Hakikaten birey, kişi ne zaman, ne kadar sürede ve nasıl iyileşir ki? Ve birey, kişi ne zaman, nasıl ve nerede bozuldu ki?

Birey, düzen, iyileşmek ve de değiş(tir)mek

Geçtiğimiz hafta Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde öğrencilerin mezuniyet töreni vardı. Öğrencilerin diyorum çünkü üniversite yönetimi “salgın” nedeniyle mezuniyet töreni düzenlemedi; daha doğrusu her fakülte kendi binasında yapabilir açıklaması yaptı. Bir anlamda yıllardır devam eden ve binlerce öğrencinin bir araya geldiği “geleneksel” kutlama askıya alındı. Ama öğrenciler, üniversitelerinin geleneklerine uygun biçimde mezun olmak istediler ve Devrim Stadyumu’nda bir tören düzenlediler. Pankartları, yazıları, dövizleri, bayrakları, aileleri, sevdikleri, sevinçleri ve ayrılık üzüntüsüyle...

Günümüz Türkiyesi’nde söz yasaklı, cezalı, tehdit altında. Ama öğrenciler de biliyorsunuz bir süredir mezuniyet töreninin sağladığı meşruiyeti “söz” için kullanıyorlar. Pankartlar, dövizler, bayraklar taşıyorlar. Gönüllerince. Geçtiğimiz hafta ODTÜ’de de öyle oldu. Öğrenciler çeşitli pankartlar taşıdılar ve bazıları da (gelenekselleşen biçimde) anında yayıldı ve yakından, uzaklardan alkış aldı.

İşte o pankartlardan bir tanesi de Psikoloji’21 mezunlarına aitti. Şöyle yazıyordu pankartta: “Bireyi iyileştirmeye değil düzeni değiştirmeye!” Aydınlık yüzlü, ağızları sevinçten kulaklarına varmış dört genç psikolog taşıyordu pankartı. Keyifle ve kendilerinden gayet emin biçimde açık bir mesaj veriyorlardı, akranlarına, kıdemli meslektaşlarına.

Net, akıllıca ve iddialı!

Ama…

Yeni mezun öğrencilerin derdini anlamakla birlikte sözün anlamına sanırım tam olarak katılmıyorum.

Evet, uzunca bir süredir bireyin iyi olması o kadar vurgulandı ki artık kabak tadı verdi. Bir tek cazibesini ya da etkisini kaybetmekle de kalmadı, bireyin iyileşmesi hem mızmız bir söylenme halini aldı hem de tam anlamıyla piyasaya teslim edildi. Daha doğrusu piyasa (siz “sermaye düzeni” olarak okuyun) her alanda olduğu gibi psikolojide de tüm vaatleri sattı, içini boşalttı ve geriye sadece popüler diziler, romalar ve bir de bireyin acısı kaldı.

Bu düzende her fetih talandır! Piyasa da psikoloji, zihni, acılarımızı fethetti son 20-30 yılda.  Psikolojideki talan “iyileşme, iyi olma” fetişizmi halini aldı. Herkes “hasta, bozuk, yaralı” artık. Düzen herkesin “bozulmasına, kötü olmasına, yaralanmasına” zemin hazırlıyor sonra da cafcaflı bir iyileşme vaat ediyor. Bozukluk baki artık bu dünyada. Yeni mezunlar biraz da bunu anlatıyorlardı sanki pankartta. O iyileşme vaadinin sinsiliğini ve beyhudeliğini… “Birey” çoktan hapı yuttu ve artık esas düzene hapı yutturmak gerekiyor, diyorlardı sanki..

Hâlbuki geçmişte durum hiç de böyle değildi. Tüm seksenler, doksanlar asıl olanın birey ve bireyin değişimi, kendini fark etmesi, potansiyellerini hayata geçirmesi vs. edebiyatıyla doluydu. Ve bu edebiyat sadece “birey” vurgusundan ibaret de değildi. Daha doğrusu vurgu birey’de değildi. Birey vitrin süsüydü. O günün genel ve baskın atmosferi içinde bu tespit pek kabul görmese de birey tam anlamıyla aksesuardı. Bireye yapılan vurgu, sosyalizmin bireyi ihmal ettiği, Marksizm’in insanı anlamadığı propagandasının süsü olmak içindi.

Ama bu süs etkiliydi. Herkes toplumsal değişimin mümkün olmadığını, ancak bireyin değişebileceğini söylüyordu. Orada da kalmıyor devam ediyordu: “parti, sınıf, örgütlülük, mücadele vs.” işte tüm bunlar bireyi ıskalayan, ezen, yok eden kategorilerdi. Birey, bu meseleler nedeniyle birey olamamıştı!

O zamanlar öyleydi. Sonra sosyalizm gitti ve 2000’ler geldi. Herkes bozuldu!

Keşke birey arayışı daha derinlikli içgörüler sağlayabilseydi. Yani 80’ler, 90’lar boyunca tartışılan birey ve değişim denkleminde haklı bir yan vardı ama kurulan tüm denklemler yanlıştı. Ve bu yanlışlık değişimin piyasaya tedavül edilmesine de çok kolaylık sağladı. 70’ler boyunca özellikle Batı Avrupa’da üretilen ne kadar “alternatif, başka, öteki” düşünce varsa kısa sürede düzenin yapı taşlarına dönüştü. Ve o dönemde ortaya çıkan tüm alt-psikolojiler de 90’larda ya kayboldu ya da çoğu köşeyi dönen (ve döndüren) terapilere dönüştü. Sosyalizmin canını okuduktan sonra…

2000’lerde ise işin hakikaten cılkı çıkarıldı. Batı Avrupa’dan başlayarak her yer kişisel gelişim, çeşitli “bilişsel” terapiler vs. ile doldu. Bir zamanların “hızlı” Marksizm eleştiricileri hızlıca a, b ya da c enstitüsünün Türkiye distribütörü oldu. Giderek büyüyen piyasa sayesinde birey meselesi hakikaten dönüştü!

Ve geldik bireyin değişiminin sadece ve sadece şirketlerin, birilerinin cebini şişirdiği günlere. Buradan psikiyatrik tedavilerin, psikoterapilerin işe yaramaz, büyük bir kandırmaca olduğu falan çıkarılmaz umarım ama bireyi iyileştirmek büyük bir ıskalamaya, mızmız, paralı bir orta sınıf masalına dönüştü.

İşte yeni mezun öğrenciler sanırım buna itiraz etmişlerdi.

90’larda pankart açsalardı daha mahcup, çekingen bir itiraz dile getirebilirlerdi: “Bireyi de düzeni de iyileştirmek istiyoruz” gibi. Hatta bu bile fazla kaçardı o günlere. Şimdi ise büyük bir iddia var ortada (ama örgütlülük yok! O ayrı bela).

Öte yandan düzenin değişimi ile bireyin değişimi, iyileşmesi (bugün bile) birbirine ne kadar karşıt, işte ondan emin değilim. Evet, bugünkü egemen anlamıyla bireyin değişimi, iyileşmesi de “parayı veren düdüğü çalar” tadına varmış durumda.

Ama unutulmasın sosyalizm mücadelesinin de bireyle bir derdi var. Öyle soyut, ideal bireyle değil; acı çeken, arayan, vazgeçen, küfreden, heyecanlanan, pısan, depresif olan, alkole sarılan, kaygılar içinde boğulan bireyle! Bugünün depresif, bencil, kolektif akıldan uzak, harekete geçmek konusunda isteksiz, kabullenici ve boyun eğen bireyi değişmek/iyileşmek zorunda. Sosyalizm için ve sosyalizmden önce değişmek/iyileşmek zorunda. Yoksa hep tufan, hep tufan.

Ne zaman birey, düzen ve değişim söz konusu olsa aklıma bir yandan da Fransız komünist düşünür Louis Althusser geliyor: Kara tahtanın önünde durmuş, bir elinde tebeşir, ağzında külü ha düştü ha düşecek bir sigara ile depresif bir bakış içinde “Gelecek Uzun Sürer” diyor bizlere. Devrimci olmayan dönemlerin karanlığı var yüzünde, bakışında ve sözünde. İşte o bakışta “Değişim uzun sürer!” diye okuyorum sözünü. “İyileşmek uzun sürer” diye de okunabilir.

Hakikaten birey, kişi ne zaman, ne kadar sürede ve nasıl iyileşir ki? Ve birey, kişi ne zaman, nasıl ve nerede bozuldu ki? Devrimci olmayan zamanlarda yanıtını bırakın bu soruların kendisi bile yoktu ortalıkta. Herkes burun kıvırıyordu.

Şimdi, öğrencilerin pankartından da belli, zorlu ama heyecan verici bir şeyler yaşanıyor, aranıyor.

Umutsuz olana anlatmak zor, geleni ve gitmekte olanı. Umudu arayanları bulmak, bir araya gelmek, getirmek zorundayız. Bireyin ve tarihin artık değişimi, iyileşmesi için.

Yoksa iyileşmek, biliyorsunuz, tam da Althusser’in o depresif bakışıyla kara tahtaya yazdığı gibi, uzun sürüyor!

Sürmesin….