Halk sözcüğü birçok özelliği bakımından türdeş, bütünleşik, kaynaşmış, tek parçalı bir insan topluluğunu, yığınını ya da kitlesini anlatmaz.

Bir teorem

Bayramlık ağızlarını açarak, üstelik hiç yatışmayacakmış izlenimi veren bir kösnüllükle esip savurarak kayıkçı kavgalarını sürdüren düzen politikacılarının yarattığı kirlilikten uzaklaşmak, ruh ve beden sağlığı açısından yararlı olabilir. Arada bir, örneğin bu hafta.

Başlıktaki terimi mantıkta ya da matematikte bilinen anlamıyla kullanmıyorum. Tam olarak öyle değil. O alanlarla bağlantılı olmakla birlikte, daha çok, belli ölçüde gündelik dile geçmiş anlamıyla düşünüyorum, denebilir. Kısaca, tanıtlanmış ya da tanıtlanabilir önerme, anlamında olduğunu söylemekle yetinerek, daha baştan okumayı güçleştirici bir terminoloji tartışmasına girmekten kaçınalım. Bununla birlikte, biraz daha değiştirerek, doğruluğu, nesnel gerçekliğe uygunluğu gösterilebilir önerme de diyebiliriz.

Demokrasi ile ilgili bir teorem bu.

Yazının sonuna doğru yeniden ele almak üzere, şöyle bir formülasyon ile başlayabiliriz: Demokrasi, sözcüğün içindeki “halk”ın tanım ve kapsamı gereği, orada egemen konumda bulunan kesim ya da kesimlerin o konumlarını korumalarını, olabiliyorsa, güçlendirmelerini sağlayacak biçimde daralarak sönümlenmeye yönelen bir gelişim çizgisi izler.

Vurgulanması gerekenlerin tümünü tek bir cümleye sığdırma çabasının ürünüdür herhalde, biraz çapraşık ve güç anlaşılır oldu. Bu yüzden açmaya çalışarak ve bilinenlerin tekrarından kaçınmadan yazalım.

Halk sözcüğü birçok özelliği bakımından türdeş, bütünleşik, kaynaşmış, tek parçalı bir insan topluluğunu, yığınını ya da kitlesini anlatmaz. Hem anlam açısından hem de tarihsel gelişme içinde var oluşu bakımından böyledir. Özellikleri ile çıkarları yer yer benzeşen, ama daha çok ayrışan ve çatışan, birden fazla kesimi barındırır halk denilerek özetlenen toplam. Yakın çağlara gelindikçe de bu kesimlerin modern toplumsal sınıflara dönüştükleri gözlenir. Dolayısıyla, halkın iktidarı ya da yönetimi anlamındaki demokraside bu farklı özellik ve çıkarlara sahip bölmelerin bir üstünlük mücadelesi içinde bulunmaları doğaldır. Bu mücadelenin şiddeti ve biçimleri değişip kimileri ortadan kalkarken yerlerine yenilerinin geçmesi söz konusu olur, ama mücadelenin kendisi hiç yok olmaz. Ta ki, ayrışan kesimlerin ya da artık toplumsal sınıflar dediğimiz bölmelerin çıkarları arasındaki farklılığın çatışmacı niteliği ortadan kalksın ve, git gide, o uzlaşmaz bölmelerin kendileri yok olsun.

Buraya kadarı, belki anlatımın keskinliğini artıran bir iki ayrıntı dışında, gerçekten de bilinenlerin tekrarından öteye gitmiyor. Ancak, akıl yürütmemizi temellendirmek bakımından gerekliydi.

Şimdi, tarihsel gelişim içinde esaslı bir uzun atlama yaparak, şuradan devam edebiliriz: Demokrasiden ve emekçi sınıfların özlemleri ile gücünden yararlanarak aristokrasiyi alt eden burjuvazi, oldukça erken bir evrede, halkın iktidarını emekçi yığınların özlem ve çıkarlarını ya düpedüz çiğneyerek ya da saptırıp tanınmaz duruma getirerek kendisini egemen konuma yükseltmiş ve egemenliğini her imkânı kullanarak, hızla pekiştirmiştir. Önceki cümlede, “erken bir evrede” yerine, bir öykücü biçemi tutturarak “çok geçmeden” de diyebilirdik.

Diyebilirdik de, hangi biçemde yazılacağını bir yana bırakıp o evrenin hangisi olduğunu belirtecek olursak, sorunun spekülasyona açık görünüşüne kapılıp sözü uzatmadan, o evrenin 19. yüzyılın sonlarına doğru başladığını ileri sürebiliriz. Başka ve daha açıklayıcı bir anlatımla, çok yerinde olarak “kapitalizmin en yüksek aşaması” biçiminde tanımlanan evrenin, buradaki “en yüksek” sözlerini “en son” biçiminde anlamanın tanımın devrimci özüne daha uygun düştüğünü vurgulayarak, emperyalizm adıyla anıldığını hatırlatabiliriz.

Teoremi yeniden formüle etmeye çalışırken, şöyle bir uğraktan geçmek de ilerletici bir etki yaratabilir: Tarihte şunlar olsaydı ya da şunlar olmasaydı, onlardan sonrası nasıl olurdu türünden, bazı sakıncalar doğurmakla birlikte eğlenceli ve yararlı zihin alıştırmaları yapılır kimi zaman. Bu tür bir düşünmeye, hiç uzatmamak niyetinde olduğumuza göre düşünme yerine bir soru sormaya demek daha doğru olur, başvurabiliriz. Tarihe “Nisan Tezleri” olarak geçmiş çözümleme ve önermeler hiç ortaya çıkmamış olsaydı, daha doğrusu, o tezlerin sahibi maksima/minima program, demokrasi, demokratik devrim ve onun tamamına erdirilmesi türünden dogmalarla kafaları donmuş yoldaşlarını ikna edememiş olsaydı, sadece altı yedi ay sonra insanlığın yazgısını değiştiren bir devrim gerçekleşebilir miydi?

Yanıtını belli ederek dile getirdiğimiz bu sorunun yaratabileceğini umduğum sıçrama etkisiyle, artık bir demokrasi teoremi diye adlandırabileceğimiz önermenin ya da önermeler bütününün yeniden formülasyonuna dönebiliriz. Belki de, buna yeniden formülasyon değil, ilkinin uzantısı bir başka teorem demek daha doğru olur.

Kapitalist gelişmenin emperyalizm aşamasında, demokrasinin geliştirilmesini, hatta bunun devrimci biçimde gerçekleştirilmesini, emekçi sınıfların kurtuluşunu sağlayacak bir sosyalist iktidarı ve izleyecek köklü toplumsal dönüşümü önceleyen, onu kolaylaştırıp yakınlaştıran zorunlu bir aşama olarak düşünmek, emekçi sınıfların kurtuluşunun mümkün olmadığını kabul etmekle eşanlamlıdır.

En son yazdıklarımızla, teoremin içindeki önermelerin sayısını çoğaltmış, böylece, hiç değilse onlardan bazılarının doğruluğunu gösterme ihtiyacını açığa çıkarmış olduk. Ancak, şimdilik burada kalsın.

Zaten, bu teoremin ya da, daha irdelenmeye açık bir biçimde anlatılırsa, öznel bir yaklaşımla teorem düzeyine yükselttiğim bu önermenin ve türevlerinin tartışılmayı gerektirdiği, ileri ve geri bağlantılarıyla ele alınıp geliştirilmeye muhtaç göründüğü besbelli. Tek tek kişilerin kullanılabilir zamanları ve içinde bulundukları koşullar buna izin vermeyebilir. Ama yapılması gerektiğinden ve er geç yapılacağından kuşku duyulmamalıdır; çünkü, nasıl “devrimci teori olmadan devrimci eylem olmaz” ise devrimci teori özüne sadık kalınarak geliştirilmedikçe devrimci eylem de yerinde saymaya devam eder.