busse, Didi Kuo ve Michael McFaul’un Stanford Üniversitesi’nde yürüttükleri “Küresel Popülizmler ve Meydan Okumaları” başlığıyla yayınlanan Küresel Popülizmler Projesi raporu (Bağlantıdan ulaşabilirsiniz) geçtiğimiz Mart ayında yayınlandı.

Bu raporla ilgilenmemin nedeni araştırmanın ortaya koyduğu “müthiş” bilimsel gerçekler değil, çünkü araştırma yeni bir durum tespitinde bulunmuyor.  Öte yandan söz konusu rapor, alıcısı bol olan Webergil modernleşme teorisinin yeniden ısıtılıp piyasaya sürüldüğünü göstermesi bakımından önemli. 

1950’li yıllarda önerilenlerden bir arpa boyu dahi ileri gidilmediğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. 1950’lerde Webergil ve onun uzantısı Talcott Parsons’un Amerika’ya aktardığı görüşlerden yola çıkılarak oluşturulan modernleşme kuramından esinlenen Fukuyama 1992’de Tarihin Sonu – insanlığın gelip görebileceği son noktanın batı tipi liberal demokrasi modeli olduğunu, başka arayışlar içinde olunmaması gerektiği – tezi bu raporda da biçim değiştirse de yineleniyor. Bu kez, bu yönetişim modeline - demokrasi - yönelik yeni tehditlerin oluştuğuna dikkat çekiliyor. 1950’lerde, 1990’larda olduğu gibi bugün de liberal modernleşme kuramında bir sorun var mı sorusunu sormak yerine, ona karşı ne tür tehditler oluştuğunu tespit etmeye çalışıyorlar, fakat asla ellerindeki yönetim aracının ciddi açmazlarının bulunup bulunmadığını sorgulamıyorlar.

Söz konusu rapor, esas meseleyi - liberal demokrasi ve otoriteryan yönetimlerin kapitalizmin ayrılmaz parçaları olduğu gerçeğini - ustaca kamufle ediyor.

Raporda sorun basitçe popülizmin demokrasiyi tehdit ettiği noktasına indirgeniyor. Sorun kapitalizmde değil, popülizmde demek isteniyor. Böylece esas sorunun sistem olduğu gerçeğini kamufle etmeye çalışıyor. Ne çare ki, kapitalist sistem o kadar aymaz hale geldi ki neresinden tutsan elinizde kalıyor. Rapor, öte yandan, bunları yansıttığı için çok önemli tespitlerde bulunuyor. 

Raporda sözü edilen ABD, Filipinler, Macaristan ve Türkiye yönetimleri popülizmin örneklemleri olarak ele alınıyor, fakat bunların hepsinin kapitalizmler olduğu gerçeğinden hiç söz edilmiyor.

Bu raporun asıl amacının tam da bu olduğu kanısındayım: Suç kapitalist sistemde değil, onun otoriteryan uygulayıcılarında denmek isteniyor. 

Raporun yazarlarını endişeye sevk eden neden ise otoriteryan yönetimlerin az gelişmiş kapitalist toplumlarla sınırlı olmadığı, gelişmiş kapitalist toplumların yönetimlerinin de otoriteryanizme demir attıklarının farkına varmış olmaları. 

Kurumları yapısızlaştıran, hukuku istediği biçimde yorumlayan, siyaseti kendi istediği biçime sokmak için dilediği değişikliği kanun hükmünde kararnamelerle hiç bir denetlemeye - denetleme kurumlarını yok ettiği veya kendi istediği biçimde yeniden inşa ettiği için - maruz kalmaksızın yönetebilme becerisinin yalnızca Macaristan’ın Orban yönetimine özgü olmadığını, ABD’de de denge-denetleme mekanizmasının sallanmaya başladığını gördükleri için liberal modernleşme kuramcılarının hepsi büyük bir karamsarlık içine düştüler. Yine de son kaleleri kapitalist sisteme laf etmiyorlar, başkalarının eleştirmelerine de tahammülleri yok. 

Endişem o dur ki, liberal sosyal bilimcilerde çok yaygın olan bu eğilim - bütün kötülüklerin anasının popülizm olduğu tezi - Türkiye’de de yaygın olarak işlenmeye devam edebilir. Hatta bu tür raporlar bu tezi savunmak için destek sunulabilir. 

Söz konusu araştırmanın iddiası ve çıkarsaması bir çok aydının gönlünü kolayca çelebilecek kolaycı, sathi bir analize dayanıyor. 

Suçlu popülizmdir!
 
Rapora göre, bütün sorunun temelinde demokrasi yokluğu-eksikliği bulunmakta ve daha kötüsü küresel popülizmler demokrasiyi tehdit eder noktaya ulaşmıştır. Raporun başlığı da bunu yansıtıyor: “Küresel popülizmler ve meydan okumaları.” 

Raporun içeriği başlığından çok daha iddialı. “Popülizm demokrasiyi birkaç açıdan tehdit ediyor ve siyasi çözümü gerektirir” notuyla başlıyor rapor.
 
Rapora göre, bu durumun müsebbibi “ana akım siyasi partilerin demokrasiyi savunmasız bırakmış olmaları ve böylece popülizmin etkinliğinin arttığını” belirtiyor.

Merkez sol ve sağ partilerin zayıflıklarının uç sağ ve sol partilerin yükselişine yol açtığını ileri sürmekteler.  Kapitalizmin içinde bulunduğu durumdan söz dahi etmiyorlar. Ne de olsa amaç, kapitalist sisteme halel getirmemek. Maalesef akademide projeci takımının büyük çoğunluğu yeni proje alabilmek için kapitalist sistemi sorgulamak yerine, yani esasa ilişkin olmayan arızı şeyler üzerine odaklanmayı marifet sayıyorlar. Bu raporda da benzer bir durum olduğu açık. 

“Sorun popülizmde”, asla kapitalist sistemde değil! 

Günümüz koşullarında bu yaklaşımı savunabilmek de bir marifet olsa gerek!

Raporda sunulan çözüm önerileri arasında sistem değişikliği yok, bundan söz etmek demokrasi düşmanlığı gibi bir şey olsa gerek. Sınıf analizi asla ele alınan bir yöntem değil. 

Öte yandan içi boşaltılmış bir ifade özgürlüğünden, çoğunlukçu değil, çoğulcu olmaktan, azınlık görüşlere yer verilmesi gerektiği, merkez sağ ve sol siyasi partilerin koalisyonlar kurarak uç siyasi partilerin önünü kesebileceği böylece popülizmin zayıflayacağı savunulmakta ve önerilmektedir.

Liberal demokrasiye bel bağlayanların bugün işleri daha zor gözüküyor.  Bu yaklaşımın savunucuları 1950’li yıllarda ABD’yi örnek alınması gereken model olarak sunarlardı, o yıllarda alıcısı vardı, yoksa da merkez sağ ve sol partiler üzerinden ve organik elitler aracılığı ile üretirlerdi, bugün bunu ileri sürecek insan sayısı oldukça azaldı.

1990’lı yıllarda tarihin sonu, liberal demokrasiden başka çıkış yolu olmadığını söylediler, bugün gelişmiş kapitalist ülkelerde dahi liberal demokrasi çalışmıyor. Liberal demokrasinin öngördüğü kurumlar yapısızlaştırıldı, ileriye yönelik öngördüğü hiçbir şey gerçekleşmedi, tersine otoriteryanlık kol geziyor.

Liberal demokrasiyi savunanların geçmişte olduğu gibi bugün de sınıfsal çelişkileri ortadan kaldıracağına dair bir iddiası bulunmuyor, fakat bunlar gelir dağılımında yaşanan aşırı farklılaşmanın risklerinden ürküyorlar, bu nedenle sınıf analizine dayanmayan, palyatif çözüm önerileri ile krizi aşacaklarını zannediyorlar. Bu duruş bu rapora da damgasını vurmuş.

Kısacası, bu raporda önerilenler, sorunları esastan çözmeye yönelik değildir, sorunları ana akım merkez sağ ve sol partiler üzerinden dönüştürerek krizi öteleme istemidir.