Dünyanın ellerinin altında olduğu söylemi kendilerinden önceki kuşaklardan üstün olduklarını hissiyatını dayatıyor belli ki. Her şeyin anahtarına sahip olmak gibi.

Bu kibir kimin kibri?

Gençliği tanımlamak ve bazı kalıplara oturtabilmek amacıyla Z kuşağı çok kez tartışıldı, yazıldı, çizildi. Bu tartışma daha bitmez de. 

Bir yaş grubunun, toplumların, kuşakların kendiliğinden öne çıkan özellikleri olmuyor; içinde bulundukları tarihsel süreç, bilimsel gelişmelerin toplum için ulaşılabilirliği, sınıfsal konum ve sınıf mücadeleleri bu özellikleri belirliyor. Yine de Z kuşağının bazı özelliklerinin özellikle öne çıktığı belirtiliyor. Mesela bu kuşak; otoriteden hoşlanmaz, hızın içine doğduğundan hızlı yaşar ve ‘girişimci’, bireyselleşmiş bir doğaya sahiptir, kolay ulaşılabilir olanı sever gibi. 

Bireyselleşmiş doğaya sahiptir tezi insanın bencil olduğu tezi ile aynı kaynaktan beslenmektedir. Teori pratikten ayrılamayacağına göre içinden geçtiğimiz pandemi süreci bunun doğru olmadığını bir kez daha göstermiştir. Bireysel olma, yalnızca kendini düşünme, bizlere her an propaganda edilse de insan doğasının bundan ibaret olmadığı pandemi döneminde evden çalışmanın arttırdığı depresiflik ve çaresizlik hali önemli bir örnektir. Bireyselliğin başarıyı getirdiği tezi ise artan güvencesiz çalışma koşullarıyla, geleceksizlikle toplumun çoğunluğu açısından çürütülmüştür. Yani ya hep beraber, ya hiçbirimiz. 

***

Bir yazıda lise öğrencisinin kendi yaşıtları hakkındaki yorumlarını okurken bu kez anlatıdaki kibir ilgimi çekti. Dünyanın bir ucunda olanlardan dahi haberdar olma şansı, sosyal mecraların hızlı tepki verme olanağı sağladığı gibi şeylerden bahsediyordu.

Bu kuşağa yüklenen, benimsenen ya da benimsetilmeye çalışılan, kendinden öncekilere ve çevresine tepeden bakan, tepeden bakmasa bile nesnel zemini olmadan anlam yüklendiği izlenimi veriyor. 

Yüklenen anlamı taşıyabilir mi taşıyamaz mı, beklenen iddiayı ortaya koyabilir mi bunu ortaya çıkacak mücadeleler gösterir ama bu kuşak işte bizi kurtaracak havası yaratılıyor. Bazıları içinse bunların ilgisini hiç siyaset çekmiyor, uzun saatler bir şey bile izleyemiyorlar ne olacak bu gençlerin hali şeklinde yaklaşıyor. 

Kurtarıcı rolü biçilince ABD seçimlerine baktım ben de. 18-29 yaş arasının oy oranlarına göre %61’i Biden’a, %35’i de Trump’a oy vermiş. Elindeki teknolojinin sınırsız nimetlerinden faydalanma şansına sahip olan bu grup nedense ne Biden’ın Obama dönemindeki işlevini ne de Trump’ın deliliğini yeterince umursamamış. Yani aslında düzenin sınırlarının ötesinde bir hayali kurmamış. Demek ki bu kuşağın tahayyülleri henüz burjuvazinin çizdiği çerçevenin ötesine geçememiş/geçmemiş.

Dünyanın ellerinin altında olduğu söylemi kendilerinden önceki kuşaklardan üstün olduklarını hissiyatını dayatıyor belli ki. Her şeyin anahtarına sahip olmak gibi. Toplumların birikimli ilerlemesi gelen yeni neslin kendiliğinden daha ilerde olması için yeterli olmuyor.

Yine de teknolojinin içine doğmuş olan bu kuşağa yüklenen ya da alttan alta öğretilen bir kibir hakim sanki. Parantez olsun yapılan son araştırmalara göre Türkiye internet altyapısını en zayıf olduğu ülkelerden biri. Emekçilerin yoğunlukta olduğu kentlerde internet erişimi yok denecek kadar zayıf. Herkesin elinde kolaylıkla erişebildiği telefonu, tableti, bilgisayarı da bulunmuyor.

Bir de önemsizleştirilse de bu yaş grubu 2008 krizinin etkilerinin hissedildiği bir dönemde yetişti ve dünya o günden bu yana işçi sınıfı açısından hiç de daha iyi bir yer olmadı. 

İşte bu tabloda bu kuşak için en gerçek şey iyi bir üniversitenin, iyi bir bölümüne de gitse iş bulamamak olabilir mesela. Ama sorarsanız suçlusu yine kişinin kendisidir. Çünkü üniversite ya da lise dönemini CV’yi dolduracak şekilde geçirmemiştir. 

Bana kalırsa bu kibir aslında bir kuşağa ait olmaktan ziyade burjuvaziye ait bir davranış biçimi. Onların boca ettiği bir şey. Onlar kibirli çünkü ne yaparlarsa yapsınlar, üstümüzde tepinseler de hayat devam ediyor işte. Onun verdiği rahatlıkla, haklarını çalsak da bir şey yapmıyorlar düşüncesinin yerleşikliğinden kaynaklanıyor. Yani bir tarafıyla teslim olmuşluğun, tek tek korunmaya çalışırken iyice pençelerine hapsolmanın sonucudur.