İktidarın Gezi Direnişinin peşini bırakmayacağı görülüyor. Yine de, doğaya, demokrasiye, barışa ve insan haklarına sahip çıkarak insanın içinin aydınlanacağını unutmamak gerekiyor. 

Bitmeyen Gezi!

Bilindiği gibi, 27 Mayıs 2013 gecesi Taksim Gezi Parkı’nda ağaç kesilmesine karşı çıkılmasıyla başlayan barışçıl bir hareket, giderek “Gezi Direnişi” adını almıştı. Direniş, ilk günlerde hem ağaçları ve parkı korumak hem de, orada yapılmak istenen Topçu Kışlası’na karşı çıkmak anlamına geliyordu. Çünkü bu kışla, 31 Mart 1909 gerici ayaklanmasının merkezi niteliğindeydi. Ancak direniş, iktidarın bu barışçıl eylemlere karşı gösterdiği tepkiler nedeniyle, İstanbul’un ve Türkiye’nin her yerine yayılmıştı. Üstelik gezi eylemleri, toplumda var olan tüm farklı kesimlerin doğaya, demokrasiye, barışa ve insan haklarına sahip çıktığı bir direnişe dönüşmüştü. Direniş milyonların katılımıyla ülke çapında yaygınlaştıkça, iktidar şiddetini artırmıştı. Gezi parkında kullanılan, “Biz, AKP’siz dine, CHP’siz Ata’ya, MHP’siz vatana, HDP’siz Kürde sahip çıkarız, Biz halkız!” ve benzeri afişler/sloganlar kullanıldıkça, iktidarın hiddeti de, kullanılan şiddet de iyice artmıştı. 

Güvenlik güçleri eylemcilere karşı orantısız, hukuksuz, insafsız ve kasıtlı şiddet kullanmıştı. Üzerine araba sürülen, kafasına gelen plastik mermiden ya da biber gazından toplam 12 kişi ölmüştü. 7 bin küsur kişi yaralanmış, gözünü kaybedenler, kafa travması geçirenler ve ağır yaralananlar olmuştu.  

Gezi parkı, tüm farklılıkların bir araya geldiği eğlence, kültür, eğitim ve sanat merkezi haline gelmişti. Yolu Taksim’e düşenlerin büyük çoğunluğu, direniş eyleminin bir parçası olmasa da, gördükleri karşısında duygulanıp gözleri yaşarıyor ve geleceğe daha da umutla bakmaya başlıyordu. İki ay kadar süren Gezi Parkı eylemleri, yine polis şiddetiyle son bulmuştu.

Direnişçilerin eylemleri son bulmuşsa da, iktidarın eylemler sırasında direnişçilere yaşatılan şiddetle yetinmediği ortaya çıkmıştı. Bu kez iktidar, eylemci avına başlamış ve barışçıl eylemcilerden suçlu yaratma çabasına girişmişti. Bu süreçte tutuklamalar olmuştu. Örneğin 17 Ekim 2017 günü tutuklananlardan Osman Kavala, ancak tutukluluğunun 486. gününde ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs’ nedeniyle suçlandıklarını öğrenebilmişti. 

AİHM, 10 Aralık 2019 tarihli kararında, O. Kavala’nın "makul şüphe olmadan, siyasi nedenlerle tutuklanması ve bireysel başvurusunun makul sürede incelenmemesini" gerekçe göstererek, bu durumun hak ihlali olduğunu belirtmişti. Devlet olarak imza attığımız Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre, bu durumda O. Kavala’nın tutuksuz yargılanması gerekiyordu. Gezi kinimiz nedeniyle AİHM’ye kulak asmadık. 

O. Kavala ve 8 kişi, yargılandıkları davadan 18 Şubat 2020’de beraat etmişlerdi. Ancak Gezi kinimizden dolayı serbest bırakılmadan ve aniden O. Kavala hakkında casusluk suçlamasıyla dava açılıp tutukluluk hali devam ettirilmişti. Bu arada savcının beraat kararına itirazı üzerine, istinaf mahkemesi 22 Ocak 2021’de beraat kararını bozmuştu. 

25 Nisan 2022 günü sonuçlanan yargılamada (!), O. Kavala casusluk suçlamasından beraat etmiştir. Ancak 18 Şubat 2020’de beraat ettiği ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçundan, bu kez ortada hiçbir kanıt olmamasına karşın müebbet hapse çarptırılmıştır!!! Aynı suçtan yargılanan 8 kişi de 18 yıllık hapis cezası almıştır.

Bu müebbet kararı, muhalefet şerhi koyan hakimin “Hiçbir kanıt yokken bu ceza verilemez” demesine karşı alınmıştır. Bu durum her vicdan sahibini derinden yaralamış ve “Nasıl olur?” dedirtmiştir. Karardan sonra, mahkeme başkanının AKP’den milletvekili aday adayı olduğu ve eşinin de Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)/Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile ilişkilendirilip yargılanıp itirafçı olduğu ortaya çıkınca, bazıları bu işlerin nasıl olduğunu da anlamıştı. 

Bu arada, 18 yıla mahkum olanlardan birinin Gezi Parkı Direnişi eylemleri sırasında gaz fişeğiyle gözünden yaralandığını da öğrendik. Bu kişi, tanığıyla birlikte polisin bilerek ve nişan alarak ateş ettiği şikayetiyle yargıya başvurmuş. Ancak iki yıl sonra Haziran 2015’te ifadesi alınmış. O günden sonra dosyada herhangi bir işlem yapılmamış olsa da, savcılık 15 Mart 2022'de zaman aşımı nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş!

Yani yargı, bir bakıma, olmayan suçtan sanık yaratırken, olan suçu örtbas etmiş gibi oluyor. Gezi davası kararıyla büyük yara almış olan yargı, bu haberle de sarsılıyor. Üstelik iktidarın, mahkumiyet konusunda üst mahkemenin kararını beklemeden karar kesinleşmiş gibi ahkam kesmesi, yargıyı daha da zor duruma düşürüyor.  

Gezi direnişi ile ilgili olarak Ankara’da açılan davadan gelen haber, yargıyı bir kez daha sarsmış bulunuyor. 2016 yılında açılan bu davada savcı, 2020 yılında sunduğu mütalaada 25 sanığın “silahlı terör örgütü üyeliği” suçundan beraatını istemiş. 22 Nisan 2022’de ise, Gezi kininden mi nedir, bu suçtan cezalandırılmalarını istiyor!!! 

Bu günlerde önemli bir hukuk olayı da Danıştay’da yaşanıyor. Danıştay savcısı, toplumun büyük çoğunluğunun düşündüğü gibi, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının hukuksal olmadığını söylüyor. Bu konuda da Danıştay’ın kararı bekleniyor.  

Bu günlerde Avrupa Birliği de, Gezi kararına karşı çıkıyor ve devlet olarak attığımız imzalarla uyacağımızın garantisini verdiğimiz AİHM kararlarına uymamızı bekliyor.

Dolayısıyla durum yargının hukukla imtihanına dönüşmüş bulunuyor. Yargıtay ve Danıştay bu imtihanın anahtarını elinde tutuyor. 

Yüksek Seçim Kurulu’nun, 2019 yerel seçimlerinde İstanbul’da bir sandığa atılan oylardan ikisini geçerli sayıp sonucunu beğenmediği üçüncü oyu geçersiz saydığını anımsayanlar, yargının bu sınavda başarılı olacağından kuşku duyuyor. Ayrıca iktidarın Gezi Direnişinin (doğaya, demokrasiye, barışa ve insan haklarına sahip çıkanların) peşini bırakmayacağı da görülüyor. Bu durum insanın içini karartsa da, yine de, doğaya, demokrasiye, barışa ve insan haklarına sahip çıkarak insanın içinin aydınlanacağını unutmamak gerekiyor. 

[email protected]