Memur maaşları ve emekli aylıkları artışları konusunda yaşanan, sermaye iktidarının, siyasi iktidar ve patronların, sınıf savaşımında cephe kapatma çabasıdır.

Bir kez daha ücret meselesi

Son haftalarda asgari ücret konusu ülkenin ana gündemleri arasına yerleşti. Nasıl yerleşmesin, kontrolden çıkmış biçimde yükselen enflasyon rakamları, diğer göstergelerle bakıldığında oradan buraya savrulan iktisadi gidişat. İktidarın ilgili ilgisiz bakanlarının, kurum temsilcilerinin, düzeniçi muhalefetin kakafonisi ortada.

soL portalda da asgari ücret gündemi hem dosya ve haberlerle hem de köşe yazılarıyla uzun uzun işlendi izleyenler vardır, bundan sonra da devam edecektir. 

Ben bugün, bu gündemin içerisine alınması gerektiğini düşündüğüm, bir başka ücret meselesini, memur maaşlarını, konu edeceğim.

Asgari ücret artışı açıklamasının ardından, 4 Temmuz’da Hazine ve Maliye Bakanlığı, memurlar, diğer kamu görevlileri ve memur emeklilerine Temmuz ayı itibariyle uygulanacak yüzde 41,69’luk artış kararını açıkladı. Asgari ücret hesabını referans alarak bekleneceği üzere açıklanan bu artış da özellikle en düşük maaşlar açısından ülkenin gerçek hayat pahalılığını karşılamanın çok gerisinde kaldı. Bir kere en başta resmi enflasyon artış rakamının bile altında belirlenen bir artış oldu.

Durum bu kadarla da kalmıyor. Aziz Çelik Hoca, Bakanlık açıklamasının hemen arkasından enflasyon farkı ve maaş zammı hesaplamalarında hata olduğunu , üstüne, uygulamasında da yanlış yapıldığını yazmaya başladı.1 Aziz Hoca özetle diyor ki, enflasyon farkı ve maaş zammı hesaplamalarında yüzde beş civarında bir hata var ayrıca da bu artış oranının maaşlara yansıtılmasında da yanlış yapılıyor, yani enflasyon artışı ve üzerine maaş zammı uygulaması yapılmıyor. Aziz Çelik, konuyu kamu emekçileri sendikaları konfederasyonlarının da gündemine getirdi ve söz konusu artışı düzenleyen genelgeye iptal çağrısı yapılması gerektiğini söyledi. Süreç nasıl ilerler önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Biz şimdi şu ücret, maaş, aylık ayrımlarına bir bakalım. Kuramsal ve kavramsal olarak benzer içeriklere sahip olmakla birlikte, ücret, özel sektör veya kamuda işçi statüsü ile istihdam edilenlerin çalışmaları karşılığında aldıkları ödemeyi ifade eder. Maaş ya da aylık ise: memur statüsündekilerin veya kamu görevlilerinin derece, kademe, aylık çalışma, kıdem, görev makam, yabancı dil,  gibi başlıklarda tazmin edilmesi karşılığında tahakkuk eden, çeşitli vergi ve kesintilerin karşılıkları eksiltilerek hesaplanan ve ödenen paradır.

Maaş, çalışma öncesinde peşin alınır, ücret, aylık çalışma süresi tamamlandıktan sonra ödenir. Bu tanımlamaları Türkiye’deki uygulama ve düzenlemelere referansla not ediyorum. Benzeri ayrım başka bazı ülkelerde de var, örneğin Britanya’da da salary ile wage, Türkiye’dekine benzer bir biçimde sırasıyla maaş(salary) ve ücret (wage) ayrımı için kullanılır.

Yine sermaye düzeni üzerinden açıklamaya devam edeyim. Kamu hizmetinde çalışanların “hizmetleri karşılığı” aldıkları maaş da, özel sektör işletmelerinin ürün üretim ve hizmetlerine emekgücü ya da insan kaynakları “girdisi” olarak katılan işçi ücretleri de “gider” başlığıdır. Burası önemli.

Bu gider, ya da başka tanımla da vurgulayalım “maliyet” kalemi, sermaye düzeninin kendi varlığını, kalıcılığını koruması; aynı zamanda da birikimini güvenceye altına alması için mutlak kontrol altında tutmak zorunda olduğu bir kalemdir. Burası da çok önemli.

İşte bu iki önemli nokta birleştiğinde de görmemiz gereken şöyle bir şeydir:  Sermaye düzeni altındaki bir çalışma rejiminde, kamu ya da özel, ücret ya da maaş fark etmez, en can alıcı gider kaleminin belirlenmesi herhangi bir hesaplama ya da pazarlık sürecinden çok daha ötesidir. 

Özellikle son yirmi küsür yıldır Türkiye’de ve Dünya’da kapitalist ekonomiler bu başlıkta kamu ile özel sektör arasındaki benzeşmezlikleri en aza indirme güdüsü ile davranıyorlar. Özelleştirmeler; kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması; taşeron, alt işveren ve benzeri uygulamalar; esnek çalışma rejimlerinin kamu ve özel sektörde eş zamanlı ve benzer biçimde yerleştirilmesi; özel sektör stratejilerini şablon alan “yeni kamu personeli rejimleri”nin inşası, tümü, başka bir sürü başlığın yanı sıra “ücret giderleri”, “emek gücü maliyetleri” açısından sermaye düzeninin iktidarını hem kamuda hem özelde kalıcılaştırma araçlarıdır.

Şimdi gelelim bizim tarafa. Marksizm, ücret kavramını emek değer kuramı içerisinde ele alır, ve işçinin sermayedarın kontrolü altında çalışmasının karşılığı olarak aldığı parasal değer ücret olarak adlandırılır. Buraya kadar yukarıda aktardığım çerçeve ile benzer. Farklılaşan noktayı görmek için önce tekil bir işçi patron ilişkisi üzerinden başlayalım: İşçinin çalışmasının karşılığı, ortaya çıkardığı “değer” için harcadığı emek zamanın tam karşılığı olması gerekirken sermayenin bu çalışmaya önceden biçtiği fiyat, yani ücret, bu değeri yani toplam emek-zamanı karşılamaz, sadece işçinin en alt düzeyde geçimini sağlayacağı ve bir sonraki gün yeniden aynı üretkenlikte işine geri dönebileceği bir asgari miktar üzerinden belirlenir. Ya da daha doğrusu “pazarlık” bu asgari düzeyden başlar. 

İşçinin harcadığı emek-zamanın tümü sonucu ortaya çıkardığı ancak karşılığı ücret ile ödenmeyen değer, sermayedarın el koyduğu kısımdır, işte sömürü bu noktada gerçekleşir. Sermayeder kârını oluşturmaya el koyduğu bu artı-değeri garantiledikten sonra girişir. 

Satmayı planladığı ürününün, hizmetinin, spekülatif bilgisinin, markasının, artık her neyi varsa onun piyasa değerini, yani fiyatını, onu ortaya çıkarmak için sermaye olarak karşılığını verdiği tüm maliyet kalemlerini (işçiye biçtiği ücreti de bu kalemler arasına katarak) hesaplayıp, buna bir de el koyacağı artı değeri ekleyip kârını ortaya çıkarır. 

Bu hesaplamalar, oranlar falan karışık konular, ben işin özünü Marx’tan alıntılayayım, “kâr ücret azaldığı için artmaz, tersine, kâr arttığı için ücret azalır”.2

Çok uzatmadan ve daha fazla kafa karıştırmadan Marksizm kamu emekçileri açısından ücreti nasıl açıklar, oradan devam edeyim. Bir gider kalemi olması açısından ücret belirlenmesinin sermaye düzeni için öneminden söz etmiştik. Benzeri biçimde artı-değere el koyma ve kâr elde etmenin temelindeki bileşen olarak ücret Marksizmin açısından da sermaye düzeninin ve birikim rejimlerinin kilit alanlarındandır. Emek sermaye çelişkisi diye adlandırılan süreçlerin odağında yer alan baş çatışmalardan biri ücret pazarlığıdır.

Sermaye düzeni ya da kapitalizm dediğimiz ilişkiler bütününde, sadece tekil düzeyde işçi-patron çekişmesinden, tekil kişiler ya da bireyler üzerinden tanımlanan sınıflardan bahsetmediğimize göre bu temel çelişki ve baş çatışma başlığını kapitalist devletin kendisinde de görmemiz gerekir.

Memur statüsüyle ya da kamu görevlisi adlandırmasıyla çalışan işçiler için de, tıpkı diğer sınıf kardeşleri için olduğu gibi, sermaye düzeninin birikim gerekleri, sermaye sınıfının kârlılık öncelikleri, patronların sınıfsal çıkarları ve bir bütün olarak bu düzenin toplumsal varlığı için çalışmak zorunluluğu vardır. 

Kapitalist devlet için de emek gücünün karşılığı bir kamu maliyesi açısından “gider” kalemidir demiştik. Bu giderin en alt düzeyde tutulması çabasının da, sermaye iktidarının gücünü artırmak yönünde baskılanmasının da bu bağlamda yerini bulduğunu görmek gerekir.

O zaman durumu şöyle toparlayıp kapatalım. Ücret, maaş ya da aylık fark etmez ülkenin içinde debelendiği bu kriz günlerinde tüm bu gündemlerin gerçek karşılığını görmek göstermek gerekir. Memur maaşları ve emekli aylıkları artışları konusunda yaşanan, sermaye iktidarının, siyasi iktidar ve patronların, sınıf savaşımında cephe kapatma çabasıdır. Tıpkı asgari ücret belirlemede yaptıkları gibi. Dolayısıyla karşılığı da benzeri düzeyde örgütlü, bütünleşmiş bir sınıfsal mücadele ile verilebilir. 

  • 1. Prof. Dr. Aziz Çelik açıklamalarını @EmeginHalleri Twitter hesabından izleyebilirsiniz.
  • 2. Marx K., 1849 Ücretli Emek ve Sermaye