Bu bağlamda Türkiye’nin Avrupa, Akdeniz, Ortadoğu ya da Avrasya’nın bir parçası sayılmasına ne itirazımız olabilir ki! Ama Kuzey Atlantik…
İnsanın aynaya bakmaktan, eğer gerçek dışı büyüklük hezeyanlarına sahip değilse, çok kısa sürede sıkılması beklenir. Çünkü bu hezeyanlar olmadığında aynada yalnızca fiziki varlığın kolayca tespit edilebilir sınırları görülecektir ve bu gerçekliğin üzerine yapılacak yorumun da bir sınırı vardır.
Oysa haritaya bakmak, aynaya bakmaktan farklı olarak, zamanın nasıl akıp geçtiğini çabucak unutturan bir eylem. Çünkü haritalar yalnızca gerçekliğin farklı boyutlarını değil aynı zamanda iddiaları, özlemleri, hedefleri, hezeyanları da içlerinde barındırıyor.
Panama’nın, Mısır’ın, Nepal’in nerede olduklarını göstermek ilk bakışta son derece kolay, siyasi harita açılıp bu isimlerin yazılı bulundukları yerler bir çırpıda parmakla gösterilebilir. Fakat başka pek çok bölge de vardır ki bunların nereler olduklarına tek bir haritaya değil askeri, endüstriyel, kültürel, demografik öğeler taşıyan bir dolu farklı haritaya bakarak ancak yanıt verilebilir. Buna rağmen de hiçbir yanıt objektif olmaz. Çünkü her yanıt, yukarıda ifade edildiği gibi başka iddiaları, özlemleri, hedefleri, hezeyanları beraberinde getirmiş olur.
Ülkelerin dünya haritasında nerede olduklarına nasıl karar veriliyor, hiç düşündünüz mü? Yani aynı boylam üzerindeki Fas ‘Doğu’ ama İspanya nasıl ‘Batı’ ülkesi sayılıyor? Avrupa’nın doğu sınırı Gürcistan’dan mı Türkiye’den mi yoksa Bulgaristan’dan mı çiziliyor? Hangi ülkeler Avrasya hangi ülkeler Trans-Atlantik etki alanına giriyor?
Kuşkusuz bütün bu sorulara haritadan bakarak değil karar verilerek yanıt üretiliyor. Ülkelerin sosyal ve kültürel yaşantılarına, ekonomik yönelimlerine, politik süreçlerine de işte bu kararlar yön veriyor. Kapitalist dünyada karar sahipleri ise elbette işçiler, emekçiler değil; servet sahipleri, para babaları oluyor.
Halkının büyük çoğunluğunun açlığa, yoksulluğa mahkum edildiği, doğal kaynaklarının emperyalistler tarafından yağmalandığı, savaşlardan krizlerden başını kaldıramamış Ortadoğu coğrafyasını ele alalım. Bu ‘Middle East’ önüne ‘Greater’ sıfatı alır, Amerikan emperyalizmi tarafından bir güzel projelendirilirse, hele işin içine bolca Amerikan Doları, petrol ve inşaat rantı da girerse Büyük Ortadoğu Projesi’nin koştur koştur parçası olunup İsrail’le beraber ABD’nin bölgesel jandarmalığına soyunuluyor. Yani kapitalistlerin çıkarları bir bakıyorsun Türkiye’yi Ortadoğu ülkesi yapıveriyor.
Başka örnekler de var… Mesela bilim ve aydınlanma düşmanlığının da bir sonucu olarak yükseltilen Avrupa düşmanlığı söz konusu sermaye çıkarları olduğunda nasıl da bir köşeye fırlatılıp atılıyor. Sermaye sınıfımızın Avrupalı ortaklarıyla kaynaşması, beraber olması, ilişkilerini derinleştirmesi gerekiyorsa herkes Avrupalı, Avrupa Birlikçi oluveriyor. Fakat Türkiye işçi sınıfı Avrupalı sınıf kardeşleriyle dayanışma mı gösterecek, hemen Avrupa kafir, Türkiye İslam ilan ediliyor.
Avrupalılığımız AB’cilikle de kalmıyor. Bir taraftan “Avrupa kültürel benliğinin oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunmayı” amaçlayan Avrupa Konseyi’nin, diğer taraftan Demirel’in emrivakisiyle İslam Konferansı Örgütü’nün kurucu üyeleri arasında kabul ediliyoruz. Üstelik Türkiye’nin “İslam ülkesi” olarak bu örgüte katılımı aslında anayasaya aykırıyken ve bu sebeple mecliste bir kez dahi oylanmamış olmasına rağmen…
İslam ülkesi tanımlaması böylece üstü örtülü bir şekilde kabul edilmiş ve Türkiye hem Avrupa içinde hem İslam coğrafyasında kalabilmiş oluyor.
Türkiye’nin nerede olduğuna açık bir biçimde bu düzenin sahipleri karar veriyor. Türkiye’nin içinde kabul edildiği birçok bölgeyi en azından anlamak bir nebze mümkün olabiliyor. Patron sınıfı her masada kalmayı her masada kendi çıkarlarını koruyabilmek için önemli görüyor elbette. Ama daha fazla masada olmanın işçi sınıfı iktidarına da kimi avantajlar sağlayacağı ortada. Sonuçta mesele o masalarda kimlerin çıkarları için bulunulduğu, hangi ilkelerin savunulduğudur.
Bu bağlamda Türkiye’nin Avrupa, Akdeniz, Ortadoğu ya da Avrasya’nın bir parçası sayılmasına ne itirazımız olabilir ki! Ama Kuzey Atlantik…
Şimdi haritayı sahiden önümüze açalım ve bir yandan haritayı incelerken bir yandan bizi NATO’ya bağlayan anlaşmanın giriş paragrafını gözden geçirelim:
“Bu Antlaşma'nın Tarafları, Birleşmiş Milletler Yasası'nın … teyid ederler.
Demokrasi, bireysel özgürlük … korumakta kararlıdırlar.
Kuzey Atlantik bölgesinde istikrar ve refahın geliştirilmesini amaçlarlar.
Toplu savunma … kararlıdırlar.
Bundan dolayı bu Kuzey Atlantik Antlaşması'nı kabul etmişlerdir…”
Türkiye “Kuzey Atlantik bölgesinde istikrar ve refahın geliştirilmesi” bahanesiyle esasta Sovyetler Birliği’ni kuşatıp boğazlamayı amaçlayan bir baskı ve terör aygıtının üyesi haline getirildi. Anti-komünist rolü ya da Sovyetler Birliği’ne dönük saldırganca planları bir kenara, Kuzey Atlantik bölgesinin çıkarları uğruna Anadolu’nun 23 sentlik askeri göreve koşuldu. Kuzey Atlantik bölgesinde istikrar ve refahın geliştirilmesi amacıyla…
Kuzey Atlantik şimdi her yerde vuruyor savaş davullarına ve özellikle iki coğrafyada doymuyor kana.
NATO’nun Sofya’daki son toplantısında açıktan telaffuz ediliyor, Ukrayna savaşı kaybetti ama savaşın uzaması gerekiyor Amerikan seçimleri için bu son derece kritik, deniyor.
Diğer tarafta İsrail yetkilileri duyuruyor, saldırılarımız en az 7 ay daha sürecek, deniyor.
7 ay sonrası ise tabii ki Amerikan seçimlerine denk düşüyor!
Anlayacağınız Kuzey Atlantik’te huzur ve refah daha fazla kana, gözyaşına, savaşa, yoksulluğa ihtiyaç duyuyor. Adeta bunlardan besleniyor Kuzey Atlantik.
Ve bütün bunlar bizi yeniden ve yeniden NATO’dan çıkmanın gerekliliğine götürüyor.
Bir gün Türkiye’nin uluslararası pozisyonuna, hangi haritalarda kendine yer bulacağına Türkiye işçi sınıfı karar verecek. Ama o gün gelene kadar, emperyalist alçaklığın, savaş çığırtkanlığının, kapitalist barbarlığın zirve yaptığı şu günlerde, ülkemiz bir savaşa NATO eliyle sürüklenmesin diye, tek bir gencimizi başkalarının çıkarlarına kurban vermeyelim diye, gereğini yerine getirmemiz gereken bir gerçek var:
Burası Kuzey Atlantik değil!