Türkiye, tepesindeki bu kırk kişinin dost kavgasından artık sıkıldı. Sıkıldıkça, laf dalaşının muhataplarına da kulaklarını kapattı çünkü aynı teraneden bıktı.

Biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz

“Hepsi zengin olan bu iş insanları topluluğu bu milletin sırtından milyarlar kazandılar ama zor zamanlarda hiç riske girmediler. Başarılı her askerî darbeyi desteklediler. İstediklerini aldıkları hükûmetleri kolladılar. İstedikleri olmadığında perde arkasında her türlü alavereyi çevirdiler...

Gençlere hatırlatalım, 2001 krizinde önemli bir kısmı TÜSİAD üyesi ilk 500 büyük şirketin çoğunun faaliyet geliri faizdendi, üretimden değil. Gecelik faizlerin yüzde 7500 olduğu zamanlardı. Birkaç ayda faizle bu TÜSİAD’çılar hazineyi boşaltmışlardı.”

Hatırlattığı için Cem Küçük’e teşekkür etmek gerekiyor… Ama “ne oldu da servet düşmanlığını keşfettin” diye de sormak.

Küçük ya da bir başkası… AKP’nin “TÜSİAD harekatı”na katılanların ısrarla yazmadıklarını biz hatırlatmalıyız: AKP’yi iktidara getirenin de TÜSİAD olduğunu, bu danışıklı dövüşte her iki tarafın da kazandığını.

Türkiye, tepesindeki bu kırk kişinin dost kavgasından artık sıkıldı. Sıkıldıkça, laf dalaşının muhataplarına da kulaklarını kapattı çünkü aynı teraneden bıktı. Ama bunda belki biraz fazla hızlı davranıldı.

Fatih Altaylı da TÜSİAD’ın marifetlerini sıralarken “gençler hatırlamaz” diye söze başladı fakat işin yaşla ilgisi olmadığını unuttu. “Erdoğan’a tam da aradığı ortamı yarattı” derken gerçeğin yarısını dile getirmiş oldu. “TÜSİAD eski etkisini ve önemini yitirdi” derken, “TÜSİAD’ın çıkışının hem içerik hem de zamanlama olarak kötü olduğunu” söylerken yanılıyordu.

Altaylı’nın derdi bizi ilgilendirmiyor. Ama bu dost kavgasından “TÜSİAD’ın güçsüzlüğü” çıkarımını yapmak hızlı davranmak anlamına geliyor.

TÜSİAD’ın ne işe yaradığını hatırlamalıyız. Evet, TÜSİAD’ın kuruluş amacı ve varlık sebebi Türkiye siyasetine şekil vermek. Zaten bu yüzden “TÜSİAD Partisi” diyoruz.

Ama zenginler kulübünün tek işlevi bu değil.

TÜSİAD, yoksulluğun ve eşitsizliğin Türkiye’nin 1 numaralı sorunu olduğu bir dönemde, kendilerini korumadıklarında başlarına nelerin gelebileceğini bilecek kadar deneyimli üyelerden oluşuyor. Yani “aradığı ortamı” yakalayan sadece Erdoğan değil.

Kolay değil. ’80 öncesinden bugüne, “patron”un bırakın görüş beyan etmeyi sokakta yürürken bile tedirgin olduğu bir dönemden, zenginliğin kanıksandığı bugüne kolay gelmedi Türkiye. Darbeler, cinayetler ama bir de “halkla ilişkiler”di TÜSİAD’ın birincil gündemi.

Kendilerini zorla sevdirdiler!

AKP TÜSİAD için hep “bir başka” oldu. Ve AKP ile hayallerine kavuşmakla kalmadılar, halkla ilişkilerin yeni bir türünü de keşfettiler: Yumruk atmadan önce haber vermeyi!

TÜSİAD’ın “tedirginiz” çıkışları aynı anda iki şeyi mümkün kılmış oldu. Bir yandan elbette şuradaki kırk kişiydiler ve altlarındaki halıyı işaret ettiler, “siyasilere” mesaj verdiler.

Ama yalnızca siyasilere değil: “Aslında onlar da yoksulluk istemiyorlardı, sorumlulukla hareket ediyorlardı, halkın yanındaydılar, Türkiye’nin daha iyi yönetilebileceğini düşünüyorlardı, bazen de ellerini taşın altına koyuyorlardı, daha büyük düşünüyorlardı, bu yüzden sadece ekonomiden değil, dış politikadan, NATO’dan bahsediyorlardı.”

Aslında topu geri yollaması için Erdoğan’a atıyorlardı.

Erdoğan elbette bunların “cinsini de cibiliyetini de iyi biliyordu”. Bu, Erdoğan’ın lugatında “mesajı aldım” anlamına geldi.

Kendi bahsini yoksulluktan değil İsveç’ten, Finlandiya’dan açtı, “NATO” pasını aldığını gösterdi. “TÜSİAD'ın başına gelen beyefendi”nin çıraklığından devam etti, “CHP’nin arkasına sığınmayın” bile dedi.

Sonuç olarak top çevrildi. Bu dönemde daha iyisi ne olabilirdi!

TÜSİAD’ın marifeti Altaylı’nın beklediği yerde değildi. Merkez TÜSİAD idi ama TÜSİAD için kendini çırak başkanın, CHP’nin arkasına gizlemek de yeterliydi.

“Bir taşla birkaç kuş vuran” sadece Erdoğan olmadı. AKP’nin kalemşörleri servet bahsini açtıklarında biraz ölçüyü kaçırsalar da TÜSİAD’ın hedeften çıkması yetti…

Vitrinde atışırlarken, asıl başkan Özilhan “hem iktidara hem muhalefete” seslenecek: “Beklentimiz eski ezberlerin tekrar edilmesi değil” diye. Yine de pazarlığı “biz bizeyken” yapacaklar, kamera önünde ise mutlaka birbirlerine girecekler.

Erdoğan TÜSİAD’a bağıracak, TÜSİAD da “görüyorsunuz suçlu biz değiliz”i oynayacak.

Yoksulun sesini böyle bastıracaklar…

Ama Özilhan’ın korktuğu gerçekleşecek. Günün sonunda o ezberi bozacak olan ne iktidar ne muhalefet, ancak yoksulun kendisi olacak.