“Biz yaptık” ve “helalleşeceğiz”in buluştuğu yer kapitalizmin ekonomi politiği. Sorulacaksa eğer, küçük hesapların düzen yönünden önemi yok.

'Biz yaptık', 'helalleşeceğiz', 'Ankara’yı kim yönetiyor?'

Üç güncel söyleyiş… Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nun ve Türkiye Komünist Partisinin vurgulamaları.

Bir ve ikinci için siyasal iktidar ve büyük muhalefet de diyebiliriz ya da ikisini birleştirip düzen içi siyaset de diyebiliriz ki başlıktaki sıralamaya düzen içi siyaset ve TKP tanımlaması daha gerçekçi oturuyor. Bu gerçeğin net ve tartışmasız görüldüğü yer, Ankara özelinde gibi gözüken ama sömürücü düzeni anlatan TKP açıklaması.

Erdoğan’ın, AKP dönemini kapsamadığı halde, kimi konularda “kim yaptı” sorusuna verdiği “biz yaptık” yanıtı öyle hafife alınacak, gülünecek, birey ve hafıza üzerinden değerlendirilecek bir durum olarak görülmemeli. Genelleşmiş deyişle bu bakıştan mama çıkmaz.

“Ben” sözcüğünü seven bir liderin “biz” yanıtı yalnızca AKP’yi ya da ortağı MHP’yi kapsamıyor, milliyetçiliği ve dinciliği de içinde taşıyan sermaye sınıfının siyasetini kapsıyor. Bütünsel olarak milliyetçiliği ve dinciliği istediği zaman kullanan, istemediği zaman dışarda bırakan kapitalist/emperyalist ilişkileri kapsıyor.

Erdoğan’ın “biz”i, sermaye iktidarı ile siyasal iktidarın ortak anlatımı. Dönem sınırlaması yapma gereği duymaması buradan kaynaklanıyor. Ama kurnazca kullanıldığı açık.

Biz yaptık derken seçtiği konulara bakınca kimi zaman merkez, merkez sağ, milliyetçi, dinci siyaseti, kimi zaman böyle bir ayrıma girmeden doğrudan sermaye lehine yapılanları anlattığı görülüyor. Bu anlatımda ekonomik, siyasal, hukuksal ve zamansal olarak ne sınırlama ne de ölçü var. Tek ilke kapitalist/emperyalist düzeni koruma düzeneği. Böylece hem devamcısıyız, hem de geleceğe talibiz deniyor.

“Biz yönetiriz, siyasetin denetimi bizim elimizde, devleti ve hukukuyla üst yapı araçları bizim elimizde, asıl biziz; sermayenin emek üzerindeki denetiminin kurum ve kuralları bizde; üretim araçlarını, güçlerini ve ilişkilerini elinde bulunduranlar ancak bizimle mutlu olur; sömürücüler ancak bizimle güçlü olur” duruşu bu.

CHP’nin “helalleşme” tutamağı da tam buraya oturuyor. Bir yandan helalleşiliyor, bir yandan “hesap sorma” masası kuruluyor, diğer yandan AKP’nin yaptığı her şeye karşı çıkmamadan söz ediliyor. NATO tartışması da aynı yüzeysellikte. Yalnızca savunma gücü olarak görmemek, yanına demokrasiyi savunmasını eklemek gereğini duyacak kadar derin bağlılık var NATO’ya. “Eski CHP değiliz özgürlükçüyüz” derken, “beşli çete” derken “iç çelişkiler, iktidar kapışmaları konumuz olur ama asıl olan düzen istikrarı” deniliyor.

“Biz yaptık” ve “helalleşeceğiz”in buluştuğu yer kapitalizmin ekonomi politiği. Sorulacaksa eğer, küçük hesapların düzen yönünden önemi yok.

Bu, iktidar-muhalefet karşıtlığı gibi gösterilen ama düpedüz “taklit siyaseti” üzerine kurulu olan dar alandaki kısa paslaşmalarla halkın oyalanması üzerine TKP’nin “Ankara’yı kim yönetiyor" açıklaması yerleştirildiğinde kapitalist/emperyalist düzenin özgürlükçülüğü eşitsizliğin, yoksulluğun, sömürünün ve işçi sınıfının sert duvarına çarpıyor.

Ankara yönetimi, belediyecilik gibi dar ve basit bir yönetim anlayışıyla sınırlı okunmamalı. Ankara başkent. Tıpkı hukukun, devletin, siyasetin, toplumsal düzenin üstün ve bağlayıcı anayasası gibi yönetimin başı.

Anayasa uygulanmadığında ya da egemen sınıfın ve siyasal iktidarın ihtiyacına göre çifte standart uyguladığında durum neyse, başkent yönetilemediğinde de durum o.

Kenti başkent yapan kurumlaşmalar kolon ve kirişlerini yavaş yavaş kaybederek, son olarak Merkez Bankasında olduğu gibi, başka kente taşınırken durum neyse yıllardır başkenti talanın, rantın, patronların, bunların uygulayıcı ve temsilcilerinin yönetmesinde de durum o.

Kurumların Cumhuriyetin başkentinden kapitalizmin başkentine taşınması biçimsel gösterilse de bu biçimselliğin kentlerin, toprağın, yeraltı ve yerüstü kaynakların, kıyıların, devletin ve hukukun sermayeye sunulmasından farkı yok.

Doğa, kent, insan, toplum ve yaşam bütünlüğü yalnızca depremle, selle, yangınla teslim alınmıyor ki teslim alan onlar değil aslında yağmacı, sömürücü düzen teslim ediyor. Diğer deyişle devletiyle, hukukuyla, siyasetiyle sömürücüler tarafından teslim alma söz konusu.  

Siyasi partiler, hükümetler ya da başkanlar, belediye başkanları ve meclis üyeleri farklı olsa da siyaset aynı: doğayı katledenlerin, emeği sömürenlerin, zengini zengin yapanların, gericilikten beslenenlerin siyaseti.

Bu siyasetin içindeki “biz yaptık” ve “helalleşeceğiz” sözcükleri, demokratik yollarla kılıflanan sermaye sınıfının ve uzlaşmacılığın anlatımı.

“Ankara’yı kim yönetiyor” sorusuysa uzlaşmaz çelişkinin, emekçilerin sınıfsal savaşımının, merkezi planlamanın, sınıfsal akıl ve bilimin, halkın örgütlü yönetiminin anlatımı.

İlk ikisi kapitalizmin felaketlerini ve çaresizliğini, üçüncüsü tarihsel maddecilikle çözümü anlatıyor.   

İlk ikisi sömürü düzenini, üçüncüsü sömürüye karşı savaşımı ve eşitleştirilmiş düzende insanca yaşamayı anlatıyor.