İnsan kötü değildir. İnsan çare bulandır. Çare bellidir. Çare, insanlar için de bir parçası olduğu havyanlar alemi için de eşitlikçi, sömürüsüz bir düzendir.

Bu düzenin diğer adı mezarlıktır

Ben gençken pek modaydı Stephen King okumak. Bir de seri üretime bağladığı romanlarından uyarlanan filmleri izlemek. Hiçbir zaman çok ısınamadım. Başından sonuna kadar okuyup bitirdiğim tek romanı “Kujo”dur. Kitap insanların arasında yaşayan çok iri bir köpeğin bir yarasanın ısırması sonrasında etrafa dehşet saçmasını anlatır.

Zaten köpek korkusuyla büyümüş bir şehir çocuğuydum. “Kujo”yu okuduktan sonra bu korkumun beşe katlandığını tahmin etmek güç değil. King’in romanlarından uyarlanan filmlerden en çok aklımda kalan ise “Hayvan mezarlığı”. Onun konusuna da bakarsınız internetten ama şu kadarını söyleyeyim, insan dışındaki türleri sevmenize yardımcı olacak bir eser değil.

Türünüz haricindeki bazı  türlere yakınlık duymak çocukluktan alınacak bir eğitime bağlı olduğu kadar içten de gelmesi gereken bir duygu sanırım. Benim durumum öyle oldu. Hayvan sevmez bir evde büyüdüm. Sokak köpeklerinden hep korktum. Behiç Ak’ın unutulmaz tiplemesi “Muhlis Bey” gibi yaşadım yıllarca. Kedilerle ilk ilişkim, 4 yaşındayken anneannemin kedisine kim bilir ne halt ettiğim için Pamuk Hanım tarafından ısırılmak şeklinde gerçekleşti. Çocukluğumdan ilk anımsadığım şeylerden biri kuduz aşısı yaptırılmak üzere hastaneye götürülüşüm. Nereden baksanız talihsiz bir başlangıç!

Büyüdüğüm sokaklarda köpek de vardı kedi de. Uzak durmam öğretilmişti. Küçük yaştan itibaren dinlemeyi sevdiğim radyoda kuduz anonsları yapılırdı: “Şu ilin, bu ilçesinin, filan  köyünde ısırılan bilmem kimin en yakın sağlık kuruluşuna müracaat etmesi” şeklinde. Sonra Tarık Akan’ın başrolünde oynadığı “Kuduz” filmi...

O dönemlerde çevremdeki kimsenin evcil köpeği yoktu. Anneannem de o talihsiz deneyim yüzünden olsa gerek kedi beslemeyi bırakmıştı. Henüz genç bir kız olan halamın baba evinin dışında beslediği kedileri anımsıyorum. Mehlika vardı örneğin. Uzaktan uzağa severdim hepsi o kadar.

Dışişleri Bakanlığı’na girdiğim yıl evden ayrılıp Ankara’ya taşındım. İlk yaptığım işlerden biri, genç bir sokak kedisini eve alıp beslemeye başlamak oldu. O zaman ne veterinerden haberim var ne kısırlaştırmadan. Uzun çalışma saatlerimden dolayı haklı olarak sıkılan hayvancık doğanın çağrısı da gelince bir yıl içinde evi terk etti. Eşimle tanıştıktan sonra bir kedi daha edindik. Turunç’la Kıbrıs yolculuğumuz ve orada yaşadıklarımız bizim gibi profesyonel gezginlerin ev hayvanları ile yaşayamayacağını gösterdi. Emekli olana dek bir daha öyle bir işe kalkışmadım.

Köpeklerle ilişkim de değişti. Hangi durumlarda korkmak gerektiğini öğrendim. Ankara’da yaşadığım Çiğdem Mahallesi ODTÜ’ye komşuydu. Sokakta köpek çoktu. Mahalle sakinleri besliyorlardı. Bunu bilen uyanık siyasal İslamcı belediyeler kendi yörelerinden topladıkları köpekleri de oraya bırakıyorlardı. Çankaya Belediyesi ise hep olduğu gibi “nasılsa oy veriyorlar öyle ise çok laf hiç iş” siyasetini sürdürüyordu. Kısırlaştırıldığı söylenen, kulaklarına küpe takılmış küpeli kaç köpeği yavrularını emzirirken gördüğümü anımsamıyorum. Sabah yürüyüş yaparken birkaç kez kendi aralarında kapışan köpeklerin arasında kaldım. Sonunda bir çoban sopası bir de çıkarttığı sesle köpek kaçırdığı söylenen alet edindim.

Bunları uzun uzun anlatmamın sebebi anlaşılmış olmalı. Ortada bir sorun olduğu açık.  En az o kadar kesin olan ise bu sorununun sebebinin köpekler ya da kediler olmadığı. Sorumluyu “insan” olarak göstermek de kolaycılık zira sorunu çözmek için uğraşanlar da aynı türe mensup. Kaldı ki insanı ortadan kaldırsak dahi sokak hayvanlarının sorunları çözülmeyecek. Çoğunun doğada hayatta kalma olasılıkları yok. 

Bu sorunu insanların kurduğu çarpık düzen yarattı. Bu ülkede hiçbir şey iyiye gitmediği gibi sokak hayvanları meselesi de çarpık düzen yüzünden kontrolden çıktı. “Yaaa bu Komünistler de her şeyi ....” diye söze başlayacaklar önce susup sonra okumayı denesinler.

Geçen haftadan beri Türkiye’nin çeşitli yerlerinden kıyım haberleri geliyor. Öfke ve tiksinti yaratan ama asla şaşırmamamız gereken haberler bunlar. Sivas’ta insan yakan, Berkin’e, Ali İsmail’e kıyan, bırakın kadınları, kız çocuklarını bile kuluçka makinası olarak gören bu faşist ve gerici zihniyetin hayvanlara merhamet etmesini bekleyenlerin akli melekeleri eksiktir çünkü. Akrep akrepliğini yapar. Göz göre göre ekmeğini çalanlara, çocukları öldürenlere, suistimal edenlere ve onlara alkış tutanlara ses çıkartmazsan, köpekleri de kitlesel öldürmelerine davetiye çıkartmış olursun. Keza Lezita’da, Polonez’deki grevlere, Türkiye’nin her yerinde topraklarını ve sularını sermaye vahşetinden korumak için direndikleri için kolluk kuvvetlerinin zulmüne uğrayan köylülere sahip çıkmazsan “instoş”unu da başına çalarlar bir gece. Memeli hayvanların çoğunun temel özelliklerinden biri yaşadıklarından ders almalarıdır. Ders almayanlar dayak ve zulüm arsızı olur, sonunda da omurgasız canlılara dönüşürler.

Ben şaşırmadım elbette kıyım haberlerine çünkü o kategoriye dahil bir hayvanım. 57 yıldır görüyor, yaşıyor ve öğreniyorum. “Başta iyiydiler, çok demokrattılar sonra dönüştüler pek kaka oldular” diye düşünecek, bir de üstelik bunu makale diye yazacak kadar salak da değilim çok şükür. Sakinleşelim ve dönelim meselenin özüne.

Sokak hayvanları nüfusunun patlaması öncelikle kamu yönetiminin kusuru. Belediyeciliği, inşaat rantıyla zenginleşmek, bu arada her yıl kaldırım yenilemekten ibaret gören zihniyet para getirmeyeceği için bu soruna el atmadı. Laf olsun diye çıkartılan yasalar uygulanmadı. Kaldı ki Anayasanın bile uygulanmadığı bir ülkede bunda şaşılacak bir şey de yok. 

Yaşadığım yerden somut bir örnekle devam edeyim. 

Üç yıl önce iktidarda olan Akepeli Belediye salgın sebebiyle kültürel etkinliklere ayırdığı parayı harcayamayınca ilçenin ana caddesine 20 metrelik çirkinlik abidesi elektrik direkleri dikmeyi marifet bildi. Oysa aynı parayla iki dandik konteyner ve sekiz-on metre tel örgüden ibaret hayvan barınağı genişletilip yenilenebilirdi. Barınakta -rica minnet- verilen kısırlaştırma hizmeti bakım ve tedaviyi de kapsayacak şekilde geliştirilebilirdi. Türkiye’nin en zengin ilçelerinden birinde  bunu yapacak kaynak da vardı, buna ihtiyaç da vardı. Yapmadılar. Onun yerine yandaş bir firmadan aydınlatma direği alıp, hiç de eskimemiş olan “eski”lerinin yerine diktiler. Muhtemelen bundan para da kazandılar. Sokak hayvanlarının nüfusu artmaya ve halk da sızlanmaya devam etti.

Ülke çapında yapılacak iş o kadar basit ki. Belediye yurttaş işbirliğiyle bir kısırlaştırma seferberliği yapacaksınız. Öyle kasap gibi değil ama. Kısırlaştırılan o hayvanları iyileştirip sokağa öyle geri bırakacaksınız. Kısırlaştırılan hayvanların saldırganlık seviyesi ciddi şekilde düşüyor. Uzman değilim elbette ama bahçemde birlikte yaşadığım 40 civarındaki kediden biliyorum.

Kısırlaştırılan hayvanları sahiplendireceksiniz. Kolay değil diyeceksiniz. Kolay! Nasıl mı? Evcil hayvan ticaretini durduracaksınız. Öyle yalandan denetleme, lisans verme, merdivenaltı çiftlikleri kapatma filan değil, dur-du-ra-cak-sı-nız.  Yok ben ille safkan köpek isterim, fazla hareket etmediği için omurgası sorunlu ve hayatı boyunca ağrı içinde kıvrandığı için ilaç tedavisine muhtaç ya da tüy dökmeyen kedi isterim diyenleri bir temiz sopalayacaksınız. Çünkü bu şımarıkça talebi ve ticari arzı durdurmazsanız, kısırlaştırma hiçbir işe yaramayacak, katliamla sokaklar boşaltıldığı gibi yine dolacaktır.

Burada bir nokta daha var. Sokak hayvanları dengeli bir sayıda oldukları takdirde kent yaşamında önemli bir işleve sahiptirler. “Bakınız efendim Paris’te New York’ta kedi köpek var mı?” diyerek keriz silkelemeye kalkışan siyaset tacirlerinin gizlemeye çalıştıkları gerçeklerden biri o örnek verdikleri kentlerdeki kemirgen sayısının ölçüsüzce arttığı ve bu artışın ciddi sağlık sorunları yarattığıdır. Söylediklerine sakın inanmayın! Yalan bunların suyu, ekmeği, hayat tarzıdır.

Sözün özü, bu mücadeleyi bu çarpık düzen yapmaz, yapamaz. Koşar adım dünya yüzündeki hayatı yok etmeye doğru ilerleyen kapitalizm yapamaz. Piyasanın görünmeden çalan eli yapamaz. Hayvanların ölüsünden de dirisinden para kazanmayı düşünen gerici ya da ilerici görünümlü  kapitalist düzen partileri de yapamaz. Biz yaparız.

İnsan kötü değildir. İnsan çare bulandır. Çare bellidir. Çare, insanlar için de bir parçası olduğu havyanlar alemi için de eşitlikçi, sömürüsüz bir düzendir.