'Soru açık: Emekçi halkın içini doldurduğu bu koca toplumsal makine gazla çalışmaya devam eder mi? AKP’nin görmeyeceği, göremeyeceği yanıt da açık: İmkânsız.'

Bu makine gazla çalışır mı?

Televizyonda kamusal reklamlar var salgınla ilgili. Zorunlu olmadıkça yurtdışına çıkmamalı, işimizi ertelemeliymişiz! Şimdi İstanbul’a bağlanan köy yolları bile kapalı oysa. Ama konu tavsiyenin eskimiş olması değil, muhatabının kimler olduğu: Yurtdışında işin olacak, mümkünse erteleyebileceksin. Rastlantı eseri o ara memlekete dönmüş, Avrupa’da çalışan bir fabrika işçisinden bile söz ediliyor olamaz… Devlet topluma sesleniyor. Toplumun belirli bir kesimi yetiyor. Diğerlerine kalan “gaz” oluyor.

Bakanın toplantı metinleri kuşkusuz reklamcı ile ideolog arası bir mesleğin mensuplarınca kaleme alınıyor. Bu metinlerde yaşlılara teşekkür ediliyor, gençlere tavsiyede bulunuluyor, sağlıkçıların sırtı sıvazlanıyor, memleketin yüksek başarıları övülüyor. Sıra sayılara gelince, önceleri onar onar, şimdilerde yüzer yüzer devam ediyoruz. Rakamlardan öncesi gaz… Gaz ölüleri rakama dönüştürmeye yeter mi? Gaz ölüleri görünmez kılar mı?

AKP salgına karşı mücadelesinde en büyük yatırımını sözünü ettiğim bu reklamcı/ideolog takımına yaptı. Tele hükümet toplantısını hatırlıyor musunuz? Bordan dezenfektan keşfi için yapılmıştı çekimler, belli ki. Amma da iş bitirici liderimiz vardı! Ekranları başında “helal olsun” denmesi bekleniyordu…

“Biz bize yeteriz” dendi. Kampanya birkaç gün ateşlendi, polemik konusu oldu, sonra söndü. Artık kimse sormuyor kaç para toplandığını. Toplanan paranın köprüden geçmeyen arabaların ödemediği haraca yetmediği koşullarda ne önemi olabilir ki miktarın? Maksat gaz olsun. Kampanya tamamdır. Uzatmaya gelmez, bağışların vergiden düşülmesine falan gelir laf mecburen. Olmaz…

Bu makine gazla çalışıyor, hükümete göre. O yüzden sokağa çıkmanın yasaklanmasına “sokağa çıkma yasağı” demekten kaçılması gerekiyordu. Yasak getirilecek olan vatan hainleri olsa, dert değil. Ama alenen “millete” yasak konacağı için olmuyor. Millet demişsek, hani “halk plajlara akın etti, millet denize giremedi” deyişindeki milleti kastediyoruz. İşçi sınıfı ise sokağa çıkma özgürlüğünü kullanabilir. Eee birileri çalışacak ve burjuvaziyi ve kendini burjuvaziyle özdeşleştiren orta katmanları besleyecek. Hâl böyle olunca eve hapsedilenler bir sınıf, özgür kalanlar başka bir sınıf mı oluyor şimdi? Hakikaten çok sıkıntılı AKP için.

Sağlıkçıların gazla çalışan bir makine olması pek mümkün değildi, ama AKP öyle sanıyordu! “Alkış gazı veririz, malzeme yokluğunu fark etmezler.” Yine de bu deneme sağlıkçılarda değilse bile onlara üzülen toplum kesimlerinde etkili olmuş olabilir.

Gazın ömrü var, havaya karışıp dağılıyor. Yerine yenisini konuyor. Ama öncekinin de unutulması gerekiyor. Örneğin Türkiye’nin Libya’dan, Suriye’den nasıl da sorumlu olduğu konusundaki edebiyatı unutmasa halkımız, soracak ne olduğunu, ne bittiğini! Emperyal düşler halkın gazıdır. Ama Türkiye bir türlü emperyalist ülke sıkletine, dünya devi ligine çıkamadığı için bu gaz işlevini yerine getirdikten sonra dağılmalı, sonra yenisi sıkılmalıdır.

Bazı gazların ömrü daha da kısa, hemen unutulması gerekiyor. Belli ki saçmalamış onu sıkan. Dışişleri Bakanının ihtiyacımız olmasına rağmen şu kadar ülkeye tıbbi malzeme verdiğimizi ilan etmesi gibi örneğin. Ama “itibardan tasarruf etmemek” emperyal hevesin ayrılmaz parçası. Bu gaz türü hemen uçup gitmeli ki, çulsuz tebaadan birilerinin aklına “kirayı gazla mı ödeyeceğiz” sorusu gelmesin.

“İşsizlik yasaklandı” sloganı da malûm meslek erbabından çıkmaydı. Memlekette bunu yutmaya eğilimli sendikacılar olmasına rağmen bu da kısa sürdü. Meğer kısa çalışma ödeneğini bile vermemenin formülünü bulmuşlar.

Gerçekler ise mafya avukatının milletvekili olup mahkûm müvekkili için af tasarısı yazmasıdır. Gaz çocuk sahibi olduğu tecavüzcünün yolunu bekleyen mağdur kadın haberindedir. Devletin ajansına yerleşmiş reklamcı-ideoloğun işi böyle bir haber uydurmak ve yeni afların yolunu açmak oluyor.

Devletin yurtdışında yaşayan şu kadar vatandaşı memlekete getirmek için hiçbir özveriden kaçınmadığı, işin gazıdır. Bu televizyon başındaki “millete” etki edebilir. Peki uzak diyarlardaki Türk şantiyelerinde sıfır hijyen ve açlıkla terbiye edilmek istenen inşaat işçilerine?

Çin’in, Dünya Sağlık Örgütünün Türkiye’nin salgınla savaşını nasıl da takdir ettiği, Türkiye’nin o, bu ve şu konularda dünyanın en iyisi olduğu anlatılmaya devam edilecek. Bunun gazı, iki hafta öncesine kadar otogarlarda kalabalıklar halinde uğurlanan asker adaylarının evlerine etki edecek mi? Gerçek, askere almanın da terhisin de durdurulmuş olması.

Sağlık Bakanının “pik noktasına” ne kadar yakın olduğumuzu anlatmasına sevinmemiz gerekiyor ya, salgın zirve yaptığında günde kaç cenaze haberi alacağımızı merak etmememiz de gerekiyor! Bulaşma zincirlerini yüzde 90 küsur oranında, üstelik virgüllü sayılarla takip ediyormuşuz. Takip edilemeyen örnek o kadar çok ki, her birimiz “herhalde geri kalanların hepsi benim tanıdıklarım” diyeceğiz neredeyse! Filyasyon gazı hastalık rastlanan fabrikada sadece ilgili vardiyanın izne çıkartılmasına dayanır mı?

Bitirelim artık. AKP ince ince bir toplum mühendisliğini hayata geçiriyordu. Şimdi imaj mühendisliği bile yok ortada. Kesik kesik gaza basan bir manasızlık! Tam bir yönetim krizi! Artık eskisi gibi yönetemiyorlar.

Soru açık: Emekçi halkın içini doldurduğu bu koca toplumsal makine gazla çalışmaya devam eder mi? AKP’nin görmeyeceği, göremeyeceği yanıt da açık: İmkânsız. Türkiye gerçeğin, doğrunun, hak edilenin, insana yaraşanın arandığı yeni bir evrenin ön günündedir. Mesele emekçilerin de eskisi gibi yönetilmeye rıza göstermemesinde düğümlenecek.